Uluslararası ilişkilerde "barış" kavramı, yüzeysel olarak bakıldığında olumlu bir imaj taşır. Ancak tarih boyunca barış süreçlerinin çoğu, bir tarafın silah bırakması değil, daha büyük stratejik oyunların bir parçası olmuştur. Bir çatışmanın sonlandırılması, genellikle üstünlük mücadelesinde yeni bir dönemin başlaması anlamına gelir. Türkiye'nin geçmişte yürüttüğü açılım ve ateşkes süreçleri, dış aktörlerin yönlendirdiği, "barış" adı altında gizlenen stratejik tehlikeleri gözler önüne sermektedir. Bu yazımla Türkiye’nin barış girişimlerinin ardındaki jeopolitik riskleri ve uzun vadede ulusal güvenliğe olası etkilerini analiz etmeye çalıştım.
Barış süreçleri, yalnızca çatışan tarafların silah bırakmasıyla değil, uzun vadeli stratejik hesaplarla şekillenir. Her barış süreci, devletin ulusal güvenliğini ne kadar koruyabildiği, terör örgütüne ne gibi tavizler verildiği ve süreç sonunda hangi tarafın kazançlı çıktığı sorularıyla değerlendirilmelidir.
Bu bağlamda, İngiltere’nin İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) ile yürüttüğü ateşkes ve barış süreci ile İspanya’nın Bask ayrılıkçı örgütü ETA ile mücadelesi iki farklı model olarak dikkat çeker. İngiltere süreci daha stratejik bir dengeyle yönetirken, İspanya’nın ETA ile mücadelesi daha sert bir devlet politikası çerçevesinde ilerlemiştir. Bu iki süreci karşılaştırarak, hangi yöntemlerin daha etkili olduğu, hangi hataların yapıldığı ve bu süreçlerin Türkiye için nasıl bir ders teşkil ettiği değerlendirilebilir.
1. IRA ve ETA: Benzerlikler ve Farklılıklar
Hem IRA hem de ETA, etnik ve siyasi motivasyonlarla hareket eden ayrılıkçı terör örgütleriydi. Ancak, mücadele ettikleri devletlerin politikaları, süreçlerin gidişatını önemli ölçüde belirlemiştir. Her iki örgüt de uzun yıllar boyunca silahlı mücadeleyi sürdürmüş, devleti yıpratmaya çalışmış ve zamanla uluslararası desteklerini kaybetmişlerdir. Ancak, barış süreçlerinin işleyişi ve nihai sonuçları farklı olmuştur.
2. İngiltere’nin IRA ile Barış Süreci: Stratejik Bir Denge Politikası
IRA ve İngiltere Arasındaki Tarihsel Süreç
İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA), 20. yüzyıl boyunca İngiltere’ye karşı bağımsızlık mücadelesi veren bir örgüttü. 1969’dan itibaren IRA’nın radikal kanadı, Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallık’tan ayrılması için şiddet eylemlerine yöneldi. 1970-1990 arasında Londra başta olmak üzere birçok İngiliz kentinde bombalama saldırıları düzenledi. İngiltere, IRA’yı askeri yöntemlerle bitirmek yerine, güvenlik politikaları ile diplomasi arasında bir denge kurarak hareket etti.
İngiltere’nin IRA ile Mücadelesinde Kullandığı Yöntemler
Askeri Önlemler: İngiltere, IRA’nın Kuzey İrlanda’daki faaliyetlerini bastırmak için özel kuvvetleri (SAS) ve istihbaratı etkin kullandı.
Hapishane Politikaları: IRA üyelerine karşı sert cezalar uygulandı ve hapishane koşulları sıkılaştırıldı. Ancak, açlık grevleri gibi eylemler nedeniyle zamanla yumuşama görüldü.
Siyasallaşma Teşviki: IRA’nın siyasi kanadı Sinn Féin, zamanla müzakere sürecinin bir parçası haline getirildi.
Uluslararası Desteklerin Kesilmesi: ABD ve Avrupa’daki İrlanda lobisinin desteği zamanla azaldı.
Good Friday Anlaşması (1998) ve Sonuçları
1998’de imzalanan Good Friday (Hayırlı Cuma) Anlaşması, IRA’nın silah bırakmasını sağladı ve Kuzey İrlanda’da yerel yönetim sistemini güçlendirdi. Bu anlaşmanın başarısında iki önemli faktör vardı:
İngiltere süreci tamamen kendi kontrolünde yürüttü. IRA’nın masada eşit bir taraf gibi hareket etmesine izin verilmedi. Anlaşma sonrası IRA tamamen silahsızlandırıldı ve terör eylemleri sona erdi. Ancak, IRA’nın siyasi kanadı olan Sinn Féin, Kuzey İrlanda’nın yönetiminde söz sahibi oldu. Bu, İngiltere’nin terörü tamamen yok etmese de, onu siyasallaştırarak kontrol altına almasının bir sonucuydu.
3. İspanya’nın ETA ile Mücadelesi: Sert Güvenlik Politikası ve Sonuçları
ETA ve İspanya Arasındaki Tarihsel Süreç
ETA, 1959’da İspanya’daki Franco diktatörlüğüne karşı kuruldu ve Bask bölgesinin bağımsızlığını hedefledi. IRA gibi şehir gerillası ve bombalama taktikleri kullandı. Ancak Franco öldükten sonra da şiddeti sürdürdü ve 1980’lerde zirve noktasına ulaştı. İspanya’nın ETA ile mücadelesi, İngiltere’nin IRA ile mücadelesine kıyasla daha sertti ve daha az müzakere odaklıydı.
İspanya’nın ETA ile Mücadelesinde Kullandığı Yöntemler
Ağır Askeri Önlemler: ETA üyelerine karşı polis ve askeri operasyonlar düzenlendi, liderleri sık sık tutuklandı.
Yargısal Baskı: ETA’nın siyasi kanadı yasaklandı, bağlantılı dernekler ve medya organları kapatıldı.
Gizli Operasyonlar: İspanyol hükümeti, 1980’lerde ETA’yı hedef alan yasa dışı infazlar düzenleyen “GAL” adlı paramiliter bir grup kurdu.
2011 ETA’nın Silah Bırakması ve Sonuçları
ETA, 2011’de tek taraflı olarak silahlı mücadeleyi bıraktığını ilan etti ve 2018’de tamamen feshedildi. Ancak, ETA’nın siyasi mirası Bask bölgesinde yaşamaya devam etti. İspanya, terörle müzakere etmek yerine onu yok etmeyi tercih etti.
Tabii ki Avrupa ülkelerinin terörle olan sınavlarını yaşadığımız süreçle çok benzetmek doğru değil. Bizim yaşadığımız süreçte kendi köyünde bebek, çoluk çocuk demeden katliam yapan, yaşadığı ülkenin ormanlarını yakan, masum insanların bombalı eylemleriyle ölümüne göz yuman bir terör örgütü söz konusu..
Bu Avrupai terör örgütlerinin Türkiye’yi ilgilendiren sonuçlarına gelmeden önce ülkemizi ilgilendiren PKK ve türevlerine ait terörü ve müzakere süreçlerini hatırlamakta fayda var.
Türkiye'nin Açılım Süreçleri: Dış Aktörlerin Rolü
Türkiye’nin 1990’lardan itibaren PKK ile yürüttüğü ateşkes ve açılım süreçleri, içeride "barış" söylemiyle sunulsa da, dış güçlerin Türkiye üzerindeki stratejik hesaplarının bir parçası olarak okunmalıdır. ABD ve Avrupa’nın, özellikle 2000’li yıllardan itibaren PKK'nın siyasi kanadını meşrulaştırma çabaları, Türkiye’yi askeri alanda geri adım atmaya zorlamıştır.
1999’da Terörist başı Abdullah Öcalan’ın yakalanışı sonrası ateşkes süreci, örgütün yeniden yapılanması için zaman kazanmasına yol açmıştır.
2009-2011 “Demokratik Açılım” süreci, PKK'nın şehir yapılanmalarını (KCK) güçlendirmesine ve örgütün yeni bir siyasi boyut kazanmasına imkân tanımıştır.
2013-2015 Çözüm Süreci, Suriye’de PYD/YPG yapılanmasının güçlenmesine zemin hazırlayarak, Türkiye’nin güney sınırında yeni bir tehdit unsuru oluşturmuştur.
Bu örnekler, barış süreçlerinin Türkiye’ye ne kazandırdığı kadar ne kaybettirdiği sorusunun sorulmasını zorunlu kılmaktadır.
2. Dış Güçlerin Planları: Türkiye Üzerinde Uygulanan Barış Stratejileri
Dış güçler, Türkiye üzerindeki uzun vadeli planlarını hayata geçirmek için barış süreçlerini birer kaldıraç olarak kullanmıştır. Özellikle ABD ve Avrupa’nın PKK ile ilişkisindeki stratejik dönüşüm, Türkiye’nin bu süreçlere nasıl yaklaşması gerektiğini gösteren önemli bir detaydır.
Terörist başı Öcalan’ın Mektubu ve Anayasal Tuzaklar
2013 yılında Terörist başının çözüm süreci kapsamında mektup yazarak PKK’ya çağrıda bulunması, basit bir siyasi hamle olarak görülmemelidir. Terörist başı Öcalan’ın mektubu ile aynı dönemde gündeme gelen Anayasa değişikliği tartışmaları, özellikle Anayasa’nın 66. maddesinin (Türklük tanımı) değiştirilmesi yönündeki baskılar, barış sürecinin sadece silah bırakma üzerinden değil, Türkiye’nin kimlik ve egemenlik haklarının dönüşümü üzerinden şekillendiğini göstermektedir.
Sorulması gereken sorular şunlardır:
Türkiye gerçekten "barış" için mi sürece dahil oldu, yoksa anayasal ve sosyopolitik dönüşüme zorlandı mı?
PKK, neden bu süreçte sadece silah bırakmakla kalmadı, şehir yapılanmalarını ve diplomatik hamlelerini güçlendirdi?
ABD ve Avrupa, Türkiye'nin barış sürecini neden doğrudan destekledi?
Bu soruların yanıtı, sürecin ardındaki emperyal stratejileri açıkça ortaya koymaktadır.
3. Suriye ve PKK’nın Dönüşümü: Barış mı, Tehdit mi?
Türkiye’nin PKK ile barış süreçleri yürütürken, Suriye’nin kuzeyinde PYD/YPG yapılanmasının güçlenmesi ciddi bir tehdit oluşturmuştur.
ABD’nin “Barış” Stratejisi: SDG ve PKK Entegrasyonu
ABD’nin, PKK’nın Suriye uzantısı olan YPG’ye açık destek vermesi, Türkiye’nin güvenliği açısından büyük bir risk oluşturmuştur. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adı altında meşrulaştırılan bu yapı, Türkiye’nin güneyinde bir terör koridoru oluşturma amacı taşımaktadır.
2014’te Kobani Krizi, Türkiye’nin PKK ve YPG’ye karşı duruşunu yumuşatma yönünde baskı aracı olarak kullanılmıştır.
2015’te Çözüm Süreci’nin bitmesiyle birlikte, PKK’nın Türkiye içinde hendek savaşlarına başlaması, aslında sürecin bir hazırlık dönemi olduğunu göstermektedir.
4. Türkiye'nin Geleceğe Yönelik Stratejik Yaklaşımı
Türkiye, geçmiş barış süreçlerinden ders çıkarmalı ve ulusal güvenliğini zayıflatacak herhangi bir taviz vermemelidir. Özellikle: PKK’nın sadece bir silahlı örgüt değil, aynı zamanda bir siyasi ve istihbari aparat olarak çalıştığını unutmamalıdır. Barış süreçlerinin askeri ve istihbari sonuçlarını önceden hesaplayarak, olası tehlikeleri bertaraf edecek mekanizmalar oluşturmalıdır. Dış güçlerin sunduğu barış planlarının, Türkiye’nin iç bütünlüğüne zarar verme riskini her zaman göz önünde bulundurmalıdır.
Sonuç: Stratejik Perspektif Zorunludur.
İngiltere ve İspanya’nın barış süreçleri, Türkiye’nin PKK ile geçmişte yürüttüğü ateşkes süreçleri açısından önemli dersler içermektedir. İngiltere gibi süreci devletin kontrolünde tutmak, örgütün şartları dikte etmesine izin vermemek gerekir. İspanya gibi sert tedbirler almak, terör örgütünün müzakere gücünü kırmak açısından etkili olabilir, ancak uzun vadede toplumsal kutuplaşmayı artırabilir. PKK’nın siyasi kanadı olan DEM gibi yapılar konusunda İngiltere’nin Sinn Féin’e uyguladığı model değerlendirilebilir.
Türkiye’nin geçmiş barış süreçleri, İngiltere ve İspanya’nın tecrübelerinden faydalanarak yeniden ele alınmalı ve stratejik hatalar tekrarlanmamalıdır. Barış süreçleri, yalnızca diplomasiyle değil, askeri, ekonomik ve sosyopolitik açılardan da değerlendirilmelidir. Türkiye, kendi ulusal güvenliğini ve toprak bütünlüğünü tehlikeye atacak hiçbir açılım sürecini kabul etmemelidir. Tarih, Türkiye'ye dostça sunulan barış süreçlerinin ardında hangi tuzakların yattığını defalarca göstermiştir. Bugün yapılması gereken, geçmişten ders alarak, barış adı altında dayatılan stratejik tehditleri bertaraf etmektir.