Dünyada giderek artan ekonomik kriz, küresel güçler ve yer altı kaynakları bakımından zengin olan ülkeler dışında tüm ülkeleri ciddi oranda olumsuz etkiliyor. Dünyanın geri kalanı diğer yarısını bu sorundan kurtarabilecek güçte iken tam aksine krizi körükleyip bu kaostan beslenerek savunmasız ve güçsüz olanın hayatını çalarak gücüne güç katıyor. Ekonomik krizin negatif sonuçları her ülkede farklı boyutlarda ortaya çıkıyor olsa da düzeyi ne olursa olsun, kriz ortamı ruh sağlığı üzerinde ciddi oranda olumsuz etkiye yol açıyor. 

Hayati ihtiyaçlar olan barınma ve beslenme gibi iki temel gereksinimi karşılamak bile insanlar için giderek zorlaşıyor. Çoğu insan beslenme ve diğer ihtiyaçlarından kısarak barınma sorununu çözmeye çalışıyor. Ekonomik kriz yavaş yavaş açlık krizine evriliyor. Yaşam pahalılığı bu denli artmadan önce bile geçinmekte zorlanan aileler, şimdiki koşullarda resmen Afrika ülkelerindeki gibi gıda krizi yaşıyor. Sağlıklı yaşama elverişsiz barınma, beslenme yetersizliği, ilaca erişimin zorlaşması gibi sebeplerle çoğu insanda yaşamı tehdit eden hastalıklar ortaya çıkıyor. Hem fiziksel hem de ruhsal sağlıkta bozulmalar artıyor.

Gelişmemiş ülkelerde hala geçerli olan, Türkiye’de ise onlarca yıl öncesinde kaldığını düşündüğümüz çocuk işçi ve çocuk gelin kavramları ise hayatımıza yeniden girmeye başlıyor. Birçok çocuk, aile geçimine katkı sağlamak adına okulu bırakıp çalışmaya başlıyor. Amacım felaket tellallığı yapmak değil, içinde bulunduğumuz gidişat bu ülkede yaşayan herkesin malumudur.

Ekonomik krizin ortaya çıkışını tek bir sebebe bağlamak ve aynı şekilde tek bir enstrümanın devreye konulmasıyla krizin çözüleceğine inanmak gerçekçi değildir. Krizle mücadele etmek de bireysel olarak mümkün olmayabilir. Ancak farkındalığımızı arttırarak krizin ruh sağlığımızı bozmasına veya hayatımızda başka krizler yaratmasına müsaade etmemeyi belki başarabiliriz. 

Bilindiği üzere sağlık sistemi, bireylerin ruh ve beden sağlığını korumakla mükellef olmadığı gibi bozulan sağlığı onarmak konusunda elinden geleni yapsa da iyileşme adına garanti de vermiyor. Ruhsal ve fiziksel sağlığını koruma görevi önce insanın kendisine aittir. Küresel krizler, doğal afetler, uluslararası savaşlar gibi sorunları bireysel olarak çözmemiz imkânsız olduğu gibi yaşam devam ettiği sürece en az bir tanesi ile karşı karşıya kalacağımız bir gerçektir. Başımıza gelen olaylara müdahale şansımız yok ise olumsuz etkisini en aza indirmeye çalışmamız gerekir. Sorunu kabullenmek, çözüm üretmeyi kolaylaştırır. Elbette ki tek bir insanın duruşu, dayanıklılığı, farkındalığı ile sorunlar çözülmeyecektir ancak kendisinden daha dezavantajlı insanlara bir nebze olsun katkı sağlaması mümkündür.

Basit ihtiyaçların bile karşılanmasının güçleştiği ülkelerde olduğu gibi bu sorunla karşı karşıya olan ülkemizde de gelişmekten ve üretmekten bahsetmek gitgide imkânsız hale geliyor. İnsanlar iş ve gelir kaybı nedeniyle sosyo-ekonomik basamakta sürekli aşağı doğru inerken ruh sağlıkları da olumsuz etkileniyor. Gelecek kaygısı taşıyan toplumda zihinsel yetenek zayıflıyor, akademik performans düşüyor, entelektüel gelişimden söz etmek ise hayal olarak kalıyor. Öğrenmek, motive bir şekilde çalışmak ve üretken hayat sürmek zorlaştığı gibi işsizlik oranı ve gelir eşitsizliği günden güne artarak sosyal parçalanmaya neden olmaktadır. Yüksek borçlu hane sayısının çoğalması, mülklere el konulması, kredi almanın zorlaşması, kiracıların zorla evlerinden çıkarılması sebebiyle artan çaresizlik duygusu kişilerin enerjisini tüketiyor, öfkeyi ve şiddeti de beraberinde getirmektedir. Toplumumuz, ekonomik gerileme, açlık ve barınma sorunu, gıda krizi gibi stres faktörlerine karşı dirençli olmadığından son dönemlerde kavgalar, cinayetler, aile içi şiddet ve intiharlar giderek artmaktadır.

Yukarda bahsettiğim gibi kriz ortamında yaşam koşullarının giderek kötüye gitmesi sebebiyle gelecek kaygısı ve çaresizlik yaşayan insanlar, şiddet ve intihara meyilli hale gelmektedir. Daha duyarlı ve hoşgörülü davranarak üzücü olayların yaşanmasını bir nebze olsun önleyebiliriz. Maddi olarak dezavantajlı kişilere elimizden geldiği ölçüde maddi ve manevi destek vererek şiddet ve intihara meyillerini azaltabiliriz. Toplumun yarısına göre lüks olan yaşantımızı sosyal medyadan biraz uzak yaşayabiliriz. En önemlisi israftan kaçınarak çoğu insanın ulaşmakta güçlük çektiği kaynakları koruyabiliriz. Zor zamanlardan geçtiğimiz bu dönemde birbirimize karşı daha anlayışlı davranarak geçici olduğuna inanmak istediğimiz bu süreci belki daha az yara ile atlatabiliriz.

Gelir kaybı veya işsizlik nedeniyle yoksullaşan insanların sosyal dışlanmasını engelleyerek ruh sağlıklarının daha da bozulmasını önleyebiliriz. Özellikle tek ebeveyn ile yaşayan çocuklar ve gençler, yoksul yaşlılar, işsizler, göçmenler gibi ekonomik krizin etkilerini daha şiddetli hisseden hassas gruptaki insanlara karşı daha dikkatli davranarak yardımcı olabiliriz.

Peki, devlet yöneticileri ekonomik krizin toplum üzerindeki etkilerini nasıl azaltabilir?

Kamu hizmetlerinde çocuklara, ailelere ve gençlere yönelik kemer sıkma önlemleri, uzun süreli ve maliyetli ruhsal sağlık hasarlarına yol açarak ekonomik toparlanmanın önünde engel oluşturabilir. Aksine, sosyal desteklerin devamlılığını sağlamak ve korumak, toplumun ekonomik şoklara karşı dayanıklılığını artırabilir ve iş kaybı, işsizlik, sosyal statü kaybı korkusunun ruh sağlığı üzerindeki etkilerini azaltabilir. İnsanların işlerini korumalarına veya yeniden kazanmalarına yardımcı olmayı amaçlayan sosyal refah destekleri ve aktif işgücü piyasası programları, ekonomik krizin ruh sağlığı üzerindeki etkilerini ortadan kaldırabilir. Aile destek programları arttırılarak büyük bir fark yaratılabilir. Yönetilemeyen borçla mücadeleye yönelik destek, krizin ruh sağlığı üzerindeki etkisini azaltmaya yardımcı olabilir.