Yeni jenerasyonun yetişme tarzına bakıldığında, gözle görülür bir rahatlık ve kayıtsızlık hâkim.
Değerler, inançlar ve toplumsal sorumluluklar yavaş yavaş arka plana itiliyor. Ne Allah korkusu var, ne de aileye karşı bir çekince. Bu gevşeklik, ne yazık ki toplumsal yapımızı derinden etkiliyor ve bizi yozlaşmış bir toplum haline getiriyor. Eskiden değerlerimize sıkı sıkıya bağlı bir millet olarak yetiştirildiğimiz bir dönemden, neredeyse her şeyin normalleştirildiği ve sınırların kaybolduğu bir çağa sürükleniyoruz.
Bu yozlaşmanın en acı örneklerini ne yazık ki geçtiğimiz hafta yaşadık. İstanbul’un ortasında bir kadın tacize uğradı, iki genç kız canice katledildi. Bu korkunç olaylar, toplumun vicdanını derinden yaraladı. Kadına ve çocuğa yönelik şiddet, artık göz ardı edilemeyecek bir hale geldi. Hepimizi sarsan bu olaylar, toplumsal değerlerimizin erozyona uğradığını gözler önüne serdi. İnsan hayatına duyulan saygının yok olmaya yüz tuttuğu bir noktadayız ve bu gidişatın önüne geçmek zorundayız.
Ancak bu vahşet karşısında toplumun her kesiminden yükselen tepki umut vericiydi. Tüm spor kulüpleri, #Kadınaveçocuğadokunma etiketiyle bir araya gelerek güçlü bir mesaj verdiler. Sahada rakip olan kulüpler, bu kez toplumsal bir sorumluluk için omuz omuza geldi. Taraftar grupları da bu çağrıya kayıtsız kalmadı; farklı renkler altında birleşerek kadına ve çocuğa yönelik şiddeti lanetlediler. Bu birliktelik, toplumun hala iyiliğe ve dayanışmaya dair umudu olduğunu gösteriyor. Ancak burada durmamalıyız; bu duyarlılığın sadece geçici bir tepki olarak kalmasına izin vermemeliyiz.
Sporcuların da bu konuda seslerini yükseltmesi, aslında genç nesillere nasıl örnek teşkil edilmesi gerektiğini gösteriyor. Spor, sadece fiziksel başarılarla değil, aynı zamanda ahlaki ve insani değerlerle de topluma yön vermeli. Eğer bu korkunç olayların tekrarlanmasını istemiyorsak, gençlerimize sporda olduğu gibi hayatın her alanında sorumluluk, ahlak ve değerler konusunda da yol gösterici olmalıyız.
Toplumun bu kadar derinden yozlaşmasının temel nedenlerinden biri, Allah korkusu ve vicdan muhasebesinin artık gençler arasında zayıflamış olması. Eskiden insanlar, yanlış yaptıklarında sadece kanunlardan değil, manevi sorumluluklarından da korkarlardı. Bu korkunun kaybolması, kötülüğün önündeki en büyük engellerden birinin yıkılması anlamına geliyor. Ayrıca aile yapısındaki zayıflama da bu süreçte büyük rol oynuyor. Aile, bireylerin topluma karşı duyarlı ve ahlaklı bireyler olarak yetiştirilmesi için bir temel oluşturuyordu. Şimdi ise aileler, çocuklarının hatalarına göz yumarak, sorumluluktan kaçıyorlar.
Bu gidişatın önüne geçmek için, sadece tepkiler vermekle kalmamalı, toplumsal düzeyde köklü bir değişim için çaba göstermeliyiz. Gençlerimizi daha bilinçli, duyarlı ve vicdan sahibi bireyler olarak yetiştirmek zorundayız. Spor dünyasında gördüğümüz dayanışmayı, hayatın her alanına yaymak, iyiliğin ve adaletin egemen olduğu bir toplum inşa etmenin temel adımlarından biri olacaktır.
Kadına ve çocuğa dokunmanın, şiddetin ve vahşetin sıradanlaştığı bir toplumda yaşamaya sessiz kalamayız. Tüm bu yaşananlar, bize bir kez daha ne kadar derin bir yozlaşmanın içine düştüğümüzü hatırlatıyor. Ancak bu gidişata karşı durabilecek bir birliktelik ve dayanışma ruhu hala içimizde. Spor dünyasının öncülüğünde başlayan bu hareket, toplumun diğer kesimlerinde de karşılık bulmalı. Toplum olarak insanlığa, adalete ve vicdana sahip çıkmadıkça, bu karanlık döngü devam edecek. O yüzden, susmak yerine hep birlikte, kadına, çocuğa, insana dokunan her kötülüğe karşı güçlü bir tavır almalı ve geleceğimizi yeniden inşa etmeliyiz.