Sözüm Meclisten Dışarı…

Büyük İrlanda Kıtlığı'nı biliyor musunuz? Diğer adıyla Patates Kıtlığı (Great Famine), İrlanda’nın bugüne kadar yaşadığı en büyük felaket olarak tarihe geçti. İrlanda'da 1800'lü yıllarda gerçekleşen ve 7 yıl süren bu kitlesel açlık, hastalık ve göç döneminde 1 milyon insan öldü ve 1 milyondan fazla insan da ABD’ye göç etti. Herhangi bir yere gidemeyecek kadar fakir olanlar ise ya açlıktan ya da yetersiz beslenmeye bağlı hastalıklar nedeniyle bir nevi ölüme terk edildi.

Halkın hafızasında derin izler bırakan bu felaket döneminde, tahtta Kraliçe Victoria vardı ve imparatorluğun en parlak dönemiydi. Tahtta Sultan Abdülmecid'in bulunduğu Osmanlı ise o dönemde çökmeye yüz tutmuştu. İrlanda ekonomisi iklimden dolayı patatese dayalıydı. Üretilen mahsul, toprak ağaları sayesinde doğrudan İngiltere'ye taşınıyordu zira hepsi İngiltere'de yaşıyordu. İrlanda halkı sefalet içindeydi. Patateslere tarım ürünlerini vuran bir hastalık bulaşmış (phytophthora infestans mantarı) ve sonraki yıl tüm mahsulü çürütmüştü. İrlanda ekonomisi çökmüş, bu ekonomik kriz eyaletin tamamını etkilemişti. Sonuç olarak büyük bir kıtlık baş göstermişti çünkü mevcut erzak İngiltere'ye taşınmaya devam ediyordu.

Bir milyon insanın ise açlıktan ölüyor olması tüm dünyada duyuldu. Kıtlığın en şiddetli yılı, mahsulde herhangi bir iyileşme görülmeyen 1847 oldu. Tarihe "Kara 47" olarak geçen o yıl yardım umulmadık ve uzak bir yerden, Osmanlı'dan geldi.

Sultan Abdülmecid, 10 bin pound yardım göndermek istemiş fakat İstanbul'daki Britanya Büyükelçisi yardımı reddetmişti. "Kraliçe Victoria kendi halkına 2 bin pound bağışladı, bu para kraliçeyi aşağılar, siz bin pound yollayın" demiştir. Osmanlı Sultanı kabul eder ve kendi hazinesinden 1000 pound ile yanında 5 gemiyi erzakla doldurup gönderir. Ancak Britanya donanması, İrlanda'ya girmelerine izin vermez. Osmanlı gemileri ablukayı kırıp gizlice İrlanda'ya ulaşırlar. Erzakları Droghida Limanı'na indirirler. Osmanlı İmparatorluğu'nun cömertliği, bazı anıt ve görsellerle ölümsüzleştirildi. Drogheda kasabasının armasına o dönem ay yıldız eklendi ve şehrin sembolünde bugün hala ay yıldız var. Meydanında ise Abdülmecid'e teşekkür yazısı bulunur. Dönemin Drogheda Belediye Başkanı Frank Godfrey ve dönemin Türkiye'nin Dublin Büyükelçisi Taner Baytok tarafından 1995'te belediye binası duvarına "1847 Büyük İrlanda Kıtlığı, Türkiye halkının İrlanda halkına karşı cömertliğinin tanınması ve anısına" yazılı bir plaket çakıldı.

osmanli (2)(1)

Bu olaydan 2 yıl sonra Kırım Savaşı başladı. 30 bin İrlanda'lı, Ruslara karşı savaşmak için Osmanlı'ya yardıma geldi. İngiltere de Osmanlı safında savaşa girdiği için İrlanda'lı doktorlar ve hemşireler de katıldılar. Hatta tarihin ilk savaş muhabiri Osmanlı safında Kırım'a gelen bir İrlanda'lıdır. Dönemin muhafazakâr İngiliz gazeteleri, kilisenin başı halkı ölüme terk ederken Müslümanların halifesi bizi kurtarıyor başlıklı yazılar yayınladılar. Bu olaydan sonra İrlanda, Britanya’dan ayrıldı çünkü ölüme terk edilen İrlandalılar Katolik iken Britanya Protestan idi. Abdülmecid ise Müslüman. İrlanda milliyetçileri, yardımların engellenmesi ve mevcut erzağın İngiltere’ye nakledilmesi yüzünden hala İngilizleri soykırım ile suçlamaktadırlar.

Böyle bir tarihimiz varken çökmeye yüz tutmuş imparatorluğun süper güce yardım eden sultanının torunları olduğunu övüne övüne iddia edenler ise Ermeniler virüsle boğulsun diyerek pandemi döneminde maske yardımı yaptıkları için hükumeti haber kanallarında ve sosyal medyada linç ettiler. Ne ilginç değil mi?

Osmanlı'nın, İrlanda halkına yaptığı para, gıda ve ilaç yardımı aradan geçen 173 yıla rağmen İrlanda’da hala hatırlanıyor ama Türk halkı hem tarihinden hem atalarından bihaber yaşamaya devam ediyor. Ensar özelliği taşıyan atalarının yardımseverliğini, merhametini, insanlığını, hoşgörüsünü şimdiki jenerasyonda görmekte zorlanıyoruz. Sözüm meclisten dışarı; ölüm korkusu ile ülkemize sığınan mültecilere hakaretler yağdırırken diğer yanda savaş görmemiş olmasına rağmen daha refah bir yaşam için Avrupa ülkelerine gidebilmenin yollarını arayan insanımızın bu tutumu bencillik değil midir? Mademki daha rahat, daha güvende hissederek, daha iyi şartlarda yaşamayı arzulamak insanın fıtratında var, o halde bize sığınanlar insan değil midir ki bu isteği onlara çok görüyoruz? Ülkemizde yaşanan felaketlerde yardım gönderen ve bizzat topraklarımıza gelerek bize yardım etmeye çalışan ülkeleri öve öve bitiremiyoruz ama Türkiye olarak başka ülkelere yardım yaptığımızda neden hükumeti eleştiri yağmuruna tutuyoruz.

Tüm dünya ülkelerinin tarihinde, bir yerlerde mutlaka Müslümanların veya Türklerin bıraktığı izler var. Buna rağmen kendi atalarından ve tarihinden kaçmaya çalışanlara hatta utandığını söyleyenlere hayret etmemek mümkün değil. Bir millet bedenine bulaşan virüslerden değil zihniyetine ve ruhuna bulaşan virüslerden korkmalıdır. Zira bedene giren mikrobu temizlemek daha kolaydır. Dileğim odur ki bir milletin vefasına virüs bulaşmasın, idrakinde kıtlık olmasın.

Yunus Emre’nin bir sözüyle noktalamak istiyorum: “Bölüşürsek tok oluruz, bölünürsek yok oluruz”