İstanbullu olarak on iki yıldır bu güzel şehri terk ederek Datça’ya yerleştim. İstanbullu bir ailenin çocuğu olarak neden bu güzel şehri terk ettin sorusu ile çoğu kez karşılaşıyorum.
Yalnız ben mi; benim gibi pek çok İstanbullu çeşitli nedenlerle yaşadığı şehri bırakarak huzurlu bir ortamda yaşayabilmek için Eğe ve Akdeniz kıyılarına yerleştiler. Günümüz İstanbul’unda azınlıkta kalmış gerçek hemşerileri Şanlıurfa’nın Birecik ilçesinde koruma altına alınmış, sayıları azalmış Kelaynak kuşlarına benzetiyorum.
Bilimsel ismiyle “Geronticus eremita” olan kelaynaklar  son derece ender, dünyanın en eski kuş türüdür.  Başlarında tüy olmayışından ötürü bu isim onlara yakıştırılmıştır. Kayalık teraslarda yaşayan, tek eşli kelaynaklar yuvadan uçarken birbirlerini selamlar, susuzluğunu Fırat’tan sağlarlar… Başlarıyla orantısız kırmızı kıvrık gagaları dikkat çekicidir. Aynıca parlak siyah renkli tüyleri vardır. Bu kuşların azalmasına en büyük etken yaşadıkları ortamda insan nüfusunun artması, ziraatta kullanılan ilaçlar olmuştur.
İstanbullunun kendi şehrini terk ederek göç etmesinin ekonomik, sosyal ve psikolojik olmak üzere pek çok nedeni vardır.
 İstanbul yıllardır süregelen ve bir türlü önüne geçilemeyen iç göç nedeniyle; bugün Avrupa’nın çoğu ülkesinden çok daha fazla nüfusa sahiptir.  Şehirdeki nüfus patlaması her yıl daha da artıyor, buna bir de yabancılar ekleniyor.
 Tarihi yapıları ve ayakta kalabilmiş birkaç semti dışında beton yığınlarına, plazalara, alışveriş merkezlerine ve gökdelenlere dönüşen İstanbul’u tanıyabilmek artık öyle kolay değil…
Bu şehircilik keşmekeşine sevinmeli mi, yoksa üzülmeli mi?
Gerçekten karar verebilmek çok güç…
Y.Mimar Sedat Çetintaş,  1970’li yıllarda Cumhuriyet Gazetesinde  “İstanbul şişiyor, dikkat” diye peş peşe iki makale yazmış,  uyarılarda bulunmuştuysa da  kimse ileriyi görememişti. Oysa o günlerde İstanbul’un nüfusu yedi binden biraz fazlaydı…
Eski İstanbul’u anımsak isteyenlerin tek tesellisi 1960–1970 yıllarında çevrilmiş Yeşilçam filmlerdir. Bir zamanların tarihi ve mistik semleriyle bu şehri sinema filmlerinde izleyenler, şimdi bu güzel şehri nasıl bu hale soktuk diyerek o günlerin özlemini dile getiriyorlar…
Doğanın lütfü, tarihi anıtlarla bezeli o güzelim eski İstanbul’a ne oldu?
Kısacası yok oldu.
Eski İstanbul insanlarıyla, tarihi köşkleriyle, yalılarıyla, ahşap evleriyle, gazinolarıyla, plajlarıyla, mesire semtleri ve mahalleleriyle tarihe karıştı... Geçmişin İstanbul’unu yakından tanıyan, yazılarıyla ah (!)  vah (!)  eden, o günleri yaşamış yazarların da artık kaldığını söyleyemeyiz.
İstanbul’un insanlarına ne oldu?
Eski İstanbul’un insanlarının ne derece  önemli  oldukları da  belki de  daha sonraki yıllarda anımsanır, terk ettikleri İstanbul’a gelmeleri için festivaller düzenlenir!..
Osmanlılar İstanbul nüfusunun belirli bir düzeyde tutabilmek için bazı önlemler almıştı. Büyükçekmece ve Bostancı’da kurulan derbentlerde şehrin giriş ve çıkışları kontrol altında tutulmuştu. İşsiz güçsüz takımının şehre girmesine izin verilmemiş, ayrıca içerideki yakınlarını ziyaret etmek isteyenlere şehirde kalabilecekleri belirli günleri kapsayan izin belgeleri verilmişti. Bunun  bir nevi vize uygulaması olduğu da düşünebiliriz.. I.Dünya Savaşı İstanbul halkı için yıkım olmuş pek çok İstanbullu savaşlarda yaşamını yitirmişti. II. Dünya Savaşı sonrasında İstanbul’a büyük bir göç dalgası başlamış, orta halli şehir halkının mülkiyetindeki konaklar, evler peş peşe satın alınarak yerlerine hepsi birbirinin benzeri betebeli beton evler yapılmaya başlamıştır. Bunun sonucu olarak Türk sivil mimarisinin örneklerini yansıtan Kadıköy, Moda, Bakırköy, Yeşilköy başta olmak üzere birçok semtin, oradaki korunması gereken yapılaı peş peşe yıkılarak ortadan kalkmış, yerlerini anlamsız bir mimari almıştır. İstanbullular ne yazık ki, ellerindeki mülkleri satarken şehrin özelliklerini de sattıklarının farkına varamamışlardır.
Eski İstanbul’da yaşamış insanlar sesli bağırıp çağırmayı ayıp sayar, yalnızca karşısındakinin duyabileceği bir sesle konuşurlardı.  Bunun Osmanlı saray geleneklerinden geldiği söylenirdi. Umuma açık nakil vasıtalarında günümüzde olduğu gibi yüksek sesle konuşan, bacaklarını açarak oturan,   etrafını rahatsız ettiğinin bilincinde bile olmayan insanlar (eski tabirle dışarılıklar) yoktu!..Nakil vasıtalarında yaşlı ve hanımlara yer vermek adettendi. Bugün olduğu gibi kimseye yer vermemek için uyurmuş gibi görünen öğrenciler, küçük çocuğunu yanında oturtan dışarlıklılar da yoktu!...
O günlerin insanları cemaat, tarikat nedir bilmediklerinden Avrupai giysiler içerisinde evlerinden çıkarlar, düğünlerde damat ve geline paralar, altınlar takılıp mikrofondan ne verdikleri anons edilme,. viodeoya çekilmezdi,  Oysa o günlerde videoda yoktu.  Güçlü, önemli kişilere verilecek hediyelerin içerisine konulduğu ağzı açık sandıklar o zamanlara kimsenin aklına gelmezdi. Kimin ne hediye götürdüğünü ise yalnızca alanla veren bilirdi…
Göçle birlikte şehrin yeni sakinleri İstanbulluların bilmedikleri çiğ köfte, lahmacun, içli köfte, hamsi pilavı gibi yerel yiyecekleri de beraberinde getirdiler.  Evlerden gelin alınırken, düğünlerde davul zurnalar çalmaya başladılar. Böylece İstanbullular kendi kültürlerini yeni gelenlere yansıtacağına onlarınkini kabullenmek zorunda kaldılar…
6–7 Eylül olayları ve ardından 1970’li yıllarda çıkarılan bir takım düzenlemeler sonucu İstanbul’un gayrimüslimleri şehri terk ettiler. Bu arada Beyoğluspor, Taksim, Kurtuluş gibi ekalliyetin ağırlıklı olduğu futbol takımları da yok oldu…
Yozlaşma denizlere plajlara kadar uzandı. Bir zamanlar denize girebilmek için İstanbul’a gelenler bugün Eğe ve Akdeniz’e gidiyorlar. İstanbul’un deniz kenti olduğu unutuldu… Şehrin ünlü plajlarından Küçüksu, Tarabya, Salacık, Caddebostan, Moda,  Süreyya Paşa, Florya yok olup gitti…Günümüzde  yalnızca onların  hafızalarda  isimleri kaldı!...
Bu karmaşa içerisinde gerçek İstanbullular bir süre dayandılar, bazıları şehre yeni gelenlerle evlendiler. Duygusal ağırlıklı aşk terennümlerinin yerini aşkitom, maşkitom, yeni aşka yelken açalım  sözleri alırken arabesk müzikte onları tamamladı!...
Ne yazık ki, gerçek İstanbulluların yazgıları Kelaynak kuşlarından pek de farklı olmadı…