Köy hayatının kısıtlı şartlarından kurtulmak ve çocuklarına daha iyi gelecek hazırlayabilmek amacıyla şehre göç eden aileler, başlarını sokabilecek kadar mütevazı bir ev sahibi olabilmek için Kovanağzı’nın uçsuz bucaksız tarlalarından satın aldıkları küçük arsalara önce yerleşebilecekleri ölçekte bir ev yapıp kiradan kurtulur, sıvasını, boyasını ve hatta çatısını sonradan, eline para geçtikçe tamamlardı. Evler plansız, projesiz ve dahi ruhsatsız olsa da para vererek satın alınan tapulu arazilere inşa edildiği için gece kondu sınıfına girmezdi. Hazine arazine yapılmadığı için bu evlere, Aydınlar Ocağı Başkanı Dr. Mustafa Güçlü’nün tanımlamasıyla “Gündüz Kondu” demek daha doğruydu.

Çekiçle işlenmesi kolay olan Sille taşı, su basman yapısı için inşaat ustalarının tercihiydi. Yeni adı Kayalı olan Tulassa köyünden getirilen taşlar sert olur, üzerindeki yeşilimsi tabakayı çocuklar tükürükle harç haline getirip avuçlarına kına yakardı. Briket henüz yaygın değildi ve ot tuğlası lüks sayılırdı. Kerpiç, yaz aylarının ekin olduran sıcak günlerinde kesilir ve çatlamaması için sık sık nemlendirilerek kurutulması gerekirdi. Harç olarak beton yerine salt çamur, sıva olarak da içine saman katılmış çamur kullanılır, ak toprak ya da kireç ile boyanırdı. Dış cephe duvarının alt bir metrelik kısmınasuda eriyen kırmızı toprakla şerit çekenlerin Beyşehir ya da havalesinden olduğunu herkes bilirdi.

Bazı zamanlar Belediye zabıtaları kenar mahallelerde kaçak avına çıkar ve yakaladıkları ruhsatsız yapıları mühürleyerek inşaatı durdurduğu olurdu. İnşaat tamamlanmamış olsa bile içinde hayat emaresinin olması mühürleme ve yıkım kararı alınmasını engelleyeceği inancıyla kimi insanlar, kaba inşaat devam etse de bir odayı oturulur hale getirip perdeyi takardı.

Karı koca olan Musatafa dayım ile Şerife halam Konya’ya taşındıklarında ilkin Açöldümlerin kanal dibindeki evinde, sonra da Tulassalı Mustafa amcanın evinde kirada oturmuş bu sırada Denizköy Sokak’ta bizim bahçenin bitişinde satın aldıkları arsaya ev yaptırmaya başlamışlardı. Temel tamamlanmış, duvar çatılmış, tavan ağaçları atılmış sıra tahta çakmaya gelmişti. Oduncu Nazif amca ve Namı diğer Gözlüklü Hoca Mustafa Dayı da dâhil akrabalar seferber olmuştu. Hamileliğinin son evrelerinde olduğu için yapılmakta olan evi o güne kadar göremeyen Şerife halam merakını yenemeyip güç bela geldiğinde sıvasız, kapısız, penceresiz, etrafı pejmürde haldeki inşaatı görünce “Sümeye (yani boşuna) uğraşmayın, ben bu eve oturmam” diye celallenip gitmişti. Gözlüklü dayı elindeki çekici çivinin başına savururken “Biz yapalım da sen oturmazsan kalgı (yani hopla, zıpla) haylen” diyerek herkesi gülüştürmüştü.

İnşaatın ince işçiliği de tamamlandıktan sonra halam tabi ki gelip oturdu. Hatta zaman içinde büyüyen ailenin ihtiyacına paralel olarak ek odalar yapıldı, üstüne çatı katı da inşa edilerek iki daireli bir ev oldu.

Köyden göç edenler arasında okuryazarlık oranı düşük olsa da kış aylarını şehir evinde geçirip baharla birlikte bahçe evlerine göç eden bağ sahipleri arasında mektep görmüş ve çocuklarını yüksek tahsile yollayanlar vardı. Okuryazarlığı olmayan kadınlar mahalleye otobüs seferleri başladığında okuma bilmediklerine hayıflanır olmuşlardı. Öyle ya; otobüslerin önündeki yazıyı okuyup hangi semte gittiğini bilebilseler öteki mahallelerdeki akrabalarına hiç olmazsa bayram ziyaretlerine, düğüne, nişana gidip gelebilirlerdi.

Devletin başlattığı Okuma Yazma Seferberliği belki de sırf bu yüzden kadınların büyük ilgisini gördü. Sonraki yıllarda adı Köy Hizmetleri olan YSE’de Tesisler Şefi olarak çalışan ve mahalleye otobüs tahsis edilmesine emek veren Akörenli Cavit ağabeyin Halk Eğitim Müdürlüğü Eğitmeni olan kızı Cemile Hanım, okuma yazma seferberliği kapsamında, yaşadığı semtin insanlarına yararlı olmak için Ali Taşoluk İlkokulu’nda kurs açtı. Afiş ve sair duyuru yöntemleri gelişmediği için bu görevi öğrenciler üstlendi, okuma yazma öğrenmeye istekli kadınlar okula müracaat edip kaydını yaptırdı. Gündüz saatlerinde normal tedrisat olduğundan kadınlar ancak son ders zili çaldıktan sonra sınıflara girebiliyordu.

Kurs kış mevsiminde açılmasına rağmen Kovanağzı’nda epeyce rağbet görmüş; Cemile öğretmenin teyze, hatta nine seviyesinde yetmişli yaşlarda öğrencileri olmuştu. Bizim muhitten Şerife, Selman, Zehra, Firdevs, Kadiye, Dudu ve Fadim ablalar gibi annem de bu öğrencilerden biriydi. Akşam yemeğini ocaktan indirip dinlenmeye bırakan ve pazar torbasına defterini, kalemini, okuma fişlerini koyanlar öbekler halinde okulun yolunu tutuyor, bahçede titreyerek öğrencilerin dağılmasını bekledikten sonra, çocuklarının boşalttığı sınıfa giriyordu.

O yıllarda oyun çağındaki çocuklar masa başında bilgisayarda, ataride değil de sokaklarda, boş tarlalarda oyun oynayabildikleri için eli derste olsa da aklı sokakta dolaşır, ilk fırsatta da kendini dışarı atardı. Kurs öncesinde, ders çalışmaları için çocuklarını sokaklardan eve sokabilmenin derdinde olan kadınlar kendileri kursa başladıktan sonra ders ile iş arasında sıkışıp kalmış, güncel dedikoduları da okul muhabbetine evirilmişti. Bu durum bazı çocuklar için de keyifle hale gelmişti. Annelerine ve komşu kadınlara “Dersleriniz nasıl?” diye sorup “Öğretmenizi üzmeyin, dersinizi yapmadan dışarı çıkmayın” diyen takılanlar olurdu.

Annem, okuldan gelir gelmez akşam yemeği ve bulaşık işlerini hallettikten sonra defterini kitabını açar dersine eksiksiz çalışırdı. Okulda öğrendiklerine ilaveten, bizden de istifade ettiğinden olsa gerek, kursun en çalışkanlarından biriydi. Onun el yazısı, doktor reçetesini andıran benim çok yazımdan fevkalade güzeldi mesela. İş hayatına atıldığım yıllarda tuttuğum notları gören bir doktor hayretle bana “Sizde mi doktorsunuz” diye sormuştu da “Doktor yazısını öğrendim ama tıp ilmini alamadım” demiştim!

Okula başladığımızda annem, ders çalışırken bize refakat edip göz kulak olur, ödevlerimizi savsaklamamızı engellemeye çalışırdı. Okuma yazma bilmediği halde bize nasıl ders çalıştırdığını ve yanlışlarımızı nasıl tespit ettiğini ise sormayın; halâ çözebilmiş değilim! Bu galiba anne sezgisinin bir özelliğiydi.

Ev işlerini bitirip Biga Sokak’ın köşede toplanan kadınların gündemi değişmiş okuldan konuşur olmuşlardı. Bu yaşlarında kendilerine sabırla okuma yazma öğretmeye gayret eden Cemile öğretmene hepsi hayrandı ve onu en güzel sözlerle methederlerdi. En büyük şikâyetleri ise kursa katıldığı halde öğrenmeye meyli olmayıp, sınıfı ders yerine başka konularla oyalayan birkaç kadın ile sınıfların soğuk olmasıydı. İşte o soğuklarda annem hastalandı ve doktorun verdiği iğnelerle şifa aramaya başladı. Fakat mahallede sağlık kabini yoktu. İğne yaptığı bilinen bir kadına birkaç enjeksiyon yaptırdıktan sonra annemin kalçasında beliren çıban her geçen gün büyüdü, yürüyemez, hatta ayağa kalkamaz duruma geldi. Kurs bir yana, evin işlerini de göremiyordu. Neyse ki yardımlaşma kültürümüz vardı; bazen Zehra abla, çoğunlukla da Selman teyze yardımımıza geliyor evi tertipliyor düzenliyor, yemek, bulaşık, hatta çamaşır işlerimizi görüyorlardı. Elektrikli süpürgenin, bulaşık ve çamaşır makinesinin olmadığı o yıllarda bu işlere yardımcı olmanın kıymeti büyüktü. Çünkü evler ot süpürgesiyle süpürülür, çamaşırlar bahçede kurulan kazanda yahut güğümde kaynatılan suyla yıkanır, hatta mutfak tüpü karaborsaya düştüğünden yemekler odun, çoğunlukla da tezek yakılan ocaklarda pişirilirdi. İşte bizim komşularımız, annemin birkaç ay süren o hastalık döneminde bu şartlarda bize yardımcı oldular. “Şerife Hala yardım etmiyor muydu?” diye sormayın; onlar henüz Konya’ya gelmemişlerdi. Kot pantolon, tişört gibi giysiler henüz hayatımıza girmediğinden kumaş pantolonlarımızı ve gömleklerimizi ütülemek de benim işimdi. Bu kadar da değil, komşu kadınların evimizdeki yükünü hafifletmek için diğer işlerine de yardım etmişliğim olmuştur.

Kursun en başarılı öğrencisi olan annem iyileşip ayağa kalktığında eğitim programı tamamlanıp başarı belgeleri dağıtılmıştı. O ise bir ya da bir buçuk ayda öğrendikleriyle otobüs levhalarını okuyabildiğine şükretmekle yetinmişti.

Cemile öğretmen mahalledeki kadınlarının ruhuna ışık vermiş ve kendi cehaletinin farkına varan bu insanlar çocuklarının tahsili için varını yoğunu seferber etmekten geri durmadı.