MUHADDİS, MÜFESSİR VE FAKÎH   MEŞHÛR TÜRK’LER!...

İMAM-I BUHÂRÎ: En büyük Muhaddis, İmam-ı Buhârî, hafıza i’tibâriyle de bir fıtrat harikası idi. Verrak Muhammed bin Ebî hâtim’den rivâyet edilmiştir,ki; Buhârî pek genç iken, yaşlı zevât ile beraber hadeis dinlemeye gider. Fakat dinlediği, işittiği hadis’leri yazmadan dönerdi. Aradan böylece günler geçmiş, arkadaşları: “ Niçin yazmıyorsun?” diye tekrar tekrar söylenmeye başlamışlardı. Buhârî’nin sabrı tükenir: “ Artık çok oldu, zanneder misiniz ki, ben boş yere gidip gelir, günlerimi zayi ederim? Çıkarınız bakalım ne yazdınız?” der. Onlar da yazdıklarını meydana çıkarırlar. On beş bin hadisten ziyade olduğu görülür. Buhârî, bu hadisleri tamamen ve onların yazılarındak ba’zı noksanlardan azâde bir halde ezber’den okumaya başlayınca hepsi hayrette kalır, kitaplarını tashihe koyulur, bu genç muhaddis’e kimsenin tefevvuk ( üstünlük) edemiyeceğine hükmederler...
İmam-ı Buhârî, daha hayatta iken cihan-şümûl bir şöhret kazanmıştı. Nisâbûr’a girdiği gün kendisini karşılayanlar arasında piyadelerden ve sâire’den başka yalnız, dört bin atlı mevcûd bulunuyordu. Bağdad’a gittiğinde şehr’in âlimleri toplanmış, yüz hadis-i Şerif’in metinlerini, senedlerini tebdil( değiştirerek) ederek içlerinde on zât’a bu hadislerden onar adad tevzi eylemişlerdi. Şehr’in büyük misafiriyle bir mecliste toplandılar. Hadis ilmihreki ihatasını anlamak istiyorlardı. O zât’lardan herbiri kendisine verilen son hadisi Buhârî’ye karşı okuyor, Buhârî de her def’asında: “ Ben böyle bir hadis bilmiyorum,” diyordu. İşin farkına varamayanlar Buhârî’nin aczine zâhib oluyor, âlimler ise biribirlerine bakarak,: “Koca Muhaddis anladı,” demek istiyorlardı. Yüz hadis bu vecihle tamâm olunca Buhârî sırasıyla kendisine teveccüh ederek: “ Birinci hadis’in metni şöyle, senedleri şöyledir; İkincinin, üçücünün de şöyledir,” diye yüzünü de aslı vechile okuyunca, artık onun şöhreti fevkinde bir iktidara, fevkalâde bir hâfızaya mâlik olduğunu anlamışlardı.
İMAM-I BUHÂRÎ’NİN SEYÂHATLAERI VE İMTİHANI:
İmâm-ı Buhârî, evvelâ vâlidesiyle, kardeşiyle berâber Hac farîzasını ifâ için Hicaz’a gitmiş, (210) senesinden i’tibâren hadisdeki mutala’asını genişletmek için onlardan ayrılarak, Horasan, Cebel, Şam, Mısır gibi şarkın ilim ve irfan merkezlerini gezmiş dolaşmış, binden ziyâde meşâyıh’a mülâkÎ olarak, kendilerinden hadis telakkî etmiş,(almış), böylece senelerce tevâlÎ eden, ( biribirini ta’kip eden), seyahat neticesinde vatınına derin bir iştiyak hissetmek! Buhârâ’ya dönmüş, fakat orada ba’zı hâsid’lerin( hased eden kıskananların) gayzına( öfke ve gadablarına) hedef olmuş, “ Lafz-ı Kur’ân’ın mahlûkıyyetine kaaildir,” diye haekkında ta’n-ü teşnîa( şen’î, kötüleme) başlamışlardı. Buhârâ Emiri Halid bin Ahmed el-Dehlî, İmam-ı Buhârî’ den husûsî bir surette kendisinden hadis okumak istemişti. Buhârî ise, “ Umûma hitâben takrir etekte bulunduğum ders’lerde hazır bulunabilir.” Diye Emîr’in arzusunu is’af etmemişti.( yerine getirmemişti) Bu cihetle Emîr de ahâlî’yi Buhârî aleyhine teşvîk etmişti. Nihâyet varlığıyla ebedî bir şeref verdiği vatanından kendisini çıkardıkları için gidip vefâtına kadar( Hartenk) karyesinde(Köyü’nde) ikâmette bulunmuştur.
İmam-ı Buhârî, SEKİZ DEF’A Bağdad’a gidip gelmişti. Her def’asında İmam-ı Ahmed bin Hanbel ile görüşüp konuşmuştu. Son def’a vedâ ettiği zaman kendisine hitâben İmam-ı Ahmed: “ Ey Ebû Abdi’llâh! Sen ilmi, nâsı bırakarak Horasan’a mı gideceksin? Nâs şüyûh’dan( şeyh’lerden), esâtîzeden( üstazlardan) ibârettir. Şüyûh( şeyh’ler) gittikten sonra kim ile yaşanabilecektir?” demişti.
İhâta-i İlmiyyesi ( ilmi’nin genişliği) cihan kadar geniş bu büyük âlim, şimdi Phartenk Karye’sinde kapanıp kaldığğı cihetle kadîm dostu Ahmed bin Hanbel’in o sözlerini hazîn hazîn hatırlayıp duruyordu.. Hatta bu halinden çok sıkılmış,” Yâ Rabbî! Yeryüzü şu kmadar geniş iken benim başıma bu kadar oldu. Artık ruhumu kabzet de beni kurb-i Ulûhiyyetine kavuştur,” diye niyazda bulunmuş, aradan bir ay geçmeden ebediyyet âlemine rıhlet etmiştir.
İmam-ı Buhârî, dâima ilmî hakîkatlerle meşgul olduğu için şiir’le uğraşmış olması uzak ihtimaldir. Hattâ deniliyor ki, hadisler sırasında nâdiren vârid olan şiir’den mâadâsı’nı( başkalarını) inşâd etmezdi. Yalnız muhaddis-i şehîr( pek meşhûr muhaddis) Ebû Muhammed Abdi’llâh ed- Dârimî’nin vefatını haber alınca pek müte’essir olmuş, ağlamış, ağlatmış, şu şiir parçasını inşad etmiştir: Bu müstesna şiir’in Aarapça aslını ma’alesef veremiyorum, yalnız meâli şöyledir:
“ Eğer uzun bir müddet yaşar isen, bütün dostlarına gayb^betlerindean dolayı acınır durursun.
Ya kendi nefsinin zevâli ise, bîçâre insan!. Daha ne kadar acınılacak bir haldir.”
Bununla beraber, aşağıda lmeâlini vereceğimiz kıt’a’ da Buhârî’ye nisbet edilir:
“ Müsaid zaman elde iken rükû’ ve sücûd fazlından istifadeye çalış, ihtimal ki, füc’eten ölürsün de telâfi-i mâfâte imkân bulamazsın. Nice sıhhatli kimseler görmüşsünüzdür ki, bir hastalık olmaksızın sapasağlam canı ansızın çıkıp gitmiştir.”
İmam-ı Buhârî’nin Müellefâtı: Te’lif ettiği eserleri: Tefsir-i Buhârî, EL- câmiu’s-Sahîh= Sahîh-i Buhârî, Edebü’l-Müfred fi’lhadis, Sülâsiyât-i ‘l-Buhârî( Bu üç kitap matbu’dur( basılmıştır.
Târihu’l- Buhârî( Muhaddislere aid, Kebir, Evsat, Sağir nâmiyle üç kitaptır ve kısmen matbu’dur.
Kitabü’l-Kırâet-i Helfe’l- İmam, Kitabu Esmâüs’- Sahabe, Târihü’s-Sikât ve’z-Zuafâ, Kitabu Bed’u’l-Mahlûkât, Kitabu Birru’l-Valideyn, Kiutabu Ef’âlu’l-Ibâd, el_Müsnedü’l-Kebîr, Kitabü’l-Fevâid, ve Kitabü’l-Künyâ.. Rahimehu’llâHU rahmeten vâsiaten...