Her kuşak kendi dünyasını kendi kitaplarıyla kurar. Bugünün gençleri, büyülü evrenlerde dolaşan kahramanlarla, ejderhalarla, cadılarla dolu fantastik kitapları tercih ediyor. Bu tercih bana her zaman biraz mesafeli gelmiştir. Çünkü kitap, yalnızca hayal gücünü değil; düşünmeyi, sorgulamayı, empati kurmayı da öğretmeli diye düşünüyorum.

Peki, gençlerin bu renkli evrenlerde kaybolması yanlış mı? Belki de değil. Belki de bu onların kitaba attığı ilk adım. Ve her adım çok kıymetli.

Ancak bu ilk adımı bir merdivenin ilk basamağı olarak görmek gerek. Kitaplarla kurulan bağ, yalnızca eğlenceyle sınırlı kalmamalı. Gerçek insan hikâyeleri, tarihî olaylar, psikolojik derinlik taşıyan romanlar gençlere bambaşka pencereler açar. Dünyayı anlamanın, kendini keşfetmenin yolu da biraz buradan geçer.

Fantastik kurgu, bir başlangıç olabilir. Ama gençlerimiz orada oyalanmak yerine, daha derine inmeye cesaret etmeli. Çünkü kitaplar, yalnızca başka dünyaları değil, kendi iç dünyamızı da keşfetmemizi sağlayan araçlardır.

Gençlere birkaç öneri bırakmak isterim:
• Kürk Mantolu Madonna – Sabahattin Ali
• Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu – Stefan Zweig
• Hayvan Çiftliği – George Orwell
• Bir Çöküşün Öyküsü – Stefan Zweig
• Simyacı – Paulo Coelho
• Şeker Portakalı – José Mauro de Vasconcelos

Bu kitaplar hem anlaşılır bir dille yazılmıştır hem de insan ruhunun derinliklerine dokunur. Eminim okudukça, her satırda kendinizden bir şeyler bulacaksınız.

Ebeveynlere ve öğretmenlere küçük bir not:

Gençlerin ne tür kitaplar okuduğuna kızmak ya da onları eleştirmek yerine, onlarla birlikte okuyun. Kitaplar üzerine sohbetler edin. Kitap sevgisi, baskıyla değil, ilgiyle gelişir. Okuyan bir çocuk, dünyayı daha iyi anlar. Onlara yalnızca kitap değil, yön de verin. Ama bu yön, birlikte yürünecek bir yol gibi olsun.

Gençler kitap okusun istiyoruz. Ama amaçları sadece okumak olmasın. Okudukça büyüsünler, fark etsinler, değişsinler ki gerçek edebiyatın bu dönüşümü sağladığını fark etsinler.