Türkiye jeopolitik konumu itibariyle özellikle kan gölüne dönmüş Ortadoğu’dan gelen sığınmacılarla birlikte göç selinde boğulmaktadır.
Üstüne üslük Ukrayna- Rusya savaşı da bu göç selinin tuzu biberi olmuş, savaştan kaçan insanların mekânı haline gelmiştir.
Yüzyıl önce ulus devlet olarak nice zorluklara göğüs gerilerek kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti bu hayâsızca akın sebebiyle işgal altındadır.
Ekonomik, sosyal, kültürel, güvenlik ve birçok alanda dış müdahaleye açık bir halde istikrarsızlaştırılması istenen bir ülke haline getiriliyoruz.
Plan büyük ancak milli zekâmız daha da büyük!
Mülteci, göçmen, sığınmacı, kaçak olarak söylemlere konu olan ve uluslararası hukukta bilinen adlarının detaylarına çok girmeden durumu vahameti gözler önüne sermek istiyorum. Çünkü bu tanımlar biz Türkleri oyalayacak, göçmen sayılarının rakamsal değerleri de canımızı sıkacaktır.
Sığınmacı krizi yaklaşık 13 senedir ilmek ilmek işlenmiş ve artık Türkiye’nin büyük güçlerin işgal planı altında işleme konulmuştur.
Bunu söylemeye cesaret etmek, dile getirmek her Türk vatandaşının görevi haline gelmiştir.
Bu konuda az sayıda da olsa birkaç siyasi partinin çalışmalarına şahit olmaktayız. Bu durum ne yazık ki toplumun belirli bir kısmı tarafından siyasi çıkar veya rant olarak algılanması veya kaba tabirle “ırkçılık” olarak değerlendirilmesi kesinlikle hata olacaktır.
Vatanına milletine sahip çıkma refleksiyle ilerleyen ve bu konuda ivedi bir şekilde ne yapması gerekiyorsa uygulamaya dökecek her kurum ve kuruluş değerlidir.
DEMOGRAFİK YAPININ BOZULMASI NE DEMEK?
Öncelikle ülkemizden faydalananlar dışında, bize bu düzenin hiçbir yararının olmayacağı hepimiz için çok açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Hala anlamayanlar için kelime anlamıyla başlayacak olursam Demografi sözcüğü, diğer adıyla nüfus bilimidir. Dünyada veya bir ülkede bulunan nüfusun yapısını, durumunu, dinamik özelliklerini inceleyen bilim dalıdır. Yunanca demos ve graphein kelimelerinden meydana gelmiştir. Doğumlar, ölümler göçler ve yaşlanma ile ilgili çalışmalar bu bilim dalı tarafından yapılır.
Bu nedenle gelişmiş ülkelerin tamamı demografik yapının ülke için işlevini düzenlemek, buna göre tedbirler almak, hedeflemeler yapmak, planlamaları bu yapının süreç içerisindeki biçimine göre kurgulamak için yoğun çaba sarf ederler.
Bizim gibi gelişmekte olan ülkeler ise bu yapının oturması, kısmen stabilite (denge) kazanması, öngörülebilir ve planlanabilir olması için çaba gösterirler. Demografik (ulus aidiyeti) yapıda meydana gelecek ihtimal dışı sapmalar, tüm toplumu ve devletin tüm planlamalarını olumsuz etkiler.
Türkiye sadece şimdi değil tarih boyunca; hem göç veren, hem göç alan, aynı zamanda transit geçiş ülkesi olmuştur.
Makedonya'dan ilk göç hareketi 1924 yılında ülkedeki Türklerin Anadolu'ya göçü ile başlamıştır. İkinci göç dalgası 1936 yılında, üçüncü göç dalgası Türkiye-Yugoslavya arasında serbest göç anlaşması imzalandıktan sonra 1953 yılında gerçekleşmiştir.
Yugoslavya'dan 305.158 kişi (77.413 aile) Cumhuriyet devrinde Türkiye'ye göçmüştür. 14.494 kişiyi devlet iskan etmiş, kalanları serbest göçmen olarak kendileri Anadolu'ya yerleşmişlerdir.
Bulgaristan Türkiye'ye büyük kitlesel göç gönderen bir ülkedir. 1989'a kadar 800.000 kişi dört dalga halinde Anadolu'ya ulaşmıştır. Türkiye-Bulgaristan ikamet sözleşmesiyle (1925) 218.998 kişi 1949 yılına kadar göçmüştür. 1946'da Bulgaristan Halk Cumhuriyeti'nin ilanı ve 1949-1951 arasında 156.063 kişi Türkiye'ye göçmüştür. 1968-1979 arasında Türkiye-Bulgaristan arasındaki yeni göç anlaşması ile 116.521 kişi Türkiye'ye göçmüştür. 1989 yılında Bulgar devletinin Müslüman Türk vatandaşlarına yaptığı etnik baskıdan dolayı büyük bir göç dalgası yaşanmıştır.
Romanya'dan Türkiye'ye 1923-1949 arasında 79.287 kişi iskanlı göçmen, 43.271 kişi serbest göçmen olarak gelmiştir.
Balkanlardan 1923-45 arasında toplam 800.00 kişi Türkiye'ye göç ettirilmiştir.
1950 yılında bağımsız devlet olan Doğu Türkistan Cumhuriyeti, Çin işgaline uğradığında Türkiye'ye göç gerçekleşmiştir.
II. Dünya Savaşında Nazi birlikleri ile birlikte savaşa katılan Doğu lejyonlarından bazıları Türkiye'ye yerleşmiştir. Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Balkar, Karakalpak, Karaçay, Azeri, Çeçen, İnguş, Dağıstan gibi Müslüman kökenli insanlardan bir kısmı Anadolu'yu yeni yurt olarak seçmiştir.
ANCAK gelen göçmenlerin kültürü de özü de aslı da TÜRKTÜR veya Türk çatısına aşinadır.
Farklı ülkenin kültürel sosyal hatta dini yapısına maruz kalmış olsa da özleri Türktür!
Bu bilgiden sonra demografik yapının güncel sorunlarına değinelim.
Öncelikle, sığınmacılara yapılan yardımlar dolayısıyla yoksulumuz daha da yoksul olmuştur. Hatta artık gözden çıkarılma seviyesine getirilmiştir. Ucuz işçi statüsünde oldukları ve ne yazık ki işverenler tarafından daha çok tercih edildikleri için gençlerimiz işsiz kalmıştır.
Kaçak çalışan milyonlarca sığınmacı yüzünden iş bulamayan vatandaşlarımız; ev temizliğine giden kadınlar, geçici işlerde, günübirlik inşaat ve tarım işçiliği, amelelik, hamallık yapanlar, açlığa mahkûm durumla karşı karşıya kalmışlardır.
Hastaneler de bile Suriyeli sığınmacılara ayrıcalık uygulanmaktadır. Öncelikli muayene sırası almakta ve hastane masrafları karşılanmaktadır.Yurdum insanı devlet bir kısmını karşılasa bile eczanelerde ilaç alamazken Suriyeliler rahatlıkla ilaçlara ulaşabilmektedir. Bu sizi rahatsız etmiyor mu?
Hastane demişken hastanelerde artık Türk doktorları bulabilmekte mümkün değil. Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK, “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz” derken Arap doktorlardan bahsetmedi elbette… Hastaneler arap ve İranlı doktorlardan geçinmiyor. Bu sizi rahatsız etmiyor mu?
Bu konunun da acilen çözüme ulaşması gerekiyor.
Güncel sorunlara devam edersek en büyük sorunlardan biri olan can güvenliğimiz…
Göçmen statüsünde gelen göçmenler toplumumuza aşina olmadıkları için mahalleler kurmakta ve kendi kültürlerini yaşatmaya devam etmektedir. Entegre olmaya çalışmak yerine kendi topluluklarını oluşturmaktadır. Senelerce bizlerle yaşayan Arap Kürt kökenli güneydoğu insanlarından bahsetmediğimi bu konuda ırkçılık yapmadığımı şiddetle altını çiziyorum . Benim bu konuda dikkatini çekmek istediğim mevzu yeni gelen ne olduğunu bilmediğimiz göçmen akının etkileridir.
Gelen göçmenlere hiçbir şekilde kimlik kontrolü yapılmamaktadır. İn mi cin mi hırsız mı katil mi sapık mı cani mi olduğunu bilmeden ana yurdumuza alıyoruz. Bu sizi rahatsız etmiyor mu?
Ben neslimi evladımı sokaklarda rahat bir şekilde gezmesini isterim. Çocuğumun başına bir iş mi gelecek paniğiyle yaşamayı kim ister?
Güncel sorunlar yaza yaza bitmez…
Sonuç olarak, bu konuda halkımızı bilinçlendirmeye çalışan tüm kişi kurum ve kuruluşu dikkatle dinlemeli, bu konuyu gündeme getirenlerin amaçlarının “ırkçılık” değil milletimizin yararına ses çıkarmaya çalıştıklarını anlamalıyız. Ulusal güvenlik ve ekonomik tehditler göz önünde bulundurularak, ülkemiz göç selinde boğulmadan önce sığınmacıların bir an önce ülkelerine yollanması şarttır.