Türkiye’nin bu kadar barışçıl atılımlarına rağmen ABD, Avrupa yani Batı hala Türkiye’yi neden bu kadar yalnızlaştırmaya çalışıyor derseniz

Türkiye’nin bu kadar barışçıl atılımlarına rağmen ABD, Avrupa yani Batı hala Türkiye’yi neden bu kadar yalnızlaştırmaya çalışıyor derseniz. Uzun söze ne hacet gelin tarihe bakın Avrupa Asya’yı ve Osmanlı’yı güçsüzleştirmek dostlukla olsa bile alaycı bir tavır takındıklarına bakalım. Sonra da o yüzyıllardaki çıkarlarının yayılmacı alanlarını görelim. 

İstanbul’un fethi sonrası Trabzon Rum İmparatorluğu’nun alınması ile birlikte. 1517 yılında Mısır’ın Osmanlı’nın eline geçmesinden sonra bölgedeki Osmanlı egemenliği onları rahatsız etmiştir. Portekizler Kanuni döneminde Hindistan’a giden yolların ellerinde kalması için Hint Müslümanlarına baskı yapmaya başlamışlardır. Osmanlı bu yolların ellerinde kalması için dört defa Donanmay-ı Hümayun göndermiştir. Hatta büyük denizcimiz Piri Reis bu seferlerden birisinde suçlanarak bedelini hayatı ile ödemiştir. 1830 yıllara gelindiğinde başta İngiltere olmak üzere Fransa ve hatta Rusya gerek Süveyş bölgesinin ticari önemi gerekse Kudüs’teki Hıristiyan varlığı için durmadan Osmanlı’ya saldırıda bulunmuşlardır. 1804 yılında Akka kalesi önlerinde Napolyon’un yenilip gerisin geri çekilmesi dâhil! Yine Bakın 1830’larda Osmanlı’nın Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa isyanında İngiltere ve Fransa destek verdiler. 

Nasıl ki; Rusya Osmanlı’ya destek oldu tekrar saf değiştirip Osmanlı’ya döndüler çünkü bu defa da Rusya Osmanlı’ya yardıma gelmişti. Yani Süveyş’e egemen olalım derlerken Boğazları Rusya ele geçirirse “halimiz nice olur, “diye de Mehmet Ali Paşa’yı yalnız bırakmışlardı. Yine 1877 yılında İngiltere Mısır’a zoraki olarak el koymuştur. Sanayi Devrim sonrası motorlu taşıtların icadı ile Petrol’ün değer kazanması sonrası Asya ve Afrika’ya yönelen “Batı” yüzyıllar öncesi gemilere doldurup kaçırarak köle yaptığı insanları bu defa da kendi topraklarında açlığa ve sefalete mahkûm etmiştir.

Birinci Dünya Savaş öncesi sanayide güçlenip sömürge hareketinde bende varım diyen Almanya değil midir? Osmanlı dostluğu sayesinde Asya’daki “dört B” bölgesine yani Batum, Bakü, Bağdat ve Basra’ya sahip olmak istemedi mi? Hatta 3 Şubat 1915 Cemal Paşa’yı Kanal Harekâtı saldırısına yönlendirip on binlerce Osmanlı evladının ölümüne neden olması yine Almanya’nın Mısır’a sahip olma sevdası değil midir? Dost dediğimiz bu devlet ise dostluk boşluğunu doldurmak bahanesiyle sayemizde bu bölgelere ulaşmak istemiştir. 

Hindistan yolunun keşfedilmesi, Dünyanın dolaşılması düşüncesi ve eyleme dökülmesi, Afrika’da dolaşılıp Fırtınalar Burnu denilen Ümit Burnunu geçince Asya içlerine daha rahat bir şekilde ulaşmak istedi. Batı bu kadar meşakkatlere neden katlandı. Bugünün değerlendirilmesiyle katrilyonlarca parayı niçin harcadı. Asya’nın ve Afrika’nın zenginliklerini elde etmek için bu istek bitti mi? Elbette ki, hayır!

Dış politika çabaların odağında; bölgemizden başlamak üzere dünyada siyasi diyalog, ekonomik işbirliği ve kültürel uyumun tesis edilmesi suretiyle tüm tarafların kazanç sağlayacağı adil ve sürdürülebilir bir siyasi, ekonomik ve sosyal düzen tesis edilmesi bulunmakta olup, bu yöndeki çalışmalar kararlılıkla sürdürülmektedir. Esasen, Mustafa Kemal’in “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi günümüzde de Türk Dış Politikasının temel dayanağını oluşturmaktadır. Uluslararası alanda dostluğu ve işbirliği her geçen gün daha fazla aranan, sorunların çözümünde aktif çabalarına daha fazla ihtiyaç duyulan, ayrıca bölgesinde ve ötesinde uyguladığı girişimci ve insani dış politikayla küresel barışa somut katkılar yapan Türkiye olmuştur. Dış politika da Mustafa Kemal’e ve onun vaz ettiği temel ilkelere layık adımlar atabilme gayreti içinde olduğunu görmek sevindiricidir.

Dış Politika da; Filistin, Bosna-Hersek, Kosova, Balkan Türkleri, doğu Türkistan, Gagavuzya, Myanmar(Arakan), Suriye savaş mağdurları, Irak Türkmenleri, Kırım, Afrika’daki tüm fakir ve mazlum ülkeler, Türkiye Cumhuriyeti tarafından uluslararası arenalarda savunulmakta ve büyük yardımlar görmektedirler. 

Özetle söylemek gerekirse Avrupa, “Batı“ Asya’ya ve dolaysıyla Asya’nın saygın ülkesi olan Türkiye’ye ise asla destek olmamış olmuş ise de sadece ve sadece kendi çıkarı için olmuştur. Türkiye’nin 9 Ekim 2019 tarihindeki Suriye üzerinde yapılan “Barış Pınarı Harekâtı’nda” Asya’daki Türk devletler son dönemlerde biraz daha ilkeli davranıp Türkiye Cumhuriyeti’nin yanında olduklarını gösterdiler.

Açıkçası; “Ortadoğu’daki ve Afrika’daki Müslüman Arap devletleri Türkiye’nin yanında birlik olup da ne zaman; “güçlü olan haklıdır, adaleti güçlüler sağlar” ilkesi ile hareket eden “Batılı devletlere;” “haklı olan güçlüdür, adaleti haklılar, sağlar” diyeceklerdir, diye çok merak ediyorum!

Tarih insanın en büyük önderi ve rehberidir. Hele tarihinizde büyük rehberler ve önderler yetiştirmiş bir milletseniz, onları örnek almanız sizleri her zaman güçlü kılacaktır. Hükümet ettiğiniz ülkede geçmişte ibret almak geleceğinizi aydınlatacaktır. 

Kısacası “ben bilirimden” ziyade “biz biliriz” veya “bilenleri örnek almalıyız,”  ilkesi ile hareket ederseniz, bu ilke sizi dünya ülkeleri içerisinde daha saygın kılacaktır. Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Avrupa Birliği Parlamentosu’nun bizlerle ilgili alacağı kararı ben tanımıyorum, ”demişti. Sayın Erdoğan’ın bu konuşması çok doğrudur. Daha dün devlet olmuş olan devletleri kendi birliğine alan AB’nin kararlarını,”  bende tanımıyorum. Yani AB’ye girmek için Avrupa’nın karşısında eğilip bükülmemize gerek kalmadan, ama onların dediği yasaları yapmaktan ziyade, kendi insanımız ve insanlık için yepyeni yasalar yapmalıyız. Türk demokrasi hayatının devamı için doğru olanda zaten bu değil midir?