Yüzyılın felaketi bir deprem.

Türkiye'yi yerinden sarsan bir deprem.

Bu büyük deprem, ülke genelinde herkesin, ama istisnasız herkesin psikolojisini bozdu. 

Depremde yakınlarını veya sahip oldukları her şey, bir anda kaybeden, canını güçlükle kurtaran afetzedelerin psikolojisini tahmin de edemeyiz, düşünmek de istemeyiz.

Allah sabır versin, metanet, dayanma gücü versin. 

Çok üzgünüz.

Saniyeler içinde insan hayatının nasıl bir anda değiştiğini neredeyse canlı canlı izledik. Ne paran, ne malın ne yiğitliğin ne de sağlığının anlamsızlaştığı saniyeler. Belki o gece mutlu, huzurlu, sağlıklı ve o insanları allak bullak eden paralı bir şekilde sevdiklerinizle, ailenizle yatağa giriyorsunuz. Gecenin bir yarısı bir dakika içerisinde o saydıklarımdan geriye hiçbir şey kalmıyor. 

Her şeyi para' ya endeksleyen bir dünya da aslında ne kadar çaresiz olduğumuzu görelim. 

Malzemeden çalınarak yapılan binalar, yollar, köprüler, felaketler işte o birkaç lira daha fazla kazanmak için değil mi?

Yan yana iki bina. Birisi sapasağlam dururken bir diğeri kâğıt gibi. Tıpkı cebimizdeki birçoğunun taptığı o kağıttan şey için.

Kimin koynunda o rulodan daha fazla varsa, yaptığı iş, eylem de o paralellikte. Her şey o tomara biraz daha katmak için değil mi?

İnsanımız, devletimiz aslında saf, iyi niyetli ve yardımsever.

Aradaki müptezelleri saymazsak elbette. Bakın daha "Yardım Kampanyası başlatılacak" demeden insanımız dişinden tırnağından arttırdığı ne varsa alarak yollara düştü. 

Ama duyuyor görüyoruz ki, yardım için alınacak malzemeleri bazı embesil takımı fiyatını bir anda ikiye üçe katlamış. Ülkenin ne kadar hırsızı, arsızı varsa yağmalamak için deprem bölgesine koşmuş. 

Marmara depremi sonrası depremzedelerle yapılan röportajda bir Adam'ın anlattıkları hala aklımda. Bir gün öncesinde fabrika sahibiymiş. Emrinde yüzlerce kişi çalışırmış. Lüks evinde bir eli yağda, bir eli balda yaşarmış. 30 saniye içerisinde ne evi kalmış ne fabrikası ne de ailesi. Bir kap sıcak çorba için kuyruğa girdiğinde uzatılan mikrofona anlatmıştı dramını. "Bunca yıl yaşadığım şatafatlı hayat boşunaymış" diyordu ağlayarak. 

Çok garip değil mi? İnsanoğlu, bazı musibetler kendi başına gelmedikçe ders almıyor. 

Yahu bak gör de ne kadar acı ki kefen bile nasip olmadı bazı depremzede canlara daha ne diyeyim. 

Adam bırak ibret almayı Allah'tan korkmuyor ki kuldan utansın, o rezilliği yapmasın. Öyle ya Allah'tan korksa o tiksinilesi işleri yapmaz. Dolandırmaz, çalmaz, yağmalamaz. Fırsattan istifade edip daha çok para kazanmaya çalışmaz. 

Ama bakıyorsunuz biri demirden çimentodan bile çalmış, yıkılmış, canlar altında kalmış., diğeri yıkıntıdan o can pazarının yaşanmasından bile istifa etmenin, çalmanın çırpmanın derdinde yazıklar olsun. 

İbret alınası yaşananlardan kendisine de bir pay alabilene helal olsun, derde derman olmaya çalışıp elinden geleni yapan, hatta kendi canını bile düşünmeden bölgeye yardıma koşan o yıkıldı yıkılacak enkazların çevresinde inanılmaz mücadele edenler varken bir diğeri neler peşinde neler, gel de üzülme. 

"Ne ölüler geri dönüyor, ne de diriler ibret alıyor"

Ne kadar da doğru bir söz. 

Neyse ki çok şükür ki güzel ülkemde her yaptığı işin hakkını verme mücadelesinde olan çok, hayır peşinde koşanlar çok, ibret alanlar daha çok.  

Dedim ya Allah korkusu olmayan kuldan mı utanır, her yaptığının hesabı sorulmayacak sanır.