İnsan onuru, doğruluk ve adaletin temel taşıdır. Ancak, günümüzde iftiralar ve sahte haberlerle oluşturulan kitaplar, bireylerin hayatını karalamak, itibarlarını zedelemek ve gerçekleri çarpıtmak için bir araç haline gelmiştir. Bu tür bir kötülükle karşı karşıya kalmanın insanı, ne büyüklükte yıprattığını anlamak ve hak ettiği adaleti kendisine teslim etmek gerekir.
Böyle bir duruma maruz kalmak sadece bir bireyin değil, aynı zamanda onun ailesinin, dostlarının ve tüm sevdiklerinin de manevi dünyasını altüst eder. Ben de maalesef; Ersin Eroğlu ve Caner Taşpınar isimli sözde kendini yazar zanneden yalan haberlerle, araştırmadan, soruşturmadan, konunun muhatabı olan bana tek bir soru sormadan ‘’Gölge Ordu’’ safsatasını yazarak sahte bir gündemin geçici kahramanı olan bu iki kişi sayesinde bu mağduriyeti yaşadım. O günlerde tüm medyada günlerce itibarımı sarsmaya çalıştılar. Varlığından bile haberimin olmadığı vasıfsız TV kanallarında hakkımdaki asılsız iddiaları içeren kısa videolarda haberlere konu yapıldım. O süreçte bir kitaba, yalanlar ve iftiralarla bir insanın hayatını lekelemek için başvurmak, etik ve ahlaki değerlerin tamamen yok sayıldığını gösterdi. Bu, sadece bir kişinin itibarıyla oynayan bir eylem değil, aynı zamanda toplumun güven duygusunu da baltalayan bir saldırı oldu.
Son üç yıl, hayatımın en zorlu ve sabır gerektiren dönemlerinden biri oldu. Hakkımda yazılmış, basın özgürlüğü maskesi altında iftira ve yalanlarla dolu bir kitap müsveddesine karşı verdiğim hukuk mücadelesi nihayet sonuçlandı. “Gölge Ordu” adlı bu sözde kitabın yazarları tarafından kurgulanan asılsız hikâyeler, ne yazık ki yalnızca beni değil, ailemi de derinden yaralamıştı. Bu süreç, yalnızca bir adalet mücadelesi değil; aynı zamanda kişisel onurumun iadesi için verdiğim bir savaştı.
Emekli bir SAT komandosu ve özel kuvvetler eğitimi veren biri olarak, geçmişte Türkiye’de Askeri konularda danışmanlık veren iki farklı şirkette görev aldım. Bu şirketlerden biriyle yaklaşık beş yıl önce, yalnızca dokuz aylık bir süre boyunca çalıştım. Bu süreçte, işim gereği benden istenen Özel Kuvvetler Eğitimi isimli bir kitabın hazırlanması sürecinde tüm mesleki tecrübemi ve birikimimi projeye aktardım. Bu proje sona erdiğinde, şirketin bir ülkenin askeri birimine M. Kurt adlı şahsa kurdurduğu çeviklik eğitim parkurunda bir haftalık silahsız eğitim verdikten sonra görevimi tamamladım ve sözleşmemi sonlandırdım. Tüm eğitimler boyunca parkurun emniyetinden sorumlu olan bu kişi eğitimlerin silahsız olduğuna tanık olan kişilerden sadece biriydi. SAT komandosu olduğum yıllarda Deniz Pentatlonu ile uğraşan biri olarak bu konuda ki tecrübemi de paylaşmaktan daha normal bir şey yoktu.
Ancak, bir önceki genel seçim öncesi tahminimce mevcut hükümete oy ve kan kaybettirme amacı taşıyan ve alelacele yazılan/yazdırılmış Gölge Ordu adı verilen müsveddede, İstanbul Ömerli’de bir televizyon dizisinin çekimleri sırasında instagram hesabımda paylaştığım Airsoft oyunlarında kullanılan (boncuk atan) iki ayrı pilli oyuncak tüfekle çekilmiş fotoğraflarım tamamen iftira dolu bir şekilde kullanıldı. Müsveddenin sözde yazarlarının silahlı eğitim verdiğime dair yalanlarını destekleyecek hiçbir argümanları yoktu çünkü. Tek kaynakları kendi şahsi instagram hesabımdan alınan/çalınan konuyla alakasız fotoğraflardı. Onurlu geçmişim, sözde “Gölge Ordu” müsveddesinde bir karalama kampanyasına dönüştürüldü. Bu fotoğraflar, bahse konu şirket aracılığıyla Kenya ve Kamerun’daki paramiliter gruplara silahlı eğitim verdiğim iddiasıyla lanse edildi. Dahası, Photoshopla manipüle edilen başka bir fotoğrafımda, bahse konu ülkelerin envanterine dâhil olmayan bir tankın önünde poz vermiş gibi bir sahne yaratıldı. Fotoğrafın orijinalinde ise çekim sırasında olası bir yaralanma için tedbir amaçlı kiralanan ambulans ve rol arkadaşım K. Çetin vardı. Ancak gerçekler, bu kişilerin umurunda değildi.
Yarattıkları bu hikâyede, inandırıcı bir figür gerekiyordu, anlaşılan şu ki; benim üzerimde hem fikirdiler ve beni kullanmaktan hiç çekinmediler
O dönemde, özel eğitimli bir askerin doğada verdiği mücadeleyi anlatan ve yönetmenliğini H.K Arca’nın yaptığı bu kısa dizi projesi için çekimler yapılıyordu. Airsoft silahları da bu özel eğitimli askerin yanında taşıdığı replika ve oyuncak tüfeklerdi. Basit bir dizi çekimi için İstanbul’un göbeğinde gerçek silahların kullanılmayacağı aşikârdır.
Yarattıkları bu hikâyede, daha önce danışmanlık yaptığım şirketi karalamak ve bunu yaparken gene aynı şirketi mevcut hükümetin sözde gizli ordusu imajıyla yıpratmak amaçlandığı için beni hedef belirlediler.
Müsveddenin basıldığı haberinin geldiği o sabahı unutamıyorum. Uyuyordum ve sabah bir gün önceki yorgunluğumdan dolayı alışılmışın dışında geç kalkmıştım. Elime telefonu aldığımda Whatsapp uygulamam da 357 okunmamış mesaj vardı. Çok anormal bir şeyler olduğunu anlamıştım. Mesajları okudukça hayatımda hiç tanımadığım iki insanın hayatımı nasıl kahpece alt üst ettiğine tanık olmuştum. Basın özgürlüğü maskesi altında şahsıma yapılan itibar saldırısı sırasında müsveddenin sözde yazarlarından olan Caner Taşpınar’ın telefonunu bulup arayıp yazdıklarının yalan olduğunu nasıl böyle bir yalana cesaret ettiğini sorduğumda, aldığım yanıt kan dondurucuydu. “Yapacak bir şey yok, kitap basıldı.” Bu kadar basit bir cümleyle, bir insanın itibarını çiğnemek ne kadar da kolaymış! Oysa ben ona nasıl ulaştıysam, o da bana ulaşabilir, yazdıklarının doğruluğunu teyit edebilirdi. Ama bunu yapmadılar; çünkü gerçekler, onların amaçlarına hizmet etmiyordu, yalnızca kendi amaçlarını umursuyorlardı. Bahse konu yazar o sıralarda bazı televizyon kanallarında müsveddesinin reklamını ballandıra ballandıra yaparken gerçeği ekran karşısında anlatmak için aynı kanallara yaptığım başvurular asla cevap bulmamıştı. Sayelerinde ünüm daha da arttı, şirketle ilgili yapılan her haber ya da youtube video coverlarında ve gazete manşetlerinde fotoğraflarım kullanıldı, vasıfsız ne amaca hizmet ettiği belli olan TV kanallarında da görsellerim kullanılmaya devam edildi. Ne de olsa kitapta adımız da geçti ya. Ancak her kitap dürüst insanlar tarafından ve doğru veriler kullanılarak yazılmıyor. Ben haykırdıkça sesimi duymazdan geldiler. Basın özgürlüğü adı altında yapılan bu kişisel saldırı ile kamuoyu önünde yalanlarla şekillendirilmiş bir karakter yaratıldı ve bunun bedelini hem mesleki hem de kişisel hayatımda ödemek zorunda kaldım.
İftiraların Derin Yaraları ve İtibar Kaybı
Sosyal medya platformlarında, televizyon kanallarında ve gazete manşetlerinde, tamamen asılsız bir hikâyenin parçası olarak yer aldım. Paylaştığım her fotoğraf, gerçeğinden koparılarak bambaşka bir anlam kazandırıldı. Gerçek bir yazarın amacı, araştırma yaparak doğruları aktarmak olmalıdır; ancak bu kişilerin hedefi, yalnızca belirli bir siyasi süreci manipüle etmekti.
Adalet Mücadelesi ve Kazanılan Zafer
Bu iftira kampanyasına karşı hukuki mücadelemi olaydan çok kısa bir süre sonra başlatmıştım. Mahkemeye HTS kayıtlarımı, pasaport giriş-çıkış bilgilerimi, telefon kayıtlarımı ve sosyal medya hesaplarımı sundum. Tanık listem de hazırdı. Her bir delil detaylı bir şekilde incelendi. Üç yıl süren yorucu bir sürecin ardından, İstinaf Mahkemesi’nin kararıyla haklı bulunduğum tescillendi. Basın özgürlüğünün bu olmadığı hem yayın evi olan Kırmızı Kedi ’ye hem de İftiracı yazarlara, hatırlatıldı ve maddi tazminat ödemeye mahkûm edildiler. Ancak benim için bu davanın maddi boyutundan çok daha önemli bir yanı adaletin yerini bulması ve onurumun iade edilmesidir. Bu nedenle, bana ödenen tazminatı bir hayır kurumuna bağışlama kararı aldım. Çünkü bu paranın amacı, şahsım için bir kazanç değil, adaletin simgesi olmasıdır. Ailemi ve beni yalanlarıyla yıpratan sözde yazarları asla affetmeyeceğim, inançları var mı bilemem; ama Kul hakkımı da helal etmeyeceğim. Onların kurguladığı bu sahte senaryo belli bir kesime seçim öncesi yardımcı olurken ben sade bir vatandaş olarak bu karmaşa ve kargaşada nasibimi bu şekilde aldım.
Teşekkür ve bir haykırış
Bu zorlu süreçte, bana inanan, güvenen, yanımda duran telefonla arayarak, mesaj göndererek ya da sosyal medya üzerinden desteklerini ileten ve doğruyu savunan herkese bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. Sizlerin varlığı, adaletin zaferine ulaşmamdaki en önemli dayanaklardan biri oldu.
Bu acılar, umarım başka birinin başına gelmez. Balyoz ve Ergenekon süreçlerinde haksızlığa uğrayan silah arkadaşlarımın bir nebze de sesi olmak için Ağrı Dağı’na tırmanan, Ultra maraton (60 km) koşan biri olarak böyle süreçlerde yalnız bırakılmanın ne olduğunu bilirim. Acı olan isen benim o süreçte destek olduğum bazı silah arkadaşlarımın bu müsvedde içeriğinin ne olduğunu, doğruluğunu sorgulamadan twitter gibi şahsi sosyal medya hesaplarında gece gündüz reklamlarını yapmalarıydı. O gün onlara lazım olan adalet bugün de benim için lazımdı. Adaletin zaferi, yalnızca benim değil, herkesin zaferidir. Basın özgürlüğü, bir hak olduğu kadar sorumluluktur.
İftira atarak kaleme alınmış bir kitaba karşı durmak, sadece kendi onurumuzu korumak için değil, aynı zamanda gelecekte benzer kötülüklere zemin hazırlamamak için de elzemdir.
Unutulmamalıdır ki gerçekler, eninde sonunda gün yüzüne çıkar.
Olayın olduğu sabah başka bir gazetede muhabir olan ve benimle röportaj yapan ancak benim anlatmak istediklerimi tam ifade etmeyen Aytunç Erkin’e de buradan çağrı yapıyorum. Şimdi çalıştığınız gazetede doğrunun ve hakkın yanında olduğunuzu bu yazımı paylaşarak gösterebilecek misiniz?
Bu vesile ile sizleri bu konuda bilgilendirmeme imkân sağlayan Yeni Çağrı ve Önce Vatan gazetelerine, değerli editörleri Yağmur Tanyıldız’a da teşekkürlerimi iletirim.