Bir takım sorular sorarak başlamak istiyorum yazıma. İyi ya da kötü nedir? Kötülük içten mi geliyor? Devletin cezai yaptırımları insanın içten gelen bu kötülüğünü ve suç işlemesini tamamen engelliyor mu?  İnsan özgür iradesi ile kaderini seçebilir mi? Özgürlük çok aşırı olduğunda insanlığı suç işlemeye mi sevk ediyor?  Ya da özgürlük devlet tarafından çok kısıtlanırsa insan bundan nasıl etkileniyor? 

Tüm bu sorularımı ele alan bir esere değinmek istedim ve siz kıymetli okurlarım için bu hafta Anthony Burgess’ın Otomatik Portakal kitabını inceledim.  Bu tarz konulara bir çok usta yazar distopyalarında yer verdi ancak Burgess’ın eserinde çok iyi yanları olduğu gibi eleştirilmesi gereken kötü bir yanı var ve on sekiz yaş altı okuyucuların bilgilendirilmesi gereken kritik bir konu bulunuyor. Merak uyandıran bu eser için herkese keyifli okumalar dilerim.

ANTHONY BURGESS

 

1917 – 1993 yılları arasında yaşamış olan İngiliz romancı, besteci, eleştirmen Anthony Burgess’ın en popüler romanı Otomatik Portakal’dır.

Yazara 1959 yılında beyin tümörü tanısı konulup, bir yıldan az ömrünün kaldığı söylenir. Bunu öğrenen Burgess, öldükten sonra arkasında bırakacağı eşinin rahat bir yaşam sürmesi için yazarlık hayatına atılır ve bir yılda tam beş kitap yazar. Sonunda ise konulan teşhisin yanlış çıktığını öğrenen Burgess yazdığı bu eserleri ile artık tanınan da bir yazar olmuştur. 1993 yılında hayatını kaybeden yazar elliden fazla romana imza atmıştır.

Modernizm 19. yüzyılın sonlarında Batı toplumlarında sanayileşme, kentleşme ve teknolojik ilerlemenin getirdiği değişimlere bir yanıt olarak ortaya çıkan kültürel ve sanatsal bir harekettir ve Burgess eserlerinde bu edebi akımın izinden girmiştir.

OTOMATİK PORTAKAL

Queer as a clockwork orange, görülebilecek en tuhaf davranışları sergileyen ve başkaları tarafından yönetilen kişi anlamına geliyor.

Burgess kitabını yazmaya başlarken rengi ve kokusu hoş bir meyvenin kullanıldığı bu deyişin tam da anlatmak istediği duruma yani Pavlov kanunlarının uygulanmasına dayalı bir hikayeye çok iyi oturduğunu düşünür. Kitabın isim hikayesi buradan gelmektedir. Bu arada roman 1971 yılında Stanley Kubrick tarafından filme de uyarlanır.

Toplumsal şiddeti, geceleri sokakları terörize eden genç yaştaki insanları, uyuşturucu madde kullanımının insanlarda yarattığı psikolojiyi, argoyu, cezai yaptırımların insanların suç işlemesi üzerindeki etkilerini ve özgürlük kavramını ele alan bir distopyadır Otomatik Portakal.

Eserde suça ve şiddete eğilimin aşırı derecede fazla olduğunu görüyorsunuz. Devletin ise bu durumla olan mücadelesine ve suç işlemeyi engellemek için insan özgürlüğüne müdahale etmek zorunda kalmasına tanık oluyorsunuz. Sonunda ise bu yolun doğru bir yol olup olmadığını sorguluyorsunuz.

Kitabı aslında üç bölümde incelememiz gerekmektedir. Birinci bölümünde liderlerinin Alex olduğu genç yaşta bir çete, ahlaki değerlerden yoksun olarak insanlara şiddet göstermektedir, tecavüz etmektedir, hırsızlık yapmaktadır ve tüm bunlar çok abartılı bir argo çatısı altında gerçekleşmektedir. İnsanların can ve mal güvenliği bulunmamaktadır ve şiddet giderek artmaktadır. Kitabın ikinci bölümünde çete lideri Alex yakalanarak hapse girer ve bir süre boyunca burada devlet tarafından beyin yıkama tedavisi altında bir deneye maruz kalır.  Kitabın son bölümünde ise özgürlük kavramından yoksun olarak otomatikleştirilmiş bir bireye dönüşmüş bir şekilde hapisten çıkan Alex’in toplum içindeki mücadelesi başlar.

Anthony Burgess’ın yazdığı bu distopyasında net bir şekilde, devletin insan özgürlüğünü kısıtlayan cezai uygulamalarının, kişinin içinden gelen bu kötülüğe ve suç işlemesine engel olmadığını anlıyorsunuz. Aslında kişi ahlak sahibi olsa, zaten özgürlük sınırlarını bilerek yaşayacak, başkasının hakkına müdahale etmeyecek ve toplumsal düzen her zaman korunacaktır.

Ancak kitapta yer alan Alex gibiler ise her toplumda her zaman var olacaktır, zaten Burgess’ın da anlatmak istediği tam olarak bu kişilerdir ve önemli olan cezai yollarla onların özgürlüklerini kısıtlamak, otomatikleştirmek değildir. Önemli olan bu gibi insanları suç işlememeye yöneltecek yönetim sistemini bulabilmektir.

 Çünkü ‘’ Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna bir baskı yöntemi uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum…’’ diyor sevgili Anthony Burgess.

Kitabın konusu oldukça ilgi çekici ve ele alınan tema çok kıymetli ancak eleştiri yapmak istediğim çok önemli bir konu var. Bir yazar ele almak istediği toplumsal meseleyi anlatırken, bunu her yaştan herkesin okuyabileceğini düşünmelidir. Benim kitabımı on yaşında bir çocuk da okuyabilir ya da yirmi yaşında bir genç de okuyabilir diyebilmelidir ve yazılarını bu üslup ile yazmalıdır. Böyle bir eser konusu ne olursa olsun bu kadar argo ve belden aşağısını içermemelidir, içeremez. Kitabın neredeyse her sayfasında aşırı derecede argo yer almaktadır ve dolayısı ile kitabı on sekiz yaş altı kimseye asla tavsiye etmiyorum. Özür dileyerek söylüyorum ama bu kitabın kapağında koskocaman bir ‘’artı on sekiz’’ simgesi olmalıdır.

Yazımı her zaman olduğu gibi kitaptan aldığım güzel bir alıntı ile sonlandırıyorum.

‘’Bugünlerde kitap okuyan birini görmek gerçekten göz yaşartıcı.’’

Çok okuyun, kitapla ve sevgiyle kalın…