Demokrasi seviyemizi daha da yükseltebilmek adına kültürel çalışmalara her birey gereken ağırlığı vermelidir ve bunu bir sorumluluk olarak hissetmelidir. Bu faaliyetlere doğru katkıyı sunabilmek içinse kültürel çalışmalar altında bulunan kavramları iyi anlamalı ve konulara hâkim olmalıyız. Bir birey kendisini kültürel çalışmalar konusunda yükselttiğinde, o birey bir başkasına ulaşarak ona da katkı verecektir. Ve bu network zinciri artacaktır. Dolayısı ile bir kişinin bile kültürel çalışmalar konusunda kendisini geliştirmesi ve bu kavramları hayatına alması demek ülkemizin demokrasi seviyesinin yükselmesi anlamına gelecektir.

Ben de bu haftaki yazımda, bu kültürel çalışmalar altındaki kavramlara çok farklı bir bakış açısıyla yaklaşan ve öğreticiliği son derece yüksek olan Poetik ve Politik kitabını inceledim. Öncelikle yazmış olduğu bu muazzam eser için kıymetli Besim Dellaloğlu’na teşekkürlerimi sunuyorum çünkü kitap aydınlanmak isteyene gerçek bir fener…

Herkese keyifli okumalar dilerim.

BESİM F. DELLALOĞLU

1965 ’de İstanbul ’da doğdu. 1984 ’de Galatasaray Lisesi’ni, 1990 ’da Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Yüksek lisans ve doktorasını Mimar Sinan Üniversitesi’nde Sosyoloji alanında yaptı.

Frankfurt Goethe Üniversitesi’nde, Paris VIII Üniversitesi’nde, Lizbon Üniversitesi’nde, Strasbourg Üniversitesi’nde, Mainz Gutenberg Üniversitesi’nde dersler verdi ve doktora sonrası araştırmalar yaptı. Türkiye’de de birçok üniversitede dersler verdi.

Yazarın, ‘’Siyaset Bilimi’’ okuması, liseden beri Marksizm ’le ilgilenmesi ve üniversitenin son yıllarında Frankfurt Okulu’nu keşfetmesi, kültür kavramı ile tanışmasına vesile olmuştur.
POETİK VE POLİTİK

Poetik ve Politik, bir entelektüelin başucu kitabı olacak, tamamen kültürel çalışmalarla dolu, kitabı birkaç kez okusanız bile içindeki konuları ara ara açıp okuma merakı hissedeceğiniz harika bir eser.

Çoğumuz kitaplarda önsözleri sıkıcı buluruz ve atlarız. İşte bu kitap, önsözleri atlamanın ne kadar yanlış olduğunun farkındalığını uyandırarak başlıyor. Kitapta önsöz o kadar kaliteli ve etkileyici olmuş ki on sayfalık bu kısmından bile çok fazla not alma zorunluluğu hissediyorsunuz.

Önsözde kitabın yazılış hikayesini, yazarın esinlendiği yerleri ve kişileri, ele alınacak konularla ilgili ön bilgileri buluyorsunuz.

İstanbul, Sakarya, Lizbon ve Strasbourg ‘da bulunduğu dönemlerde bu eseri kaleme alan Dellaloğlu, kitabı için şu sözleri dile getiriyor: ‘’ Üstelik bu kitap, geleneğe vurgu yapan, kurumsallaşmayı önemseyen, usta-çırak ilişkisini unutmayan, sürekliliği ciddiye alan bir tavra sahip!’’. Kitabı okurken hemen her sayfasından ajandama notlar aldığımı ve çok fazla sayıda alıntı eklediğimi söyleyebilirim. Alıntı konusuna ekstra değinerek, bu zamana kadar en fazla alıntı aldığım kitaptı desem yalan olmaz.

Kitapta kültür, medeniyet, rönesans, kitap, klasik, kanon, sanat, dil, halk, doğu-batı, gelenek, yerlilik, kültür savaşları ve sosyoloji gibi 30 ’a yakın kavram bulunuyor. Ve başlıklar halinde her biri ayrı ayrı incelenmiş. Tüm kavramlarla ilgili ilk kez duyacağınız, öğreneceğiniz çok kıymetli bilgilere ulaşıyorsunuz. Ben kitabı okurken, kitapta yer alan farklı sayfalardan aldığım notları birleştirerek ve kendi yorumlarımı da katarak kendimce bir sentezleme yaptım ve aşağıdaki paragrafı sizler için hazırladım. Bana göre kitabın altın paragrafı alttaki satırlardır.

İngilizlere ''Hindistan 'ı mı verirsiniz yoksa Shakespeare 'i mi?'' dedikleri zaman, onlar hiç tereddüt etmeden ''Hindistan 'ı bırakırız, Shakespeare 'i veremeyiz; çünkü Hindistan gittiği zaman biz kendimiz olarak kalırız ama Shakespeare olmadığında kendimiz olarak kalamayız'' demişler. Ve ülkeden kanon denilecek klasikler Shakespeare sayesinde dünyaya yayılmış. Peki bizde bu şekil üstatlar yok mu? Tabii ki var ve saymakla bitmez, Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Sabahattin Ali, Ahmed Hamdi Tanpınar, Orhan Pamuk, Orhan Veli ilk aklıma gelenler. Peki bu ustaların eserleri dünya çapında neden bir klasik olamamış, neden bir kanon olamamış? Neden mi? Almanya ’ya vatandaşlık başvurusu yapacağınız zaman sizi bir sınava sokuyorlar. O sınavda sizlere ülkelerinin yazarlarını, şairlerini, sanatçılarını, filozoflarını soruyorlar. Ve ülkede hükümetler değişse de iktidar partisi değişse de bu sorular ve sorulan kanonlar değişmiyor. Türkiye ’de böyle bir vatandaşlık sınavı olsa, kültür dolu 20-30 soruluk bir sınav olacak ve bu sınavın sorularını siyasi parti görüşleri farklı dört kişilik bir komisyon hazırlayacak. Bu komisyon sınav sorularını belirlerken tüm kararları oy birliği ile alacak, sizce o sınavın soruları hazırlanabilir mi? Öyle bir sınav gerçekleşebilir mi? İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkelerde de siyasi partiler, farklı görüşler ve ideolojiler var ama onlarda Racine, Goethe ve Shakespeare denince herkes susar ve aynı çatı altında toplanır. İşte o yüzden bizim bir klasik ve kanon eserimiz yok, bu kafayla devam ettiğimiz sürece de olmayacak.

Üstteki bu paragrafta bence aydınlanmamız gereken çok önemli mesajlar var. Bu kitap kültür çalışmalarında bulunmak isteyenlerin ve bir entelektüelin başucu kitabıdır. İçinden hangi konuya ihtiyacımız varsa okunduğunda bize yol gösteren bir ansiklopedidir. Kesinlikle okunması gereken, kütüphanenizde bulunması gereken muazzam bir eser.

Ülkece kötü giden şeyleri eleştirerek, şikâyet ederek hiçbir sonuca ulaşamayız, sahip çıkmamız gereken bir tane vatanımız var ve onu geliştirecek, katkıda bulunacaklar da biziz.
Bir sorunun üzerine giderek, çözüm üreterek, toplumda sanatsal faaliyetleri ön plana çıkararak, kültür çalışmalarımıza ağırlık vererek, devam ederken değişerek, değişirken de devam ederek, bunun için de çok okuyarak ve okutarak demokrasi kalitemizi artırmaya devam etmek zorundayız. Bu eser de tüm bunlar için kapıyı açan bir anahtardır.

Çok okuyun, kitapla ve sevgiyle kalın.