MUHADDİS, MÜFESSİR VE FAKÎH MEŞHÛR TÜRK’LER!...
Fahrü’d-Din-i Râzî’nin bu tefsiri’nde bu felsefî, fennÎ ma’lûmatı derc etmiş olması bir lüzûma mebnî’dir. Râzî’nin hedef ittihaz ettiği ulvî bir maksada müstenid’dir. Ma’lûmdurki, RâzÎ’nin bu Tefsir-i Kebîri’nden evvel yazılmış olan tefsirlerin pekçoğu yalnız, tefsire has ilimleri ihtiva ediyor, rivâyet tarîkiyle sâbit ma’lûmatı câmî’ bulunuyordu. Artık mütemâdiyen bu usûl dairesinde tefsir yazılmasından o kadar fazla bir fayda bekleniemezdi.
Beri taraftan, İslâm âleminde felsefe ve saire intişara( yayılmaya) başlamış, fikirlerde başka bir tahavvül( değişimi) vücûda gelmieş olduğundan pekçok âyet-i Celîle ile Fünûn erbabı’nın nazariyyât ve felsefiyyatı arasındaki tevâfuk ( uygunluk) tegaayürü( zıdlığı) göstermek için de mufassal tefsir kitaplarının vücûduna ihtiyaç hissedenler çoğalmıştı.
Mutâla’a erbabı’nın tetkik ve tefessuh( derinliğine vukufiyyit), duygiularını tatmin etmek, zihinere gelen şüphe’leri, tereddütleri izâleye çalışmak ise, Kur’ân-ı Hakîm’in hakîkatlarını tecellî ettirmeye çalışan, mütefekkir, mütefennin( fen erbabı) bir müfessir’in en kudsî bir vazîfe’sidir.
İşte Fahrü’d-Din-i RâZÎ bu mühim vazîfe’ye ifâ’ya çalışmış asrının fennî terakkıyâtı nisbetinde buna muvaffak da olmuştur.
Binâenaleyh, bu i’tibar ile tenkid edilmesi muvâfık değildir. Bir de Zehebî Merhum,( Mizânü’l- i’tidal...) ‘inde Fahrü’d-Din-i Râzî’ye hadis-i Şerîf râvî’leri arasında zuafâdan (zayıflardan) saymıştır ki, bu da doğru değildir.
Tâcüddin-i Süpkî’nin de dediği gibi, Fahr-i Râzî’yi bu râiviler sırasında zikretmek ma’nâsızdır. Çünkü bu zât, muhaddisler’den değildir ki bu i’tibarla zayıflardan olup- olmadığı bahis mevzu olsun. Bununla beraber, Râzî bu ümmetin yüksek âlimlerinden doğru sözlü, temiz seciyeli, pek Muhterem bir zâttır. Nitekim, Zehebî de bi’lâhere bu hakîkati i’tirafa mecbur kalmıştır.
Bir de ( Es- Sırrü’l-mektûm fî muhâtabati’n-nücum) nâmındaki tılısıma dâir, bir kitap Fahr-i Râzî’ye isnad edilerek bundan dolayı da aleyhinde dedikodu yapılmıştır. Zehebî bu kitaba “ bir sihir’dir,” diyor ve bunu o koca müfessire isnâd etmek istiyor. Halbuki, bu kitap Râz’'nin eseri değildir. Bunu ona isnâd etmek bir iftira ve buhtan demektir. Bu kitaba revaç vermek için bunu o büyük zât’a nisbet etmişlerdir. Ma’amâfÎh bu kitap sihre âid bir eser de addedilemez.
Sonra ba’zı müteahhirîn( son zamanların) müfessirleri Râzî’ nin tefsirindeki bir kısım tetkikat ve tevcihâtı( yönlendirmeleri tenkide yeltenmişlerdir, Alûsî-zâde de bunlardandır. Ancak şu da şüphesizdir ki, bu son zaman müfessirlerinin hepsi de RâzÎ’nin ilim
sofrasından istifade etmiş olduklarını inkâr edemezler.
Beşer’in bir te’lifi olan koskoca bir kitap da, ba’zı isâbetsiz yazıların mütâlâaların bulunması pek zarûrî görülmelidir. Yalnız şunu da ilâve edelim ki,; geçmişlerine pek ziyâde hürmetkâr olan Fahr-i Râzî, kendisinden pek ziyâde yüksek olan İmam-ı A’zam gibi ba’zı ekâbir’e karşı içtihâdî ba’zı mes’ele’ler dolaysıyla her nasılsa tefsirinde ve “Menâkıbü’l- İmamı’ş- Şâfi’î,” unvanlı eserinde hürmete münâfî görülecek bir tarz’da tenkidimsi bir lisan kullanmıştır. Bu halde kendisinin uğradığı tenkid’ler de bir nev’i ma’nevî ceza mâhiyetinde görülebilir. “ El- Cezâ-ü min, cinsi’l-Amel,”amel cinsinden ceza, 2 Sen birilerini tenkid edersen, sen de başkaları tarafından tenkide ma’rûz kalırsın!
Fahr-i RâzÎ’nin o kadar çok müellefâtı( te’lif ettiği eserleri) vardır ki, sadece isimlerini sıralayıp yazmaya kalksak,Köşemizin vüs’atı yetmez. En büyük ve en önemli te’lifi hiç şüphesiz, “ Tefsir-i KebîR,” diye yâdolunan,( Mefâtîhü’l- Gayb) bu muhteşem ve muazzam eseri ( 687)’ de vefata eden Burhânüddin en-Nesefî “ Vâzıh,” ismiyle telhis( hülâsa) ettiği gibi, Muhammed bin el- Kaadî Ayasuluğ dahî telhis etmiş( hulasalaştırmış, buna ba’zı faydalı şeyler ilâve ederek ba’zı indî tasarruflarda bulunmuştur.
Fahrü’d-Din-i Râzî, İran- Taberistan, ( 543) Rey’de doğmuş,(606) Heratta vefat etmiştir:Nesebi “ Ebî Abdullah, Muhammed bir Ömer bin Hüseyin bin hasan bin Ali Teymiyyi’l-Kübrâ, Taberistânî, er- RâzÎ, Mevliden, lâkabı, Fahruddin, İbnü’l-Hatîb olarak ma’rûf fıkhen Şâfi’î, Orjinal Deri Cild’li sekiz cild, bu muhalled eser’in, Sultan Abdülhamid Han Hazret’lerinin Hilâfet ve Saltanat yıllarında İstanbul Matbaa-yi Âmire’de Hicrî,( 1308) tarihinde matbu’bu eser Şahsî Kütüphane’min en mu’tena Eseri’dir