Polisiye roman denilince hiç kuşkusuz Türkiye’de akıllara Ahmet Ümit ve yaratmış olduğu karakteri Başkomser Nevzat geliyor. Ahmet Ümit romanlarının bir artısı da kurgunun yanında mutlaka tarihî bir olayı, dönemi ya da kişiyi öğretiyor olmasıdır.

Usta yazarın birçok romanını okumuş olsam da benim için ‘’Sultanı Öldürmek’’ romanının yeri ayrıdır. İnanıyorum ki benim gibi Osmanlı tarihini sevip okuyanların da bu kitap favori kitapları arasındadır. Çünkü romanda polisiye kurgunun yanında Osmanlı tarihine de gidiyoruz, II. Murad, Fatih Sultan Mehmed Han ve oğullarının döneminde buluyoruz kendimizi. İstanbul’un fethini en ince ayrıntılarına kadar öğreniyoruz. Öncelikle yazmış olduğu bu muhteşem eserinden dolayı usta yazara, kıymetli Ahmet Ümit’e teşekkür ederek, mürekkebi hiç bitmesin diyorum.

SULTANI ÖLDÜRMEK

Bu muhteşem roman, Nüzhet ve Müştak'ın cinayetle biten aşkını anlatırken aslında, II.Murad'ın, Fatih Sultan Mehmed'in, Cem Sultan ve II.Bayezid'in hayatlarına değinmektedir. Bizi Zağanos Paşa ve Çandarlı Halil’in zekiliklerle dolu saray rekabetlerine götürmektedir. İstanbul’un fethini en ince ayrıntılarına kadar anlatan roman; Patricide, Filicide ve Fratricide yani baba katilliği, oğul katilliği ve kardeş katilliği konusu ile dikkatleri çekmektedir.

Kısaca romanın konusuna değinecek olursam, Müştak'ı terk edip Amerika'ya gitmesinin ardından, 21 yıl sonra geri dönen Nüzhet bir akşam Müştak ve Tahir Hakkı'yı yemeğe çağırır. Eski sevgilisine giden Müştak, Nüzhet'i boynuna saplanan mektup açacağı ile ölü hâlde bulur, aynı zamanda psikojenik füg hastası olan Müştak bu cinayeti kendi işlemiş olabileceği ihtimali ile tereddüt içerisinde olayları yaşamaya başlar. Ve Başkomser Nevzat’ın cinayeti çözmesi ile roman son bulur.

Aşk hikâyesinin yalın anlatılması çok güzel olmuş ve cinayet serüveni zekice kurgulanmış. Romanda katili tahmin etmek için tüm detayları düşüneceğinize eminim. Bakalım cinayet sebebini ve katili Başkomser Nevzat’tan önce bulabilecek misiniz?

Romanda üstte yer verdiğim polisiye kurgusunun yanında kendinizi Osmanlı tarihinin içinde buluyorsunuz ve 1400’lü yıllara gidiyorsunuz. Tarihseverlerin ilgisini çekecek bu kısım cidden muazzam anlatılmış.

Şimdi kitabın Osmanlı tarihi kısmına değindiği bu konuların özetini yapmak istiyorum sizlere. Öncelikle II.Murad döneminin son kısmı ele alınmış romanda ve bildiğiniz gibi burada en önemli detay tahtı oğlu II.Mehmed’e bıraktığı dönemdir. Şehzade Mehmed’in ağabeyi Ahmed’in 1437 yılındaki nedeni bilinmeyen ölümü ve bundan yaklaşık yedi yıl sonra Şehzade Alaeddin Ali’nin saray suikastına kurban gitmesiyle tahtın tek varisi Şehzade Mehmed’di. Ve Şehzade Mehmed henüz 12 yaşındayken, 1444 yılında babası tahtı ona bırakmıştı.

Bunu haber alan Macar-Sırp ittifakı kolları sıvamış, Osmanlı Devleti’ne saldırı hazırlığına girişmişti. Bu kısımda devreye giren Çandarlı Halil türlü entrikalar ile II.Murad’ı ordunun başına geçmeye ikna etmişti. 1444 yılında II.Murad ordusunun başında Varna Muharebesi’nde Haçlıları bozguna uğratmıştı. Burada en önemli detay II.Murad’ın tahtı yeniden alma niyeti olmayışıydı, sadece savaşa başkomutanlık yapmaya gelmişti. Ancak sarayda Çandarlı’nın Yeniçerileri kışkırtması ile düzenlenen Buçuktepe isyanı sonucunda II.Murad Edirne’ye padişah olarak geri geliyordu.

Çandarlı’nın hükümdar olmaması için her türlü entrikayı çevirerek saltanattan uzak tutmaya çalıştığı Şehzade Mehmed, babasının ölümü ile 1451 yılında ikinci kez tahta geçiyordu. Genç padişah için Çandarlı’nın kellesini almak farz olmuştu ancak vakit şimdi değildi. Çünkü öfke geçiciydi taht ise kalıcı. Öfke, altın tahtı, akılsız hükümdara mezar yapar, doğru siyaset ise akıllı padişahın adını tarihin sayfalarına altın harflerle yazdırır. II.Mehmed, Çandarlı’nın kellesi için en uygun vakti bekleyecekti, başta Yeniçeriler olmak üzere devlet erkânının ve ulemanın genç padişahın önünde diz çöktüğü günü yani Konstantinopolis’in alındığı 29 Mayıs 1453’ü.

Roman II.Mehmed’in tahtın başına ikinci kez geçmesiyle bizi İstanbul’un fethine götürüyor. Bu kısma oldukça geniş bir kapsamda yer verilmiş ve zaferi en ince detaylarına kadar öğreniyorsunuz. Ve Fatih’in son seferinde, 1481 yılında Hünkâr Çayırı’nda, Gebze yakınlarında ordugâhının başındayken vefat etmesi ile roman sona yaklaşıyor. Kimisine göre hastalık kimisine göre zehirlenme ancak kesin bir cevap bulmak bu ölüm için çok zor. Bence zehirlenme. Bu vakitten sonra da Fatih’in oğulları II.Bayezid ve Cem Sultan'ın tahta çıkma rekabetine tanık oluyorsunuz. Eş zamanlı olarak bu süreç ile kitaptaki ana konu olan cinayet serüveninin Başkomser Nevzat tarafından çözülmesi ile roman son buluyor.

Ahmet Ümit’in kitabında hem aşk hikâyesini hem de bir cinayeti anlatırken, bu derece öğretici şekilde Osmanlı’nın 1400’lü yıllarını da bize anlatması gerçekten kusursuz olmuş. Kesinlikle okunması gereken ve tarihseverlerin ayrıca hayranlık duyacağı muazzam bir kitap.

Ve bence bu kitabın en güzel alıntısı:

‘’ Mantığın bittiği yerde kaos kaçınılmazdır. ‘’

Yazımı ufak bir bilgi vererek bitirmek istiyorum. Bana ayrılan bu köşede kitaplarla ilgili yazılarımı okuyan siz kıymetli kitapseverlere öncelikle çok teşekkür ediyorum ve sizleri İnstagram’daki kitap kulübü sayfama davet etmek istiyorum. Her ay bir kitap okuyup bu kitabı ekip olarak online toplantılarda konuşuyoruz. Toplantılarımıza kitapların yazarlarını, iş dünyasından ve televizyon dünyasından pek kıymetli büyüklerimizi de konuk ediyoruz. Kitap okumaya örnek olmak, teşvik etmek ve gelecek nesillere kitap okuma alışkanlığını kazandırmak için bizler ‘’Knarr Kitap Kulübü’’ olarak elimizden geleni ekipçe yapmaya çalışıyoruz, sizler de bu takımın bir parçası olmak isterseniz beklerim.

İnstagram kitap kulübü sayfa adresimiz: ‘’the_knarr ‘’.

Çok okuyun, kitapla ve sevgiyle kalın…