Doğum günü bütün insanların vazgeçilmezi olduğu tarihtir. Her yıl bu tarihi anmak; bireyin tarihte yerini aldığının iyisi ile kötüsü ile hatırlaması veya hatırlatılmasıdır. Tarihte bilinen ilk doğum günü kutlaması, Eski Mısır’da ve milâttan önce 3000’lerde yapılmıştır… Yani yaklaşık beş bin yıllık bir geçmişi var ve ilk defa firavun hanedanından “kendisinin kutsal tanrı olduğunu iddiâ eden” birisi için kutlanıyor. Bu doğum günü kutlamasını yapan ilk kadın da Kleopatra diye bilinmektedir…

Eski Yunanlılar’ın inanışında ise, av ve ay tanrıçası kabul edilen Artemis, her ayın altısında doğum gününü kutluyor. Bu sebeple her ay bir doğum günü kutlaması ve yılda on iki doğum günü oluyor. Bu kutlama esnasında, Artemis’in kendisine un ve baldan kocaman bir pasta yaptığına inanılıyordu. Ayrıca Yunanlılar’ın doğum günü kutlamaları yaptıkları nakledilir. Bu kutlamalar, sadece erkekler için yapılır ve o erkeğin ölümünden sonra da “doğum günü” kutlamaya devam

Aynı kültürün devamı mâhiyetindeki Hristiyanlık’tan önceki Roma’da, imparator ve önemli devlet adamlarının doğum günleri, Senato (meclis) kararı ile “millî bayram” îlan edilerek kutlanmıştır. Hristiyanlığın doğuşu ile bütün bu doğum günü kutlama âdetleri sona ermiştir. İlk Hıristiyanlar, yaşadıkları dönemin zorlukları ve gördükleri işkenceler yüzünden, insanın “dünyaya doğuşunu” kutlamak yerine, bu çile yurdundan ayrılmak demek olan “ölümü” kutlamayı tercih etmişlerdir. Bu sebeple ismi yaşatılan Hristiyan azizlerinin doğum günü değil, ölüm günleri kutlanırdı. Çünkü bu azizler, öbür dünyaya geçmek sûretiyle “gerçek hayata doğmuş” olurlardı.

Daha ilginci ise, Mîlattan sonra 245 tarihinde, Kilise, Hazret-i İsa’nın doğum gününü kendince tespit ettiği hâlde, böyle bir günü kutlamayı, Mısır firavunlarının ve putperestlerin adetlerine benzemek olarak görmüş ve büyük bir günah kabul etmiştir. Bu bakış açısı, M.S. 4. yüzyıldan sonra değişmeye başlamıştır. Bu dönemde, Hazreti İsa’nın 25 Aralık tarihinde doğduğu kararlaştırılmış ve bu gün, “Christmas” (Noel) olarak kutlanmaya başlanmıştır. Fakat bu adetin, aile fertlerine yayılması için yaklaşık 800 yıl geçmesi gerekmiştir. Bugünkü şekliyle, aile içindeki doğum günleri Avrupa’da 12. yüzyılda kutlanmaya başlamıştır. Hatta çocukların doğum günü kutlamalarında Kilise tarafından tutulan doğum günü kayıtları esas alınırdı.

Doğum günlerinde yenen pastaların üzerinde yakılan mumlara üfleme kültürü, Antik Yunan toplumlarından gelmektedir. Bu halklar, ay takvimine göre her ayın 6. gününde Artemis Tapınağı'na giderek; avın, vahşi yaşamın, vahşi hayvanların, Ay'ın, iffetin ve doğurganlığın tanrıçası olarak bilinen Artemis'in doğumunu kutlar ve mumlar yakarlardı. Bu kekler, Ay'ı temsil edecek biçimde, dairesel olarak pişirilirdi. Ne var ki Artemis'in doğurganlığın tanrıçası olması ile kek üzerine mum dikme kültürü arasındaki ilişki tam olarak netleşmiş değildir. Batı Avrupa toplumlarında ise 19. yüzyılın ortalarına kadar gitmektedir. 1746 yılında pasta ve kek kullanılmıştır.

Ancak bir insanın hayatının her yılı için bir mum yakmaya yönelik Alman geleneği unutulmamalıdır. Mumlar yakıldıktan sonra bir şarkının söylenmesi geleneğin Avrupa’da yaygınlaşmıştır. İngilizce’deki en çok tanınan sözcükleri içeren bu şarkı, 1893 yılında Patty ve Mildred J. Hill tarafından yazılan Good Morning to All şarkısına dayanmaktadır. Doğum günü çocuğunun, mumları üfleme geleneği ise 1880 yıllarından sonra görülür. Dilek tutacak dokuz arkadaş, mumu üflemeden önce iyi dileklerini yüksek sesle dile getiriyorlardı. Bu noktada, doğum günü çocuğunun mumların hiçbirini üflemediğine dikkat edilmelidir. Mumları doğum günü sahibinin değil de misafirin söndürme geleneği 20. yüzyılın ilk on yılında da devam etti.

Osmanlı İmparatorluğu'na doğum günü kutlamalarının gelişi ise 19. yüzyıla denk gelmektedir. Aslen padişahın çocukları için yapılan bu kutlamalar, bu dönemde yetişkinlere ve tabii ki, padişaha da sıçrayarak daha yaygın bir kutlama haline geldi. İlginç bir şekilde bu kutlama, ayaklanmaların baş göstermeye başladığı imparatorlukta, farklı kültürleri ortak bir paydada birleştirecek bir gelenek olarak görülüyordu.

II. Mahmut, Osmanlılar için yeni olan, veladet-i hümayun ya da veladet-i padişahi denilen doğum günü kutlamalarına büyük önem verdi. Bu yeni adetin kimden geldiği tam olarak bilinmese de arşiv belgelerinden Avrupa’daki kutlamaları takip eden, Avrupa da görev yapan elçilerin düşüncelerinin büyük etkisi olduğu anlaşılıyor. II. Mahmut’tan sonra kutlamaların kapsamı genişliyor ve protokol haline geliyor. Sadece ülke içinde değil, yurt dışındaki elçiliklerde de kutlamalar yapılıyor ve padişaha iyi temenniler dileniyor. Sultan Abdülmecit ve Abdülaziz, II.Mahmut’un politikasını izliyorlar ve kutlamalar yoluyla kamusal alanda görünür olmaya çalışıyorlar. II.Abdülhamitkutlamaları farklı bir boyuta taşıyor. II.Abdülhamit döneminde çok daha şaşalı ve kapsamlı kutlamalar yapılıyor. Kimin kutlayıp kutlamadığı, kutlayanların nasıl kutladığı denetleniyor. Hatta hangi devlet memurunun kutlama yaptığı gazetelerde yayınlanıyor, güçlü bir denetim mekanizmasının kutlamalarda etkin rol oynadığı çok açık.

20. yüzyılın ilk çeyreğinde ise, doğum günü dileğinizin gerçekleşmesi için, doğum günü çocuğunun tüm mumları tek bir nefeste ve başarılı bir şekilde üflemesi gerektiğine yönelik bir inanç doğdu. O gün bugündür bu inanç süre gelmektedir.

Sonuç: Tarihi seviyorum-sevmiyorum diyenler, doğum günü kutlamaları ve bu tarihi her yıl sabırsızlıkla beklemenin ne kadar heyecanlı olduğunu yaşamak tarihin tâ kendisidir. Tarihi secdeniz de, sevmeseniz de; “tarih hayatınız, hayatınız da tariftir.”