Suriye, tarih boyunca birçok medeniyetin etkisi altında kalmış ve stratejik konumu nedeniyle her dönemde önemli bir merkez olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaklaşık dört asır boyunca adaletin ve düzenin hüküm sürdüğü bu topraklar, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransız mandası altına girdiğinde derin bir dönüşüm sürecine girmiştir. Osmanlı’nın yönetim anlayışıyla kurulan toplumsal huzur, Fransızların “böl ve yönet” stratejisiyle bozulmuş, yerini çatışmalar ve ayrışmalara bırakmıştır.

Osmanlı döneminde Suriye’nin yönetiminde patrimonyal bürokrasi sistemi etkiliydi. Bu sistem, farklı dini ve etnik grupların haklarını tanıyan bir millet politikasıyla toplumsal çeşitliliği dengede tutmayı başarmıştı. Yahudi, Süryani, Alevi, Dürzi ve Sünni topluluklar, Osmanlı’nın adalet anlayışı sayesinde barış içinde bir arada yaşamıştı. Yerel liderlerle iş birliği yapılarak yönetimde denge sağlanmış, halkın talepleri merkezi otoritenin desteğiyle karşılanmıştı. Ancak bu huzur ortamı, Fransız mandasının gelişiyle hızla değişti.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında imzalanan Sykes-Picot Anlaşması ile Suriye, Fransız mandasına bırakıldı. Fransa’nın uyguladığı “böl ve yönet” stratejisi, Osmanlı’nın kurduğu dengeyi alt üst etti. Fransız yönetimi, Suriye’yi dini ve etnik temellere göre bölerek toplumu parçalamayı tercih etti. Şam, Halep, Cebel el-Dürzi ve Cebel el-Aleviyin bölgeleri olarak dört ayrı idari birim oluşturulmuş, halkın bir arada yaşama kültürü zayıflatılmıştı. Fransa, ayrımcılığı derinleştiren politikalarıyla toplumsal huzursuzluğun tohumlarını attı.

Fransızların bu ayrıştırıcı yönetim tarzı, toplumsal huzursuzluğu artırmakla kalmadı ve aynı zamanda Suriye halkının ekonomik yükünü de ağırlaştırdı. Yerel halkın tarım ve doğal kaynaklarının Fransa’nın çıkarlarına hizmet etmesi için düzenlenmesi, halkın tepkisini daha da büyüttü. Fransızların vergileri artırması ve küçük üreticilere ekonomik baskı uygulaması, halkın geçim sıkıntılarını derinleştirdi. Osmanlı döneminde toplumun her kesimine tanınan ekonomik haklar, Fransız mandasıyla yok edildi.

Bu huzursuzluk, 1925 yılında patlak veren Büyük Suriye İsyanı ile açık bir direnişe dönüştü. Sultan el-Atraş liderliğindeki bu isyan, halkın Fransız manda yönetimine karşı gösterdiği en büyük tepki olarak tarihe geçti. Fransızların Şam’ı bombalayarak bastırdığı bu isyan, Suriye halkının Osmanlı döneminde sahip olduğu huzur ve adalete duyduğu özlemin bir yansımasıydı. Fransızların baskıcı politikaları, Arap milliyetçiliğini güçlendirerek bağımsızlık hareketlerine ilham verdi.

Osmanlı İmparatorluğu’nun patrimonyal yönetim anlayışı, Suriye’de dört asır boyunca toplumsal huzuru ve birliği sağlamıştı. Bu miras, Fransız mandasıyla sona erdi. Fransızların ayrıştırıcı ve sömürücü politikaları, Osmanlı’nın inşa ettiği adalet sistemini yok etti. Sonuçta, Suriye halkı bağımsızlık mücadelesiyle yeniden bir araya geldi. Ancak Fransızların bıraktığı toplumsal ve ekonomik yaralar, modern Suriye’nin istikrarını uzun yıllar etkiledi.

Osmanlı’nın adalet ve birliği esas alan yönetim anlayışı, günümüz Suriye’sinin sorunlarına da ışık tutuyor. Osmanlı’dan alınacak ders, toplumsal çeşitliliği bir zenginlik olarak görmek ve herkese eşit haklar tanımaktan geçiyor. Fransız mandasının yanlışlarından ders çıkarılarak, Suriye’nin gelecekte barış ve huzura kavuşması mümkün olabilir. Osmanlı’nın adaletle sağladığı düzen, bugün de bize toplumsal birlikteliğin önemini hatırlatıyor.