2025 yılı, Türkiye’nin jeopolitik dengeleri açısından kritik bir dönemeç olacak gibi görünüyor. ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki çıkarlarını koruma stratejileri doğrultusunda bağımsız bir Kürdistan projesini destekledikleri uzun süredir biliniyor. Bu plan, bölgedeki sınırları yeniden şekillendirme amacının bir parçası olarak değerlendiriliyor. Bu konu zaten hayatlarımızın neredeyse son 20 yılı sürekli gündemde. Ya alıştırılmak isteniyoruz ya da ulu orta gözümüze sokulmak isteniyor. Türkiye’yi zayıflatmayı hedefleyen bu stratejiler, enerji koridorları, su kaynakları ve etnik fay hatları üzerinden operasyonel bir boyut kazanıyor. Irak ve Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmaya çalışılan fiili durumlar, Türkiye’nin ulusal güvenliği için ciddi tehditler oluşturuyor. Bu yazıda, Türkiye’yi bekleyen tehditler, olası senaryolar ve bu planlara karşı geliştirilmesi gereken stratejik hamleler detaylı olarak ele almaya çalışacağım. Orta Doğu’da bir Kürt devleti kurma fikri, bölgenin jeopolitik dengeleri açısından önemli bir yere sahiptir. Bu düşünce, hem tarihsel hem de stratejik nedenlerle ABD ve İsrail tarafından Kürt kimliği açısından değil tamamen kendi menfaatleri açısından desteklenmiş ve beyinlere ekilmeye çalışılmıştır. Kürdistan projesinin kökenleri, her ne kadar son 20 yılımızı meşgul ediyor dediysem gerçekte olan bu proje; 20. yüzyılın başlarında şekillenen bölgesel ve uluslararası gelişmelere dayanmaktadır. Kürt milliyetçiliği, bölgedeki etnik fay hatlarını harekete geçirmek için dönem dönem etkin bir araç olarak kullanılmıştır. ABD ve İsrail, PKK/YPG gibi yapıları destekleyerek Kürt nüfusu kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmiş ve yönlendirmeye devam etmektedir. Türkiye’nin bağımsız dış politikası ve ABD’nin şahsi çıkarlarına uymayan hareketleri (örneğin S-400 alımı, Rusya ile ilişkiler, Savunmaya sanayiindeki gelişmeleri) ABD’nin Türkiye’yi zayıflatma iştah ve isteğini arttırmıştır. Bir sözde Kürdistan devleti bu zayıflatmanın somut bir sonucu olma hedefini tarih boyunca sürdürmüş ve şimdilerde de gündeme oturmuştur.

Sözde Kürt devleti kurma fikrinin tarihsel sürecini Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden itibaren günümüze kadar ele alarak, bu fikrin nasıl bir araç olarak kullanıldığını ortaya koyarak bu ithal projeye bir göz atalım.

1. Osmanlı’nın Parçalanması ve Kürt Sorununun Doğuşu

Sevr Antlaşması (1920) : İngiliz’ler sinsi oyunları tarih boyunca planlamışlar ve planı bölgede bulundurdukları ajanları sayesinde hayata geçirmişlerdir. Lawrence denen İngiliz ajanı ve onun yaptıklarını hatırlarsak; tarihin tekerrür ettiğini hatırlarız. Lawrence, Birinci Dünya Savaşı sırasında Arap Yarımadası’nda Osmanlı İmparatorluğu’na karşı İngilizlerin çıkarlarını korumak ve Arapları Osmanlı'ya karşı kışkırtmak için çalıştı. 1916’da başlayan Arap İsyanı sırasında Arap liderlerini Osmanlı'ya karşı ayaklanmaya teşvik etti. Özellikle Şerif Hüseyin ve oğullarıyla yakın ilişkiler kurdu. Osmanlı ordusuna karşı gerilla savaşlarını organize ederek demiryollarına ve iletişim hatlarına sabotajlar düzenledi. Lawrence, Arap liderlerine bağımsızlık vaat eden İngiliz diplomatlarının yüzüydü. Ancak gerçekte İngiltere'nin amacı Arap topraklarını kontrol altına almaktı. Lawrence, Arap kabilelerinin Osmanlı'ya olan bağlılığını zayıflatmak ve onları İngiltere'nin yanına çekmek için hem askeri hem de ideolojik taktikler kullandı. Bu senaryo tanıdık değil mi? Sadece isimler, çıkarlar ve etnik gruplar joker konumunda; senaryo çok benzer.

I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu içinde çeşitli Kürt isyanları patlak verdi. Bu isyanlar başta Kürtlere bağımsız bir devlet vadetmiş olan Birleşik Krallık olmak üzere İtilaf Devletleri tarafından teşvik edilmişti. Buna rağmen İtilaf Devletleri Kürt isyancılara yalnızca sınırlı derecede askeri destek sağladı. İngilizlerin bağımsız bir Kürt devleti vaatleri planlanmış bir Kürt devletine küçük bir bölge ayıran 1920'deki Sevr Antlaşması'nda yer aldı, ancak bu planlar Türk Kurtuluş Savaşı'nı Anadolu Hareketi'nin kazanmasıyla ve 1923'teki Lozan Antlaşması'yla iptal edildi.

Lozan ve Kürtlerin Durumu: Lozan Barış Konferansı’nda birçok konunun yanında azınlıklar (ekalliyetler) meselesi de gündeme geldi. Görüşmelerde Kürtlerle ilgili ayrı bir gündem maddesi açılmadı ve “Kürdistan” sözü de tartışma konusu edilmedi. Bu şekilde Kürt meselesi azınlıklar meselesi kapsamında dolaylı bir şekilde müzakere edilmiş oldu. Konferansta özellikle İngiltere, azınlık kavramının soy, dil, din azınlıkları olarak genişletilmesini gündeme getirdi. Türk heyeti ise azınlık kavramının tanımını İslam hukukuna göre yaparak Kürtlerin ülkede azınlık olmadığını, asli unsur olduklarını savunarak Misak-ı Millî sınırları içinde Müslüman azınlık kavramına şiddetle karşı çıktı. Türk heyeti, müzakerelerde Türkler ile Kürtlerin ayrılmaz bir bütün olduğunu ısrarla vurguladı. Azınlığın tanımında; soy, dil, din ölçütlerinin yerine Müslüman olup olmama ölçütünün dikkate alınmasını önerdi. Türkiye’nin talebi doğrultusunda gayrimüslimlerin azınlık sayılmasına ve ölçütün dinsel esasa göre belirlenmesi görüşü kabul edildi. Müzakerelerde azınlıklarla ilgili maddelerin Türk görüşüne yakın ele alınması sonucunda sadece Müslüman olmayanlar azınlık sayıldı. Lozan Barış Konferansı’nda Türk heyetinin önerisinin kabul edilmesi, İngilizlerin Kürtlerle ilgili politikalarının net bir şekilde Türkler lehine değiştiği bir gelişme oldu. Böylece Kürt meselesi, Lozan Barış Konferansı’nda azınlıklar kapsamında ele alınışı bakımından uzun bir süre uluslararası bir mesele olmaktan ziyade Türkiye, Suriye, Irak ve İran’ın bir iç meselesi hâline dönüştü. Lozan Antlaşması’nda Kürtler azınlık olarak tanımlanmamış ve Türkiye’nin üniter yapısı kabul edilmiştir. Lozan Antlaşması’nda Kürtler "azınlık" değil, "bizden biri" sayıldığından, toplantıda özel bir gündem olmamıştır. Türkiye’nin "Kürtler ve Türkler aynı milletin evlatlarıdır" yaklaşımı, Lozan’da İngilizler’in hoşuna gitmese de İngilizler Musul ve Kerkük’ü kaptırmamak için Kürt kartını oynar gibi yapmış ama sonra "burayı biz çözeriz" diyerek meseleyi cebine koymuştur, devam eden oyunlar bu planın bir parçasıdır.

2. Soğuk Savaş Dönemi: Kürt Meselesinin Uluslararasılaşması

ABD’nin Müdahalesi: 1900’lü yılların başından, 20. yüzyılın ortalarına kadar yukarıda bahsettiğim minvalde kaşınan sözde Kürt sorunu daha sonrasında; ABD, Orta Doğu’da Sovyetler Birliği’nin etkisini kırmak için Kürt kartını kullanmaya başlamıştır. Özellikle İran, Irak ve Türkiye’deki Kürt nüfusu, Batı tarafından bir baskı unsuru olarak değerlendirilmiştir.

İsrail’in Stratejik Hedefleri: İsrail, 1960’lardan itibaren Orta Doğu’da kendisine dost unsurlar yaratma çabasına girmiştir. Kürtlerin bağımsızlık arayışları, İsrail için Arap ülkelerini dengeleme ve bölgedeki etkisini artırma fırsatı yaratmıştır. İsrail, özellikle Irak’taki Kürt liderlere destek vererek, Kürt meselesini bölgesel bir kaldıraç olarak kullanmıştır.

3. PKK’nın kuruluşu:

PKK’nın kuruluş amacı, resmi olarak Marksist-Leninist ideolojiye dayalı sözde bir Kürt devleti kurmak olarak ifade edilmiştir. 1978 yılında teröristbaşı Abdullah Öcalan liderliğinde kurulan bu terör örgütü, başlangıçta Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgelerde bağımsız bir devlet hedefini benimsemiş. PKK’nın ilk silahlı eylemi, 15 Ağustos 1984 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Bu eylem, Türkiye’nin güneydoğusunda yer alan Eruh (Siirt) ve Şemdinli (Hakkâri) ilçelerinde eş zamanlı olarak düzenlenmiştir. Eruh ve Şemdinli saldırılarında toplamda bir jandarma şehit olmuş, birkaç kişi yaralanmıştır. Daha sonraki yıllarda bu hedef, “demokratik özerklik” ve “federalizm” gibi daha geniş çerçeveli yaklaşımlara evirilmiştir. PKK, kuruluşunda sözde Kürt halkının kimliğini ve haklarını savunduğunu iddia ederek, bağımsız bir devlet kurmayı amaçlamış Türkiye Devletine karşı silahlı eylemlerle Türk devletine karşı terörist faaliyetlerde bulunmuş, binlerce suçsuz, savunmasız insanın katledilmesine sebep olmuştur. Bu konu başka bir yazımın konusu olacak kadar geniş, bu yüzden terörist örgütün yaptığı terör eylemlerine burada değinmeyeceğim. Zaten bu kalleş, omurgasız eylem ve katliamları yazmak için sayfalar yetmez.

Stratejik Amaçları doğrultusunda; ABD ve İsrail’in PKK’ya desteği stratejik, bölgesel ve siyasi nedenlere dayandırılsa da ana amaç Türkiye’nin zayıflatılmasıdır. PKK’nın faaliyetleri, Türkiye’yi hem iç politikada hem de dış politikada zor durumda bırakmıştır. ABD ve İsrail’in bölgedeki etkilerini artırmak için Türkiye’yi istikrarsızlaştırma politikasında ana oyuncak PKK olmuştur. Bölgedeki enerji kaynaklarına erişim ve enerji koridorlarının kontrolü, bu iki ülke için önemli bir stratejik hedef olmuştur. Kürt hareketleriyle iş birliği, bu hedeflere ulaşmada bir araç olarak görülmüştür. İsrail, Kürt hareketlerini destekleyerek İran, Irak, Suriye ve Türkiye üzerindeki nüfuzunu artırmayı hedeflemiştir. Bu durum, İsrail’in çevresindeki ülkeleri bölme ve zayıflatma stratejisiyle örtüşmektedir. PKK’nın faaliyetleri, hem Türkiye’yi hem de İran’ı hedef alarak bölgesel dengeleri değiştirme amacına hizmet etmiştir. Ancak ne yazık ki İran Türkiye’nin terörle mücadelesi ve İran’dan bu konudaki taleplerine hep üç maymunu oynayarak cevap vermiştir.

ABD, Suriye’nin kuzeyinde YPG’yi (PKK’nın uzantısı) eğitmekte ve silahlandırmaktadır. Bu destek, terör örgütüne bir düzenli ordu niteliği kazandırmayı ve devletleşme sürecini hızlandırmayı hedeflemekte ve İsrail, istihbarat ve teknolojik destek sağlayarak PKK’nın daha sofistike bir hale gelmesine katkıda bulunmaktadır. İsrail ve ABD, 1990’lardan bu yana Kuzey Irak’taki Kürt yönetimiyle ilişkilerini derinleştirerek bir Kürt devleti fikrini meşrulaştırmıştır. Bu plan, Suriye ve Türkiye’deki Kürt bölgelerine yayılmayı hedeflemektedir. ABD ve İsrail, PKK/YPG’yi uluslararası arenada “terör örgütü” yerine “özgürlük hareketi” olarak göstermeye çalışarak; Bu algı yönetimi ile, Kürdistan projesine uluslararası destek kazandırmayı amaçlamaktadır. Avrupa ülkelerinde Kürt gruplara verilen destek, Türkiye’nin bu konuda yalnız bırakılmasını sağlamaktadır. Türkiye’nin Kürt sorunu konusunda adım atması için ABD ve Batı tarafından sürekli baskı yapılmaktadır. Bu baskılar, demokratikleşme adı altında ayrılıkçı gruplara alan açmayı hedeflemektedir. Irak’ın işgali, Suriye iç savaşı gibi olaylar, sözde Kürdistan projesi için birer fırsat olarak değerlendirilmiş, bu kaotik ortam ile, terör unsurlarının bölgesel güçlerini arttırmaları sağlanmıştır. İran’da da etnik ve mezhepsel çatışmaları körükleyerek Kürtlerin bağımsızlık taleplerini artırma stratejisi devreye sokulmaktadır.

Türkiye’nin ekonomik sorunları, iç siyasetteki gerilimler ve mülteci krizleri gibi faktörler, ABD ve İsrail’in Türkiye’yi bölme stratejilerinde zayıf noktalar olarak değerlendirilmektedir. ABD’nin Suriye’nin kuzeyindeki üsleri, sözde devletinin altyapısını oluşturmak için kullanılmaktadır. Bu üsler, aynı zamanda Türkiye’nin müdahalelerini engellemek amacıyla bir güvence oluşturmaktadır. ABD ve İsrail, terör örgütüne gelişmiş silahlar (örneğin tanksavarlar, insansız hava araçları) ve lojistik destek sağlayarak örgütü güçlendirmiştir. Helikopter pilotu yetiştirme, özel birimler kurup bu birimlerin eğitimi, paramotor tedariki ufak birer detaydır. Kuzey Irak’taki petrol kaynakları, kurulacak sözde kukla devletin ekonomik temelini oluşturmak için kullanılmaktadır. Bu kaynakların Batı’ya ihracı için enerji hatları planlanmaktadır. ABD ve İsrail, bu sözde devlet projesine finansal destek sağlamak için uluslararası yatırımcıları teşvik etmektedir. Türkiye’ye yönelik ekonomik yaptırımlar ve ambargolar, ekonomik zayıflık yaratma stratejisinin bir parçasıdır. Böylece Türkiye’nin askeri operasyon kabiliyeti ve direnç gücü azaltılmaya çalışılmaktadır.

4. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP): ABD, bölgeyi yeniden şekillendirme politikası doğrultusunda, PKK gibi yapıları zaman zaman masumane(!) olarak kullanmıştır. Bu strateji, Kürt hareketlerini bölgedeki diğer aktörlere karşı bir kaldıraç olarak kullanmayı içermektedir.

İsrail, bölgedeki istikrarsızlık ve çatışma ortamından kendi güvenlik politikalarını güçlendirmek için faydalanmayı hedeflemiştir. PKK’nın Türkiye’yi meşgul etmesi, İsrail’in lehine bir durum yaratmıştır.

ABD ve İsrail, PKK’ya doğrudan Silah ve Lojistik Yardım, Eğitim ve İstihbarat, Uluslararası Kamuoyu Desteği sağlamışlar ve bu destek günümüzde de artarak misliyle devam etmektedir. ABD ve İsrail’in PKK’ya verdiği destek, bölgedeki stratejik çıkarlarını koruma ve Türkiye üzerindeki nüfuzlarını artırma hedefiyle bağlantılıdır. Bu destek genellikle gözümüze sokma yöntemleriyle gerçekleşmiş ve bölgedeki karmaşık jeopolitik dengeleri PKK’nın lehine değiştirmeye yönelik gerçekleşmiştir.

5. Körfez Savaşı ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Doğuşu:

1991 Körfez Savaşı: Körfez Savaşı veya Birinci Körfez Savaşı, kod adı Çöl Fırtınası Harekâtı 2 Ağustos 1990'da Irak'ın Kuveyt'i işgal etmesiyle başlayan krizin sonucunda, ABD öncülüğünde, Birleşik Krallık, Fransa, Suudi Arabistan, Suriye, Mısır'ın da aralarında bulunduğu 37 ülkenin dahil olduğu koalisyon gücünün Irak'a karşı düzenlediği askerî harekâttır. (17 Ocak 1991-28 Şubat 1991)

 ABD’nin Irak’a müdahalesi, Kürdistan projesi açısından bir dönüm noktası olmuştur. Saddam Hüseyin’in kuzeydeki Kürtleri hedef alması üzerine ABD, “uçuşa yasak bölge” uygulamasını devreye sokmuş ve Kuzey Irak’ta Kürtlerin özerk bir yönetim oluşturmasını sağlamıştır. Birleşik Görev Gücü'nün varlığı Türkiye'de çeşitli tartışmalara neden olmuştur. Başta yasal dayanağı olmak üzere Birleşik Görev Gücü gölgesindeki otorite boşluğunda Kuzey Irak'ta Kürt devletinin kurulmasına şemsiye olması ve PKK'nın yeniden canlanmasına ortam sağlanması başlıca tartışma nedenleri oldu.

1992 Kürdistan Bölgesel Yönetimi: Irak’ın kuzeyinde kurulan bu yönetim, Kürdistan projesinin somut bir adımı olarak kabul edilmiştir. ABD, bu bölgeyi ekonomik ve askeri olarak destekleyerek, sözde kukla Kürt devletinin altyapısını güçlendirmiştir.

6. 2000’ler: ABD’nin “Büyük Ortadoğu Projesi” ve Kürt Devleti

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP): 2003 Irak işgali, ABD’nin Orta Doğu’yu yeniden dizayn etme stratejisinin bir parçasıdır. Bu proje kapsamında, Kürt devletinin kurulması, bölgenin etnik ve mezhepsel olarak bölünmesini amaçlayan bir hamle olarak görülmüştür.

Türkiye’nin Güneydoğusu ve Suriye’nin Kuzeyi: ABD ve İsrail, Suriye iç savaşı sırasında YPG’nin güçlenmesini destekleyerek, Türkiye’nin güney sınırında bir Kürt koridoru oluşturma çabasına girişmiştir. Bu strateji, sözde kukla Kürt devleti Kürdistan projesinin Türkiye topraklarına uzanmasını hedeflemiştir.

7. İsrail’in Kürdistan Planındaki Rolü: İsrail, Kürtleri bölgesel bir müttefik olarak görmektedir. Kürtler, İsrail’in bölgedeki Arap devletlerine karşı bir tampon bölge oluşturma planının bir parçası olarak desteklenmektedir. Aslında Kürt Petrolü ve ekonomik çıkarların peşinde olan İsrail’in PKK’nın devlet kurma isteğiyle uzaktan yakından bir alakası yok, amaç cebini doldurmak. İsrail, Kuzey Irak’taki Kürt petrolünü doğrudan alarak ekonomik bağlarını güçlendirmiştir. Bu durum,  bölgedeki Kürtlerin bağımsızlık arayışlarına uluslararası destek sağlanmasına katkıda bulunmak için yaptığı bir katkıdır.

Günümüzde sözde Kürdistan Projesi ve Türkiye’ye Yönelik Tehditler için PKK/YPG’nin yıllarca kullanıldığını bilmeyen kimse kalmadı. ABD, PKK’nın Suriye kolu olan YPG’yi açık bir şekilde destekleyerek, (şu ana kadar tahminen 80-90 bin Tır silah yardımı)  sözde Kürt devletinin altyapısını oluşturmuştur. Bu destek, İsrail’in de katılımıyla uluslararası bir boyut kazanmıştır. Sözde Kürdistan projesinin nihai hedefi, Türkiye’nin güneydoğusunu içine alan bir yapının oluşturulmasıdır. ABD ve İsrail, bu projeyi hem askeri hem de siyasi araçlarla desteklemektedir.

Görüldüğü üzere madde madde sıralayarak anlatmaya çalıştığım Türkiye’nin güneydoğusunda bir Kürdistan devleti kurulması fikri, tarih boyunca Batılı güçlerin ve İsrail’in bölgedeki çıkarlarını koruma ve genişletme stratejilerinin bir parçası olmuştur. Osmanlı’nın parçalanmasından günümüze kadar geçen süreçte, bu fikir çeşitli şekillerde desteklenmiş ve uygulanmaya çalışılmıştır. Günümüzde bu plan, terör örgütleri, bölgesel istikrarsızlık ve uluslararası destek aracılığıyla hayata geçirilmek istenmektedir. Türkiye, bu tarihi ve stratejik arka planı göz önünde bulundurarak, bu tehdide karşı kapsamlı bir strateji ve mücadeleyi yıllardır büyük bir azim ve kararlılıkla sürdürmektedir.

Ancak tüm bu kararlılığa rağmen İsrail'in, Kuzey Suriye'de PKK/YPG terör örgütü üzerinden sözde bir Kürdistan devleti kurdurma çabası, Türkiye'nin ulusal güvenliği ve bölgedeki stratejik dengeler açısından ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Bu duruma karşı Türkiye olarak yapmamız gerekenleri aşağıdaki başlıklar altında değerlendirebiliriz.

1. Askeri Önlemler

Sınır Ötesi Operasyonlar: Türkiye, Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Pençe serisi operasyonlarla PKK/YPG unsurlarını etkisiz hale getirme stratejisini devam ettirmelidir. Bu operasyonlar, örgütün alan hâkimiyetini daraltarak planlanan devlet yapılanmasının altyapısını bozacaktır. Bu operasyonlar sırasında yakalanan teröristlerin, sorgulanması sonrası ele geçen silah ve bulunan tünellerin örgütün ne kadar yardım aldığını göstermektedir.

Kalıcı Askeri Üsler: Kuzey Suriye'de güvenli bölgelerdeki askeri üsler tahkim edilmeli ve sınır boyunca terör örgütlerinin hareket kabiliyeti sınırlanmalıdır. Rakka’da, Deyrizor’da SMO ordusunun yaptığı kısıtlı operasyonlarda bulduğu yer altı tünelleri PKK/YPG yapılanmasının şehirlerde bile artık yeraltına indiğini göstermektedir. Soruyorum size bu kadar ciddi bir hazırlık neyin hazırlığıdır? O yüzden kalıcı  üsler bazı bölgelerde, o bölgenin gözü, kulağı olarak görev yapmalıdır.

İstihbarat ve Özel Operasyonlar: MİT ve TSK'nın ortak çalışmasıyla, örgütün lider kadrosu ve lojistik altyapısı hedef alınmaya devam edilmelidir. Özellikle ABD ve İsrail'in lojistik ve eğitim desteği verdiği unsurlar tespit edilip etkisiz hale getirilmelidir. Bu kapsamda IHA ve SIHA’ların kullanım konseptini gayet başarılı bulmaktayım. (Hedeflere ait gerçek ve anlık istihbarat sonrasında tespit/teşhis  edilmeleri ve vurulmaları).

2. Diplomatik Adımlar: Uluslararası destek arayışı bağlamında Türkiye’ye de büyük iş düşmektedir. Bu cümleyi yazdım ama inanın bende inanmadım. Çünkü bu konuda her ne yaptıysak hep yalnız bırakıldık. Türkiye, ABD ve İsrail’in bu projesini uluslararası platformlarda deşifre ederek Rusya, İran ve Avrupa ülkeleri nezdinde diplomatik baskı kurmalıdır. Bu arada Rusya ve İran’dan ne kadar destek alınacağı konusunu Suriye’de Rus’larla yapılan ortak devriyelerdeki tavırlarından ve İran’ın PKK terör örgütüne yaklaşımından biliyoruz. Hiç değilse NATO müttefikleriyle bu tehdidin ortak bir sorun olduğu vurgulanmalıdır. Ama NATO demek ABD demek. Türkiye’nin birçok platformda NATO faaliyetlerine katıldığını ve haklı davasını anlatmak için her türlü argümanı kullandığını gerek yurt dışında katıldığım askeri görevlerde gerekse yurt dışındaki ziyaretlerimde şahit oldum. Dede Korkut’un dediğine göre “Kahpe içeriden olunca kapı kilit tutmaz”.

Bölgesel İşbirliği: İran ve Irak gibi ülkelerle PKK/YPG'nin bölgesel tehdit oluşturduğu yönünde ortak bir strateji geliştirilmelidir. Ancak bu konuda da bölgede her zaman yalnız bırakıldığımız gerçeğini de unutmamak gerekir. İran’ın, kendi Kürt bölgesine yönelik hassasiyeti dikkate alınarak bu tehdide karşı bir iş birliği mekanizması kurulabilir. İran, PJAK'ı (İran'ın kendi sınırları içerisindeki Kürt bölgesi ve PKK'nın İran kolu) baskı altında tutarken, aynı zamanda bölgede Kürt sorununu kendi lehine kullanmaktadır. Türkiye, Irak ve Suriye’deki Kürt grupları bölgesel pazarlıklarda bir araç olarak görmekte, gerektiğinde bu gruplarla dolaylı temas kurmaktadır. İran, bu stratejiyle hem Kürt sorununun içeriye sıçramasını engellemeye çalışmakta hem de bölgedeki diğer aktörlere karşı elini güçlendirmektedir.

İsrail ile Görüşmeler: İsrail ile doğrudan veya dolaylı görüşmeler yapılarak, bu tür bir girişimin Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini daha da kötüleştireceği mesajı verilebilir. Bu yöntem de defalarca denenen bir uzlaşı yöntemidir ve karşılıksız kalmıştır. Ama ısrarla İstihbarat servisleri kendi aralarında diyalog içerisinde kalmalıdırlar.

3. Ekonomik ve Sosyal Önlemler

Yerel Halkın Kazanılması: Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde Arap ve Türkmen nüfusu destekleyerek PKK/YPG’nin etkisini kırmalıdır. Yeniden inşa projeleri, insani yardım ve altyapı çalışmaları ile bölgedeki halkın Türkiye’ye olan güveni artırılabilir.

PKK'nın Finansal Kaynaklarının Kesilmesi: ABD ve İsrail’in PKK/YPG’ye sağladığı finansman ve lojistik desteği kesmek için küresel finans sisteminde takip ve engelleme çalışmaları yapılmalıdır.

4. Stratejik ve Jeopolitik Hamleler

Güvenli Bölge Projesinin Genişletilmesi: Türkiye, Barış Pınarı Harekâtı ile oluşturduğu güvenli bölgeyi daha da genişleterek örgütün hareket alanını daraltmalıdır. Bu bölgelerde demografik değişikliklere izin vermeyerek Arap ve Türkmen unsurların bölgeye dönüşü teşvik edilmelidir. Bu teşvikin farkında olan ABD ve İsrail yerel güçlere Türkmen nüfusa ait ev tapu ve yerleşim belgelerini geri dönüşlerin ve iyelik iddiasının geçersizliği için yaktırma yoluna gitmektedir.

Rusya ve ABD ile Dengeli İlişkiler: Hem Rusya hem de ABD’nin bölgedeki çıkarlarına dikkat ederek, İsrail destekli bir Kürt devleti planının uluslararası kabul görmemesi sağlanmalıdır.

5. Psikolojik Harp ve Kamuoyu Çalışmaları

Dezenformasyonu Önleme: İsrail ve PKK/YPG’nin uluslararası medya üzerinden yürüttüğü propagandalara karşı etkili bir medya stratejisi geliştirilmeli, Türkiye’nin bölgedeki insani ve askeri faaliyetlerinin doğruluğu anlatılmalıdır. Türkiye halen bu konuda uzun yıllardır hakkındaki sözde işkence iddialarını bertaraf etmekle meşgul.

Yerel ve Uluslararası Kamuoyu Desteği: Suriye halkına, bir Kürt devleti planının bölgedeki diğer etnik ve dini gruplar için de tehdit oluşturduğu anlatılmalıdır. Özellikle Arap nüfusun bu konuda Türkiye’ye desteği artırılabilir.

6. İç Güvenlik Tedbirleri

PKK’ya Karşı İç Operasyonlar: Türkiye içerisinde PKK’nın lojistik ve insan kaynağı sağlamasını engellemek için etkin iç güvenlik operasyonları sürdürülmelidir. İç güvenlik operasyonları kapsamında örgütün yuvalanma bölgelerinde IHA’ların etkin kullanımı sayesinde yurt içinde üslenme imkan ve kabiliyetleri neredeyse yok edilmiş, örgüt yer altına itilmiştir. Sürekli keşif ve gözetleme yoluyla tespit ve teşhis edilen mağaraların/tünellerin imhası da çok önemlidir.

Doğu ve Güneydoğu’daki Kalkınma: Kürt vatandaşların, terör örgütlerinin propagandasına kapılmaması için bölgede ekonomik kalkınma, eğitim ve sosyal projeler artırılmalıdır. Özellikle Sur ve Hendek olaylarından sonra bölgede yeniden yapılanma takdir edilecek niteliktedir.

İsrail'in Kuzey Suriye’de bir Kürdistan devleti kurma çabası, yalnızca Türkiye’ye değil, bölgeye yönelik uzun vadeli bir tehdit oluşturmaktadır. İsrail'in Kuzey Suriye’de bir Kürdistan devleti kurma hedefi, 2025 yılı içerisinde İran'da bir ayaklanma tetikleme çabası, geniş bir stratejik hedefler dizisinin parçasıdır. Bu tür bir girişim, İsrail’in bölgesel güvenlik kaygılarını ve jeopolitik hedeflerini yansıtırken, aynı zamanda sözde Kürdistan'ın kurulması gibi uzun vadeli projeleri hızlandırmayı da içerecektir.

İran’ın nükleer programı İsrail için birinci derecede tehdit olarak algılanmaktadır. Bir ayaklanma, İran’ın iç istikrarını bozarak nükleer programının sekteye uğramasını sağlayabilir. İran’ın Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de kurduğu vekil güç ağları (Şii milisler ve Hizbullah) İsrail’in çıkarlarına aykırıdır. Suriye ve Lübnan’daki vekil güç ağı kuvvetini neredeyse tamamen yitirmiş olsa da İran’da iç karışıklık, bu vekil güçlerin etkinliğini iyice sıfırlayacaktır. İsrail, Kürdistan’ı kendisi için bölgesel bir tampon bölge ve müttefik olarak görmektedir. İran’da bir ayaklanma, İran’daki Kürt nüfusun bağımsızlık taleplerini arttırarak Suriye-Irak eksenindeki Kürt oluşumlarına moral kazandırabilir.

Bu süreç, Kürt nüfusun yaşadığı geniş bir coğrafyada “birleşik Kürdistan” fikrini güçlendirerek ve İsrail’in PKK/YPG gibi unsurlara desteğini artırarak bu projeyi hızlandırabilir. İsrail, İran’da bir istikrarsızlık yaratarak Türkiye’nin de dikkatini doğuya kaydırabilir ve Türkiye’yi aynı anda çok cepheli tehditlerle karşı karşıya bırakabilir. Buraya kadar özetlediğim her olasılık ve sonucun İsrail ve ABD menfaatlerine hizmet ediyor olması tesadüf mü sizce?

Bu durum, Türkiye’nin ekonomik ve askeri gücünü bölmeye yönelik bir stratejinin parçasıdır. İran’da bir ayaklanma, Türkiye’yi doğu sınırlarında istikrarsızlık ve sınır güvenliği sorunlarıyla karşı karşıya bırakacaktır. Aynı zamanda PKK/YPG gibi unsurların Türkiye’ye karşı saldırılarını artırma ihtimali yükselecek, İran’da karışıklık, Türkiye’ye yeni bir mülteci dalgası yaratacaktır. Bu, ekonomik ve sosyal bir yük haline gelebilir. İran-Türkiye ilişkilerinde gerginlik artar. Türkiye’nin İran’daki olaylar karşısındaki tutumu, iki ülke arasındaki iş birliğini zayıflatabilir ve özellikle enerji güvenliği açısından Türkiye’yi zor durumda bırakabilir. Türkiye, İran’a karşı sert bir tavır alması için Batılı güçler tarafından baskı altına alınabilir. Bu durum, Türkiye’nin bölgesel stratejik bağımsızlığını sınırlandırabilir. İsrail, İran’da bir iç karışıklık yaratırken eş zamanlı olarak PKK/YPG’yi destekleyerek, Türkiye’nin güney sınırlarında bir Kürt devleti ihtimalini daha somut bir tehdit haline getirecektir. Bu süreçte Türkiye’nin İran’a yönelik tutumu NATO müttefikleriyle çelişirse, bu durum Türkiye’nin diplomatik yalnızlığını artırabilir. İran’da bir istikrarsızlık, Türkiye’nin İran üzerinden aldığı doğalgaz tedarikinde sorunlara yol açabilir. Bu, Türkiye’nin enerji maliyetlerini artırabilir. Türkiye’nin İran’la sınır ticareti ve Orta Asya bağlantıları kesintiye uğrayabilir. İsrail’in İran’da ayaklanma çıkarma çabası, yalnızca İran’ı değil, tüm bölgeyi istikrarsızlaştırmayı amaçlamaktadır. Bu plan, dolaylı olarak Kürdistan’ın kurulmasını hızlandırabilir ve Türkiye’yi çok cepheli bir tehdit ortamına sürükleyebilir. Türkiye, askeri, diplomatik, ekonomik ve sosyal önlemleri bir arada kullanarak bu tehditlere karşı hazırlıklı olmalıdır. Bölgedeki dengeyi korumak ve kendi ulusal güvenliğini sağlamak adına kararlı, akılcı ve çok boyutlu bir strateji izlemesi gerekmektedir. Türkiye’nin güçlü bir bölgesel aktör olarak yükselmesi, İsrail’in güvenliği ve ABD’nin Ortadoğu stratejileriyle çelişmektedir. Türkiye’nin toprak kaybı, bu gücün zayıflamasını sağlayabilir. Türkiye'nin doğu ve güneydoğusunda yer alan zengin enerji kaynaklarının (petrol, doğalgaz) kontrol altına alınması, Kürdistan projesinin ekonomik motivasyonlarından biridir. Bu kaynaklar ABD ve İsrail’in enerji güvenliği stratejileri için kritik önemdedir. Türkiye sınırları içerisinde bir Kürdistan devleti kurulması ve Türkiye topraklarının parçalanması fikri, ABD ve İsrail’in uzun vadeli hedefi demiştik; artık kısa vadeli bir hedef olarak algılama zamanı gelmiştir. Bu hedefler, bölgedeki güç dengelerini kendi lehlerine çevirmek, Türkiye’nin büyümesini ve etkisini sınırlamak, aynı zamanda enerji ve jeopolitik çıkarları kontrol etmek gibi faktörlere dayanmaktadır. ABD ve İsrail, güçlü bir Türkiye yerine etnik ve mezhepsel ayrılıklarla bölünmüş bir bölgeyi daha kolay yönetilebilir olarak görmektedir. Kürdistan’ın kurulması, bu parçalanma sürecinin bir aracı olarak kullanılıyor.

Türkiye, askeri gücünü, diplomatik yeteneklerini ve ekonomik kapasitesini entegre bir şekilde kullanarak bu tehdidi bertaraf edebilir. Türkiye’nin bu süreci yönetmesi, yalnızca bölgesel istikrar için değil, ulusal bütünlüğü için de hayati öneme sahiptir.