İstanbul efsane ve gerçekleri ile muhteşem bir şehirdir. Dünyanın arzuladığı şehirdir. Binlerce teşekkür ediyorum bu muhteşem şehri bize hediye eden Fatih Sultan Mehmet ve Mustafa Kemal Atatürk’e! Biri fethetti, diğeri kurtardı. İşte bu güzel şehrimizde efsane de olsa gerçek olduğu kabul gören harika bir hikâye! Hikâye şu ki; Hz. Hüseyni’nin kızlarının mezarlarının İstanbul’da olduğu hikayesidir. Yine ne mutlu bize ki; iki cihanın perveri ve büyük dedeleri Hz. Muhammed’in(s.a.s) alınmasını müjdelediği şehir de torunun kızları yatmaktada olduğu inancı somut olarak da bizi mutlu etmektedir.

Evet Fatih’te Kocamustafapaşa’da, Sümbül Efendi Camii’nin avlusunda, halk arasında yaygın olarak “Çifte Sultanlar” şeklinde tanınan ve kaynakların çoğunda Hz. Hüseyin’in kızları olarak geçmektedir.

Kerbela Savaşı’ndan sonra, bu iki kardeş, esir pazarlarında satılarak Bizans’a gelmişler. İslam büyüklerinin kızları olduğu anlaşılınca buradaki manastıra konulmuşlar.İmparatorun kızı Katerina onlarla yakından ilgilenip Hıristiyan yapmak isterken kendisi Müslüman olmuş. Esir pazarından satın alınan Fatıma ve Sakine o zaman Bizans İmparatorluğu’nun başkenti olarak geçen İstanbul’daki Konstantin’in sarayına getirilir. Kızlar o kadar güzellerdir ki bir bakan bir daha gözlerini alamaz. Girdikleri her yer nur ile dolar Geceler ay gibi aydınlanır. Bunun hikmetini araştıran imparator kızların İmam Hüseyin’in kızları olduklarını öğrenir. Kerbela katliamından sonra Zalim Yezit’in onları köle tacirlerine sattırdığını anlatır kızlar. Konstantin bu kızları oğullarıyla evlendirmek ister. Kızlar kesinlikle bunu kabul edemeyeceklerini söylerler.

Çünkü: Bizim inancımızdan olmayan, Müslüman dahi olsa Ehl-i Beyt’e dost olmayan, İslam’ı; Büyük Dedem Hz. Muhammed (s.a.s) ve Dedem Hz. Ali gibi yaşamayan birisiyle bile bizim evlenmemiz caiz değildir diyerek teklifi reddederler. Konstantin bu kızlardaki ulviyeti ve kerameti görür bu konuda ısrarcıdır. Kurtulamayacaklarını anlayan kızlar kırk gün düşünmek için mühlet isterler. Konstantin kabul eder ve kızı Katerina’yı da onları Hıristiyan yapması ve ikna etmesi için onların yanına verir. Kızlar kırk, gün kırk gece- gündüz üzüntü içerisinde dua eder ve çare ararlar. Onları tanıyan ve de onlardan çok etkilenen Katerina görevinin aksine İslamiyet’i seçer kızlarla dost olur.

Ona da Sarı Sıdıka adını verirler. Yine rivayete göre en sonunda üç kız imparatorunu isteğini yapamamak için birbirlerini öldürürler. Heyecanla bekleyen Konstantin ve oğulları kırkıncı günün sabahın da kızların yan yana yatan cansız bedenleriyle karşılaşırlar. Kendi kızı da Fatıma ile Sakine’nin ayak ucunda ölmüştür. Çünkü o da bu kızların muhteşem direniş ve inançlarını desteklemiş ne yaparsan bende aynısını yapacağım diye haber göndermiştir imparator babasına! Yaptığının büyük bir hata olduğunu anlayan Konstantin korku ve şaşkınlık içerisindedir. Çünkü yüzyıllara meydan okumuş olan oradaki servi ağacı kızların ölümüyle birlikte sanki yanmış gibi bir anda kupkuru olmuştur. Konstantin bu kızların naaşını o servi ağacının yanına defnettirir.

Bu güzel hikâyenin devamı olarak servi ağacı, gizemli zincir ve gizemli duvar ile bugün bile anlatılarak devam eden güzel hikaye ile devam edelim.

Sümbül Efendi Camii’nin avlusunda bulunan yaklaşık 1300 yıllık servi ağacı ve ağaca sarılı zincir ve duvar ilgili sır dolu ve sizi daha da hayrete düşürecek efsanesi!

Bugün İstanbul’un tarihi semtlerinden biri olan Koca Mustafa Paşa’da bulunan cami, manastır arazisine 1284 yılında inşa edilen Hagios Andreas Manastır Kilisesi’yken, II. Bayezit’in vezir-i azamı Koca Mustafa Paşa tarafından 1486 yılında camiye çevriliyor. Cami, başta Sümbül Sinan Efendi ve ailesi olmak üzere önemli zatların türbelerinin bulunduğu bir avluya sahip.

Avlunun ortasında pek çok farklı rivayetle nam salmış, Hz. Cabir tarafından dikildiği rivayet edilen efsanevi bir servi ağacı bulunmakta. Servi ağacının hemen yanında ise

Hz. Hüseyin’in “Çifte Sultanlar” ismi ile anılan kızları Fatma ve Sakine’nin yattığına inanılan, türbe II. Mahmut Sümbül Efendi’yi ziyarete gelen II. Mahmut’un dikkatini çekmiş, türbenin Hz. Hüseyin’in çocuklarından birinin Bizans’a esir düşen kızına ait olduğunu öğrenince 1813 yılında buraya türbe yaptırmaya karar vermiştir. Camii ve müştemilatı Sultan Abdülmecid ve II. Abdülhamid dönemlerinde de önemli ölçüde tadilat geçirmiştir.

Bir rivayete göre Hz. Hüseyin’in kızları Fatma ve Sakine bu ağacın altında ölmüş, bu ölümün üzerine selvi bir anda kurumuş. Yıllar sonra Sümbül Efendi kuruyan selviyi zincirlerle sararak korumaya almış. Ancak, zincirin bir ucunu yere doğru sarkık tutmuş ve demiş ki: “Bu ağacın altında kim durur ve yalan söylerse, bu zincir yere doğru uzayacaktır.” Zincirli servinin efsanevi hikayesi de böylece başlamış ve günümüze kadar birçok yerde konu edilmiş.

Rupert Wilbrandt’ın İstanbul Çeşitlemeleri adlı kitabında servi ağacına sarılı zincirle ilgili efsaneden şu şekilde bahsedilmiş: “Eskiden serviye asılmış bir zincir, davacı ve davalı olan iki kişiden hangisinin haklı olduğunu gösterirdi. Davacı ve davalı zincirin altına otururlardı ve zincir haklı olana doğru hareket ederdi. Günün birinde adamın biri başka birine borç para vermiş. Geri ödeneceği gün gelmiş, parayı ödünç alan adam parayı geri ödediğine dair yemin ediyor. Ödünç veren ise bunu inkâr ediyor. Kavga etmeye başlıyorlar. Ödünç alan öbürünün sakalına asılıyor ve bağırıyor, diğeri ise karşısındakinin parmağını adamakıllı ısırıyor. Yardıma gelen komşular, ikisini ayırıyorlar ve Sümbül Efendi’nin efsanevi servisine gitmeye ikna ediyorlar. Gidiyorlar. İkisi de zincirin altına oturduktan sonra, paraları borç olarak vermiş olan adam davasını anlatıyor serviye.

Sıra öbürüne gelince, elini kaldırıp yemin etmek için elindeki kamış bastonu davacıya veriyor ve: “Al senin olsun, ben istemiyorum şu bastonu” diyor ve yemin etmeye başlıyor, borcu geri ödediğini söylüyor. Etraftakiler büyük heyecanla zincirin hangisine doğru hareket edeceğini bekliyorlar. Servinin dallarından bir fısıltı işitiliyor ve en nihayet zincir, paraları borç veren adamın istikametine doğru hareket ediyor. Bunu gören davacı fena şekilde öfkeleniyor, çünkü paraların bastonun içinde saklanmış olduğunu bilmiyor; kızıyor, ayağa kalkıyor ve elindeki kamış bastonla zinciri tartaklamaya başlıyor. Bağırıyor, küfrediyor, zincirin yalancı ve namussuz olduğunu ileri sürüyor. Tam o anda baston kırılıyor ve içine yerleştirilmiş altın paralar meydana dökülüyor. Hem de faizi dahil tüm borç olarak verilen miktardır.”

Ancak yıllar serviyi öylesine yıpratmış ki nihayet zinciri taşıyamamış, yerinden koparak yere düşmesin diye zincir İstanbul Belediye Müzesi’ne kaldırılmış. Servi ise kuru dalları yere düşüp yaralanmalara sebebiyet vermesin diye kesilmiş ana gövde ve kalın dallar desteklenerek etrafı ahşapla korumaya alınmış ve halen oradadır. (B.Y.Hatipoğlu)

Sümbül Efendi Camii’nden (Koca Mustafa Paşa Camii) geçip yukarıya doğru yaklaşık 300 metre kadar çıkınca yolun solunda etrafı korumaya alınmış küçük bir duvar var. Bu duvarda asılı yüzyıllara meydan okuyan bir zincir mevcut. Bu duvar defalarca belediyeler tarafından yıkılmaya çalışılmış yol yapımları sırasında kaldırılmak istenmiş. Zincire dozerler takılıp koparılmaya çalışılmış ama her seferinde dozerlerin kepçeleri parçalanmış ve dozerler bozulmuş. Duvarı da o zinciri de ortadan kaldırmayı başaramamışlar.

Rivayete göre İmam Hüseyin’in Kerbela’da kendi eliyle kardeşi Hasan’ın oğlu Kerbela şehidi Kasım ile nikahını kıydığı Fatıma esir olarak İstanbul’a getirilirken burada yorulmuş o duvarın dibinde oturmuş kalkarken de o zincirden tutup ayağa kalkmış. Ogün bu gündür o zincir ve takılı olduğu duvar orada duruyor. Birgün yolunuzu değiştirip uğrayın bu güzel semtte ve “Çifte Sultanlar” türbesine, inanın çok muhteşem bir yer!..

Son söz: Bu efsaneler, rivayetler ve hikayeler gerçek olmasa da “hayali bile cihana değer.”