Büyük umutlarla kurulan bir takım... Avrupa vitrininden devşirilmiş yıldızlar… Ve o yıldızların başına bir futbol filozofu: Jose Mourinho. Beklenti neydi? Elbette hem ligde hem mupada, hem de Avrupa’da başarı… Ama gelinen noktada ortada ne kupa var ne de umut. Sadece hayal kırıklığı ve istifa çığlıkları…
Yusuf En-Nesyri, Allan Saint-Maximin, Dušan Tadic, Edin Džeko, Fred, Amrabat, Talisca, Kostić, Skriniar… Tek tek sayarken bile insana güven veren bu isimler, sahada beklenen uyumu, mücadeleyi, sonuçları getiremedi. Ve bu kadroyu, Aziz Yıldırım’ın seçim kozu olan Mourinho’yla taçlandırmak isteyen Başkan Ali Koç, “Ben yaparım” diyerek bir güç gösterisi yaptı. Ancak sezon bittiğinde, geriye dönüp baktığımızda, vitrinde sadece boşluklar vardı. Ne Süper Lig, ne Türkiye Kupası, ne Avrupa… Her şey koca bir hiçlik içinde kayboldu.
Daha acısı ise, bu takımın ezeli rakipleri önünde hiçbir varlık gösterememiş olması. Galatasaray’a da Beşiktaş’a da üstünlük kuramayan bir Fenerbahçe...
Bu tabloyu gördükçe insanın içi yanıyor. Hele Kadıköy’de gelen Beşiktaş yenilgisiyle dolup taşan tribünler, hep bir ağızdan “İstifa!” diye haykırdı. Bu sadece bir tepki değil, birikmiş bir faturanın yüksek sesle seslendirilmesiydi.
Tabi ki tek suçlu Ali Koç değil. Elbette Mourinho’nun da bu senaryoda ciddi payı var. Futbol bilgisi tartışılmaz olan Portekizli çalıştırıcının, bu kulübün genetiğine, duygusuna, tarihine yeterince vakıf olmadığı çok net. Ona Fenerbahçe’nin ne olduğunu anlatmak, bu camianın taşıdığı ağırlığı göstermek gerekiyordu. Belki de ezberletmek…
Tabii işin perde arkasında da o bilindik meseleler var. Hakem kararları, masa başı oyunları, adaletsiz VAR uygulamaları… Bunlar artık Fenerbahçe’nin yazgısı hâline geldi. Öyle ki, rakip takım taraftarları bile zaman zaman bu haksızlıkları dile getiriyor. Ancak ne yazık ki, bu mazeretler Fenerbahçe için bir çıkış reçetesi değil. Çünkü Fenerbahçe’nin genlerinde mazerete yer yoktur.
Bu camia, “Yenilmezlik sadece skorla değil, dik duruşla da ölçülür” diyen bir anlayışla büyüdü. Rakibini de yener, sistemin çarklarını da bozar, hakemin adaletsizliğine de karşı koyar. Ama bu sezon sahada o ruh, o başkaldırı, o karakter çoğu zaman yoktu. Tribün işte bu yüzden sessiz kalmadı. Taraftarın mesajı netti: “Söz konusu Fenerbahçe ise, gerekeni yapın!”
Evet, bazen gitmek, kalmaktan çok daha onurludur. Bazen susmak değil, konuşmak gerekir. Sayın Başkan; bu veda sadece bir ayrılık değil, aynı zamanda hesaplaşma ve dönüşüm çağrısıdır. Şimdi o çağrıyı duyma, anlama ve gereğini yapma zamanıdır sayın Ali Koç. Benden söylemesi…
Hoşçakalın.