Her insan benzersiz özelliklerle dünyaya gelir. Parmak izlerinin birbirinden farklı olması gibi her insan kendine has yeteneklerle donatılmış eşsiz bir tasarım olarak hayata başlar. Ebeveynler, bu eşsiz özelliklerin keşfedilmesi yolunda çocuklarına rehberlik etmekle görevlendirilmiş emanetçilerden daha fazlası değildir. Buna rağmen anne babalar, kendilerine emanet edilmiş çocukların hayatına da 'sahip' olduklarını zanneder, gerçekleştiremedikleri hayallerini çocuklarına devrederek onların başarıları üzerinden nefslerini tatmin etmeye çalışırlar. Genelleme yapıyor gibi algılanabilir ancak yüzlerce insanın bu tavırla çocuk yetiştirdiğine şahit olmamın yanında birçok ülkede yapılan araştırmaların sonuçları da bunu en azından benim için doğruladı.

Amerika'da, bizim ülkemizin aksine emek verilerek kazanılmış yeteneklerden faydalanmak çok pahalıdır. Prensipte görüşlerimiz ise aynıdır: "Ailenizi geçindirmek için doktor ya da avukat olmanıza gerek yoktur." Tabi prensipte aynı olsa da uygulama noktasında ülkemiz buna asla inanmadığını, uygulamalarıyla gayet net ortaya koymaktadır.

Amerika'da fıkra olarak anlatılan bir hikayeyi paylaşmak istiyorum:

Bir doktor, eve geldiğinde karısının banyoda söylendiğini duyar ve yanına gittiğinde tuvalet suyunun taştığını ve karısının ortalığı temizlemek için uğraştığını görür. Sorunu çözmeye çalıştığında ortalık daha da karışınca karısı, tesisatçıyı aramaları gerektiğini söyler. Doktor hemen bir tesisatçı çağırır. Gelen tesisatçı 3 dakika içerisinde tuvalete sıkışmış bir oyuncak ördek çıkarır ve işi bittikten sonra 75 dolarlık bir fatura çıkarır. Doktor tepki gösterir ve "Dur bir dakika! Ben doktorum ve üç dakikada 75 dolar kazanmıyorum!" Tesisatçı cevap verir: "Doğru, bu yüzden doktor değilim."

Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de çocuklarımızın en iyi üniversitelerde okuyup en prestijli mesleklere sahip olmaları gerektiğine dair bir inanış var. Bu yüzden Türkiye'de birçok genç, sırf üniversite mezunu olmak zorunda olduğu baskısından dolayı asla ilgisini çekmeyen, kendisini mutlu etmeyen hatta iş bulmanın çok zor olduğu bölümlerde yıllarını harcamaktadır. Çocuklarımıza yapacağımız en büyük kötülük, onların sahip oldukları yetenekleri keşfetmelerine yardımcı olmamaktır. Yaratılıştan gelen özel yeteneklerini keşfeden çocukların, bunu geliştirmelerine müsaade etmeyip onları kendi istediğimiz alanlara zorla yönlendirmek ise sadece zulümdür.

Birçok ebeveyn daha ilkokul çağlarındaki çocuğunun hayatını kendi kafasında şekillendirmeye başlıyor. Türkiye'deki ailelerin çoğu "Benim çocuğum doktor olacak, avukat olacak, mühendis olacak!" tarzında cümleler kurarak çocuklarının ve kendilerinin omuzlarına ağır bir hayal yükü ve sorumluluk bindiriyorlar. Peki, herkes hakim, doktor, mühendis, avukat, öğretmen vs. olacaksa bu toplumun tarımını, hayvancılığını kimler üstlenecek? Arızalanan eşyaları kimler tamir edecek? Kültüre, sanata kim değer katacak?

Ülkemizin çoğunluğu Müslüman olduğu için kendi kutsal kitabımızdan örnek vermek istiyorum. Kur'an-ı Kerim'de çocuk eğitimine dair hiçbir şey bulamazsınız. Çocukla ilgili tüm ayetler anne ve babanın emanetçiliği ile ilgilidir. Kur'an bize, çocuklarımızın kendi yaşam yollarını rahat bulabilmeleri adına rehberlik etmemizi öğütler. Çünkü çocuk eğitilmez, model alır. Yetiştiği ailede ve çevrede gördüklerini, duyduklarını, yaşadıklarını harmanlayıp analiz ederek üzerine kendi karakterini inşa eder. Ne yaparsanız yapın, tam olarak istediğiniz gibi bir çocuk yetiştirmeniz imkansızdır. Zira her insan, belli bir yaştan sonra yani anne babanın yardımına ihtiyacı kalmadığını fark ettiği anda kendi yolunu kendi iradesiyle çizerek ilerlemeye başlayacaktır. Yaşam yolunu ayırmış bir çocuğun, anne babasından kopmamasının tek şartı aradaki koşulsuz sevgi bağıdır. Gerçek sevgi ile büyümüş çocuklar, anne babalarının ömür boyu sadık dostları olarak kalırlar. Diğerleri ise muhtaçlık dönemi bitene kadar mecburi sadakat döneminden sonra intikam alırcasına tam tersi yönde bir hayat yaşamaya başlarlar. Bu da baskıcı ailelerde koşullu sevgi ile yetiştirilen çocukların tercih ettiği bir yöntemdir.

Birkaç yıl önce e-ticaret sitesini kurduğumuz tekstil firmasının ürün çekimlerini yaptırdığım bir fotoğrafçı ile çekimin ardından sohbet ettik. Kendisinin, babasının arzusu ile İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi'nde Matematik Bölümü'nden mezun olduğunu, yine anne ve babasını kırmamak adına akademisyen olmak için başladığı yüksek lisansını tamamlamak üzereyken babasını kaybettiğini, sonrasında annesini ikna ederek çocukluk hayali olan fotoğrafçılığa kendini adadığını öğrendim. Stüdyosunun bir bölümünde ise çocukluğundan beri sahip olduğu fotoğraf makinelerini sergilediği bir alan dikkatimi çekti. O makinelerin her birini hangi yılda aldığını, nerelerde kullandığını anlatırken yaşadığı fotoğraf aşkını ve özlemini gözlerimle gördüm. Evet, bugün o iyi bir fotoğrafçı ama zamanında engellenmemiş olsaydı dünyanın en iyi fotoğrafçısı olabilirdi. Şimdi bile bir akademisyenden kat kat daha fazla para kazanıyor çünkü mutlu olduğu işi yapıyor.

Beni hem üzen hem de mutlu eden bir örnek daha vermek istiyorum. Sevdiğim bir arkadaşımın oğlu, çocukluğundan beri annesiyle mutfakta yemek yapmaktan aldığı keyfi, oyuncaklarıyla veya arkadaşlarıyla oynamaktan almıyordu. Babası ise bir erkek çocuğun mutfakta o kadar fazla zaman geçirmesine sert biçimde karşı çıkıyordu ve çocuk, mutfağa girmek için babasının evde olmadığı zamanları iple çekiyordu. O, aşçı ve pasta sanatçısı olmak istediğini, kendisine bir mekan açmak istediğini söylese de babası onu avukat olması için zorluyordu. En sık duyduğu cümle ise (affedersiniz) "Karı gibi pasta mı yapacaksın!" cümlesiydi. Ne zaman güzel bir tatlı yapsa beni arar ve tatmam için davet ederdi. O mahalleden taşındıktan sonra bir süre gidemedim. İş yoğunluğum ve sürekli şehir dışında olmam sebebiyle aramıza mesafe hatta yıllar girdi. Geçenlerde annesi ile yeniden görüştük ve minik arkadaşımı sordum. Derin bir sessizlikten sonra ameliyatla kadın olduğunu ve hormon tedavisi gördüğünü söyledi. Şimdi ise üniversite sınavına hazırlanırken bir yandan da iyi bir restoranda tatlı yaptığını öğrendim. Hayallerinin peşini bırakmadığına çok sevindim ama babasının "Erkek adam pastayla börekle uğraşmaz" gibi sığ ve cahil bakış açısı ve yıllarca yaptığı acımasız baskı yüzünden çocuğunu böyle bir değişime itmiş olmasına da çok üzüldüm. Bu yazıyı yazmamın sebebi de odur.

Çocuklarımızın kariyerini seçerken (ki bu tek başına anne babanın verebileceği bir karar değildir) kazanacakları paraya göre değil mutlu olacakları ve yeteneklerini sergileyebilecekleri alanlara göre değerlendirmek zorundayız. Aksi halde zoraki sahip oldukları mesleklerde, yüzleri gülmeden ve içlerinde ukde kalmış hayallerinin acısını başka insanlardan çıkardıklarının farkında olmadan yaşamalarına sebep olabiliriz. Elbette çocuklarımız için elimizden geldiği ölçüde iyi bir eğitim planlamalıyız ama bu sahiplik güdüsüyle değil rehberlik bilinci ile olmalıdır. Yaratıcı'nın dediği gibi çocuklarımıza "onların yolunda" rehberlik etmeliyiz ki yaş aldıkça o yoldan dönmesinler. Yol kelimesinin, çocuğun kişiliği ve yetenekleri ile ilişikli olduğu unutulmamalıdır. Çocuğunuzun sahip olduğu yeteneklere ve kişilik tipine karşı çok iyi bir gözlemci olun ve bu gözleme göre onları yönlendirerek eğitim planı yapın. Bu şekilde hem mutlu hem de başarılı olmalarını sağlayacak hem de Tanrı'nın tasarımını onurlandırmış olacaksınız.

Dünya üzerindeki her bir çocuğun koşulsuz sevgiyi tadarak başarılı ve mutlu olması dileğiyle...