Merhaba Bahar Hanım, psikiyatri ihtisasınızı nerede tamamladınız? Bahar Tezcan kimdir?

- 1996 yılında Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde psikiyatri ihtisası yaptım.Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde mecburi hizmetime devam ettim. Halen kendi muayenehanemde çalışmalarımı sürdürüyorum.

Sizin gözünüzde devlet hastanesi ile özel hastaneleri ayıran en büyük unsurlar nelerdir?

- Önce devlet hastanelerinin olumlu tarafını söyleyerek başlayayım: çok çeşitlilikte sosyoekonomik ve kültürel düzeyde ve çok sayıda insana ulaşma şansınız oluyor. Bir hekim olarak bu kısmı tatmin edici.Ancak hastaya ayırabildiğiniz süre o kadar kısıtlı ki, bir psikiyatri kliniğinde ortalama 5 ila 7 dakika vakit ayırabiliyorsunuz. Gün içinde hasta sayısı 70 kişiye ulaşabiliyor. Bu da psikiyatri mesleğini uygulamayıneredeyse imkânsız hale getiriyor ve hastaların yeterince incelenmesi ve tedavisiyle ilgili kısıtlılıklar oluşturuyor. Bu kısımlar benim bir süre sonra özel pratiğe yönelmeme sebep oldu. Özel bir klinikte bir süre devam ettikten sonra hastalarımla daha fazla ilgilenebilmek, daha fazla vakit ayırabilmek ve özellikle de psikoterapi uygulayabilmek için kendi muayenehanemde çalışmaya başladım. Psikoterapi seansları yapısı itibariyle uzun görüşme süreleri gerektirir. Bir hastaya ortalama 50 dakika ayırmanız gerekiyor. Bazen bu süre uzayadabiliyor. Bunu icra edebilmek için de seans sürelerini ve hasta sayısınıayarlayabileceğim bir alan olduğunu düşünerek kendi özel muayenehanemde klinik çalışmalarıma devam ediyorum.

Ruhsal bozukluklar günümüzde birçok insanın hayatını işgal ediyor. Özellikle tedaviye gelen bireylerin hangi tür problemleri ağır basıyor? Toplumda en sık rastlanılan bozukluklar nelerdir?

- Ensık karşılaştığımız ruhsal bozukluklar depresyon veanksiyete (kaygı,endişe) bozuklukları özellikle de panik bozukluk. Ama son dönemlerdeki başvurularda şunu görüyoruz; kişide bu şekildebelirgin bir tanısal kategori saptanmayabiliyor ve daha güncel, yaşamsal sorunlar, ilişki sorunları, herhangi bir ani yaşamsal kriz dönemi, çözümleyemedikleri, baş edemedikleri özel bir durum, cinsel sorunlar ya da danışma amaçlı da başvurabiliyorlar. Elbette ki travmalar insan var olduğu sürece her zaman yaşamın bir parçası olacağı için de başvuru unsuru olabiliyor.Toplumumuzda şiddet olaylarının ya da tanıklığının artması da kişilerin psikiyatrik yardım arayışlarını arttırdı. Şiddetin ise pek çok alanda tanımı yapılabilir: Duygusal ihmal, istismar, bedensel istismar, cinsel istismar, taciz, tecavüz gibi durumlar alt unsurlarıdır.

- Travma ilk nasıl başlıyor?

- Travma çok yoğun bir korku ve çaresizlik hissetme durumunda başlar. Kişinin yaşadığı durumu nasıl bir travmatik sürece dönüşeceğinde kişinin biyolojik genetik yapısı çok önemlidir. Ayrıca travmanın hangi alanda olduğu,oluş şekli, başlangıcı (ani mi sinsi mi başladı?), kişinin travmayı yaşadığı dönemdeki yaşı, cinsiyeti gibi pek çok unsur da travmanın ortaya çıkışını ve nasıl seyredeceğinin belirleyicileridir. Toplumsal travmalar, bireysel travmalar farklı ele alınıyor. Toplumsal travmalar tabi ki günümüzün sosyokültürel ortamından, politik şartlarından, ekonomik seviyesinden çok fazla etkileniyor. Bireysel travmalarda da dediğim gibi kişinin yanıtı çok önemli, çünkü bir insan için travma yaratabilecek bir unsur, başka bir insanın çok daha rahat baş edebileceği ve bir ruhsal bozukluğa dönüştürmeyeceği süreç içinde olabiliyor. Bu yanıtlar kişiden kişiye çok değişiyor.

Sizin psikiyatri pratiğinizdeilgi alanlarınız ve çalışmalarınız daha çok hangi konular üzerine?

- Yeme bozuklukları, obezite, aile ve çift terapileri, ilişki sorunları, bağımlılıklar, beden algı bozuklukları, depresyon ve kaygı bozuklukları ile yoğun olarak ilgileniyorum.

Psikiyatride ilaç kullanımı hangi durumlarda şart haline geliyor?

- Psikiyatri de ilaç kullanımı ilk olarak seçeneklerimiz arasında değil genellikle. Seçilmiş vakalarda ise zorunlu görürsek mutlaka ilaç kullanımını öneriyoruz. Özellikle psikoterapi ile iyileştirebileceğimiz bir durum varsa elbette ki terapi ile başlıyoruz. Psikoterapiye yanıt vermeyeceğini düşündüğümüz –buna kişinin genel sağlık durumu engel olabilir, iyileşmesinde bir aciliyet söz konusudur,yalnızca psikoterapi ile düzelemeyeceğini düşünmüş olabilirsiniz ya da mental durumu, psikolojik düşünebilme yeteneği yeterince gelişmiş değildir- durumlarda ilaç kullanmak gerekiyor. Aynı zamanda depresyonun orta ve ağır formlarında, gündelik işlerini çok etkileyecek düzeyde, yaşamına kısıtlılıklar getirmiş bir kaygı bozukluğu, obsesif kompulsifbozukluk, alkol, madde bağımlılığı psikoterapinin yanı sıra genellikle ilaç tedavisini gerektiriyor. Ayrıca kişide saldırganlık, başkalarına zarar verme ya da intihar eğilimi varsahastane yatışı ve ilaç tedavisi uygulamak gerekiyor.

İlaç kullanım süreleri kişinin rahatsızlıklarına göre değişiyordur. Ömür boyu ilaç kullanımı kişinin üzerinde kalıcı bozukluklar bırakıyor mu?

- Bu ilacın ne olduğuna ve hastalığın ne olduğuna bağlı. Ömür boyu ilaç kullanımı genellikle şizofreni ve diğer psikotik bozukluklarda ve bazı duygu durumbozukluklarında (Örneğin Bipolar bozukluk, halk arasında bilinen adıyla manik depresif bozukluk) özellikle de psikotik özellikliysegerekli olabiliyor. Bu vakalarda bile bazen ilaç kullanım tatili yapabiliyoruz. Dönem dönem ilacı kesip takip edebiliyoruz ama belli bir grupta ömür boyu devam etmek gerekli olabiliyor. İlaçların yan etkisi açısından sürekli takipte olmamız da gerekiyor. Önemli bir hasar gördüğümüzde mutlaka değiştirmek gerekiyor.

- Sık ilaç değişimi de pek önerilmiyor diye biliyorum. Siz ne düşünüyorsunuz?

- İlaçları sık değiştirmek çok doğru değil. O sebeple ilk olarak tanıyı çok doğru tespit etmek gerekli. Hastanın metabolizmasına, sağlık durumuna, tanısına en uygun ilacı seçmek daha sonra da onu uygun dozda uygun sürede kullanmak gerekiyor. Eğer hastanın ilaç uyumu da tamsa, kontrolleri düzenli olarak yapılıyorsa o zaman sık ilaç değiştirmek de gerekmiyor. Bütün bu aşamalar doğru ilerlediyse tedavi sonuçları yüz güldürücü oluyor. Yoksa elbette ki sık ilaç değiştirmek tedavi önünde bir engel olabilir.



Psikolog ve psikiyatri dalını ilaç yazma yetkisi dışında kesin çizgilerle ayıran unsurlar nelerdir?

- Eğitim süreci oldukça farklı. Psikiyatrisiler tıp fakültesi mezunu hekimlerdir. Bu 6 yıllık eğitim süreci sonrasında TUS sınavına girerler ve psikiyatri ihtisasını kazanmaları gerekir. Kazanırlarsa 4 ya da 5 yıl psikiyatri ihtisası yaparlar ve psikiyatrist olarak çalışmaya nihayet hak kazanırlar. Psikologlar ise fen edebiyat fakültesinin psikoloji bölümünden mezundurlar. Daha sonrasında psikolog olarak çalışıp, ruhsal tedavi uygulayabilmek için psikoloji dalında master ve doktora yapmaları gereklidir.Bir kişi ruhsal sorunları olduğunu düşünüyorsa öncelikle bir psikiyatrist tarafından değerlendirilmelidir. Altta yatan herhangi bir biyolojik, organik sebep, başka bir genel tıbbi problem olup olmadığı mutlaka bir psikiyatrist tarafından tespit edilmelidir. İlaç tedavisi gerekiyorsa bu ancak bir hekim olarak psikiyatrist tarafından verilir. Psikologlar hekim olmadığı için ilaç tedavisi vermeye yetkileri yoktur. Eğer psikoterapi gerekiyorsa bu sürece psikiyatrist kendisi de devam edebilir veya kendi uygulamıyorsa başka bir psikiyatriste ya da psikologa yönlendirerek psikoterapiye başlatabilir. Psikologların bir psikiyatristle birlikte çalışması her zaman daha uygundur.

Alkol ve Madde Bağımlısı hastalar size geldiğinde bir psikiyatr olarak nasıl bir tedavi süreci işletiyorsunuz?

- Alkol bağımlılığında, alkolü kestiğimiz dönemlerde yoksunluk dediğimiz hayati tehlikesi olabilecek bir durum mevcut olabileceği için genellikle yatış tedavisiyle başlanır. Alkolden arındırma adı altında yoğun bir ilaç tedavisi, sonrasında hem ilaç hem de psikoterapi teknikleriyle tedavi uygulanır. Madde bağımlılığında da kişinin hangi maddeyi kullandığı, ne süreyle kullandığı gözetilerek tedavi uygulanır, çünkü her bir maddenin tedavisi çok ayrı. Eroin kullanımında genellikle yatış ve daha yoğun bir ilaç tedavisi gerekiyorken, başka bir maddede bazen sadece psikoterapi yeterli olabiliyor ya da daha farklıilaç kullanımları gerekebiliyor. Kullanılan maddeye göre karar veriliyor.

Alkol ve madde bağımlılığı sorunu gün geçtikçe artıyor. Bu oran daha çok gençler üzerinde mi yoğunlaşıyor?

- Şu anda ergenlerde ve gençlerde hakikaten çok ciddi düzeyde bir artış var. Akranlardan öğrenme yöntemi ve maddenin bulunmasının çok kolaylaşması nedeniyle bu artış oluştu. Başlama yaşı oldukça aşağıya düştü diyebiliriz.

Bir genci sigara, alkol veya maddeye bağımlı hale getiren durumlar nelerdir?

- Çok fazla sebebi olabilir. Kişinin biyolojik yapısı bağımlılığa yatkınsa, genleri böyle kodlanmışsa yaşamında baş edemediği sorunlar bu süreci tetikleyebilir. Kaygı yaşamaya toleransı düşük bir bireyse,depresif bir süreçte ise de risk dönemindedir. Ergenlik döneminde özellikle kimliğin, kişiliğin gelişme döneminde yaşanan çatışmalar, aile tarafından duygusal ihmale, istismara ya da fiziksel şiddete uğrama, yeterince anlaşılmadığını düşünme, yalnızlık hissetme ve bununla başa çıkamama, madde ya da alkol kullanan akranlarının olduğu bir çevrede yaşama, aile içinde alkol, madde, sigara kullanımı olması da bağımlılığın başlamasına sebep olabilir.

Genç hastalarınızın aileleriyle de görüşüp onları yönlendirdiğiniz oluyor mu?

- 18 yaşın altında bir hastanın tedavisini üstlendiyseniz sürece mutlaka ailesinin de katılımı gereklidir ama 18 yaşın üzerindeki hastanın herhangi bir özel durumu yoksa –intihar davranışı, saldırganlık ve başkasına zarar verme eğilimi ya da adli bir süreç- kişinin kendi rızası olmadan aileyle görüşme yapmayız.

Çift terapileri konusunda da çok sayıda kişinin tedavisinde bulunduğunuzu dile getirmiştiniz. İlişkilerde veya evlilikte yaşanılan sorunlar ve kopmalar daha çok hangi noktalarda meydana geliyor?

- Çiftler ilişkinin başlangıcında belli düzeyde bir ruhsal uyum yakalamış olmalılar. Psikolojik dinamikleri birbirine uyan kişiler anlaşmaya ve ilişkiyi yürütebilmeye daha yatkındır. Kişilik özelliklerinin yanı sıra sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda benzerlik varsa da genellikle daha az çatışma görebiliyoruz. Ancak bunlar kural değil elbette. Belki de kişilerin ilişkiyi sürdürebilmesi konusunda en belirleyici özellik ilişkiyi sürdürmeye niyet etmeleri, karar vermeleridir. Bu durumda çözüm bulmaya, kolayca vazgeçmemeye, sorunlara yapıcı yaklaşmaya daha yatkın oluyorlar. Kişilerin genellikle birbirlerini olduğu gibi kabul etmedikleri ve değiştirmeye çalıştıkları noktalarda, daha çok kendi görüşlerini dayatmaya çalıştıkları durumlarda çatışmalar başlıyor diyebiliriz. Bir kişiyi seçme sebepleriniz bir süre sonra onunla çatışma sebepleriniz olmamalı. Bu konuda kişi içtenlikle özeleştiri yapabilmeli.

Sorunları görmezden gelerek de bazen onları dağ gibi çoğaltıyoruz. İnsan kendini ve baş edemediği sorunları ne zaman görmeye başlar? Yani kendiyle ne zaman yüzleşir?

- Bu sorun yaşamını sekteye uğrattığı bir noktada, genel işlevselliğinin düştüğü, iş performansının azaldığı, aile ve diğer ilişki çatışmalarının arttığı, kayıp verdiği bir dönemde kişinin kendiyle yüzleşmeleri daha çok ortaya çıkıyor.



- Bu yüzleşmeyle insanın kendi içinde de bir iyileşme süreci başlıyor mu?

- Elbette. Kişinin yaşadıklarını sorgulaması, kontrol edebileceği ve edemeyeceği alanları iyi analiz edebilmesi önemli bir süreçtir. Kişi bu sorgulamalarla psikolojik bir yardım alması gerektiğine de karar verebilir. Hayatında değiştirmesi gereken unsurlar var mı, varsa bunun yolları nelerdir ya da kabullenmesi ve barışması daha mı doğru olur gibi konularda derinlikli bir bakış psikoterapi süreci ile de sağlanır. Hayatımızda bazı kararlar için dönüm noktaları vardır ve tam da bu dönemlerde kişi değişim ve dönüşüm için istekli olabilir. Bu dönemlerde artık kişinin dirençleri azalmış, savunma mekanizmaları yetmemeye başlamıştır ve kendine yeni yaşamsal yollar arayacak bir durumdadır. Tüm bu sorgulamalar, yüzleşmeler, özeleştiriler de kişide bir dönüşüm sağlayabilir.

- Toplum baskısı kaçınılmaz bir durumdur. Her zaman oldu ve olacaktır da. Her birey toplum baskısından ne kadar etkileniyor, bunu tamamen kişinin kendi psikolojik süreçleri belirliyor. Aynı toplumsal beklenti bir birey üzerinde hiçbir sorun oluşturmazken başka bir birey için yaşamsal çıkmazlar oluşturabiliyor. Birey toplumsal kuralları, yasaları ve ahlakı da gözetmeli elbette ancak referansı daima kendi anlam dünyasından almalı. Kişi kendi değerlerini belirleyip, bu değerler doğrultusunda hedefler oluşturup, eyleme geçerse tatmin dolu, anlamlı bir hayat yaşayabilir! Kendi için değil başkaları için yaşama durumu her bireyin kendi potansiyelini geriletici bir durumdur. Bir süre sonra insan kendi içsel kaynaklarından beslenemez duruma gelir ve dış dünyayı referans almaya başlar. İnsanın iç dünyasının fakirleşmesine sebep olabilir. Bu da depresyon dediğimiz bozukluğun ortaya çıkmasını kolaylaştırır.

Özellikle kadın cinayetleri, çocuk tacizleri, hayvanlara işkenceler olmak üzere son yıllarda şiddet eylemleri oldukça arttı. Bu kadar insanın bir anda vahşileşmesi tesadüf olamaz. Sizce altta yatan sebepler nedir?

- Şiddetin artmasındaki en önemli unsurlar bu konuda yapılan suç önlem ve izlem çalışmalarına yeterince önem verilmemesi ve eğitim müfredatlarında toplumsal yasaklar, kurallar ve vicdanlı insan olmak adına içerik oluşturulmaması. Aile içinde şiddet olan ve hem şiddete uğrayan hem de tanık olan çocukların yetişkin yaşamında da şiddet uygulama riski artıyor. Ailelerin bu konuda kendi iç disiplinini sağlaması çok önemli. Ayrıca şiddet uygulayan kişilere yasa koyucular tarafından yeterince bedel ödetilmemeside şiddetin artmasında bir sorun oluşturduğunu düşünüyorum. Kişi bir suça bedel ödemiyorsa o suça devam edebilir. Bunun yasalar içinde çok ciddi bir şekilde ele alınıp düzeltilmesi lazım. Sosyal sorumluluk projeleri hayat geçirilmeli. Şiddet sosyal, kültürel ve politik unsurlar bağlamında incelenirse çözümler de çok odaklı ve işlevsel olur. Günümüzde rekabet, bireyselcilik, ekonomik zorlanmalar da şiddeti artmasına neden oldu.

- Psikolojik hastalığı olması kişinin şiddet uygulamasını artırıyor mu?

-Şiddeti açıklayabilmek için bu şekilde psikiyatrik hastalık tanıları üzerinden konuşmanın riskli olabileceğini düşünüyorum. Bir hastalığa gönderme yapmanın, bir hastalığın saldırganlığa sebep olabileceğini söylemenin psikiyatrik hastalara yapılan büyük bir haksızlık olmasının yanı sıra, şiddeti de masumlaştıran ve meşrulaştıran bir durumdur. Oysa ki şiddet suçtur ve bu kapsamda ele alınmalıdır.

Obsesif bozukluklar tamamen iyileşebilir mi?

- Obsesif bozukluklarda semptomlar %80 oranında geçtiğinde “düzelme” dediğimiz durumu yakalamış oluyoruz. Artık bu bozuklukta psikoterapi teknikleri ile çok başarılı sonuçlar alıyoruz. Takıntılarla ve zorlantılarla yaşamak gerçekten çok zordur ve kimse bunlara mahkûm olmamalıdır. Tedavi sonrasında kişi yaşamını sağlıklı bir şekilde devam ettirebiliyor.

- Ne gibi durumlarda tekrarlama riski var?

- Genellikle yaşamsal stresörlerin, sorunların arttığı dönemlerde obsesyonlartetiklenir.

- Uyku ve yeme bozuklukları nasıl sonuçlar doğuruyor?

- Uyku bozukluklarında depresyon, kaygı bozuklukları çok fazla eşlik edebiliyor. Yeme bozukluklarında ise çok ciddi özgüven sorunları görebiliyoruz. Beden algısında bozulmalar oluşabiliyor. Dolayısıyla bu durumlar da depresyona yol açabiliyor.

- Çocuklardaki teknoloji, internet bağımlılığı yetişkin olduklarında da psikolojik sorunlar yaşamasına neden oluyor diyebilir miyiz? Özellikle çok küçük yaştaki çocukların elinde tabletler, cep telefonları var.

- Elbette çocukluk döneminde tedavi edilmemiş bağımlılıklar erişkinlik döneminde de psikolojik sorunlara yol açabilir. Bir bağımlılık başka bir bağımlılığın kapısını da açabilir. Okul başarısında düşmeler yaratabilir. Eğitim süreci olumsuz etkilenir. Ailesiyle ve arkadaşlarıyla yani sosyal çevresiyle kopmalar yaşar ve sosyal izolasyon dediğimiz durum oluşur. Çocuğun aslında sınır koymaya ve disipline ihtiyacı vardır. Ebeveynler planlı, programlı olmayı öğretmekten çekinmesinler. Bunlar çocuk üzerinde baskı oluşturmaz aksine zihinsel gelişimini olumlu etkiler.

Aynı zamanda sinemaya büyük bir ilginiz var. Bunun üzerine yüksek lisans yapmışsınız. Sinemada hangi yazım türü ilginizi çekiyor?

- Ben hali hazırda psikolojik bir hastalığa sahip olan bir bireyin öyküsünü yazıyorum. Ancak bunu karmaşık ilişkiler ağında veriyorum. Filmi izleyen kişilerin bir bireyi çok yönlü ele alabilmelerini, empatilerini geliştirebilmelerini sağlayabilmek niyetim. Sürprizi, çatışması bol bir senaryo oluşuyor. Kurmaca türünde. Tamamen kurgusal bir olay bu. Genellikle hikâye kurgusu sağlam bir çatışma üzerine kurulmuş, bir karakterin gelişimini gözlemlemeye imkan tanıyan filmler ilgimi çekiyor. Film içerisinde karakterin dönüşümü, yaşamını, sorunlarını ele alma şekli, gelişimini sorgulayabilmesi, içgörü ve farkındalık geliştirebilmesi senaryonun omurgasının dayanıklı olmasını sağlıyor.

Yazarken karaktere mi daha çok ağırlık veriyorsunuz yoksa olay örgüsüne mi?

- Ben karakterin güçlü olması gerektiğini düşünüyorum, çünkü insanların yaşam olayları bir şekilde sınırlıdır. O olay içerisinde karakteri öyle bir işlersiniz ki çok şey vaat edebilir seyirciye. Aynı zamanda bu durum öyküyü de güçlendirir. Çok sıradan bir öyküyü karakter üzerinden çok güçlü bir hale getirebilirsiniz. Dolayısıyla ne anlattığınız değil de nasıl anlattığınız çok daha önemlidir.

Psikiyatrist olmadan önce de sinemaya ilginiz var mıydı?

- Her zaman vardı. Her zaman sinema benim için büyük bir tutkuydu. Senaryonun yazım tekniği, nasıl yazıldığı, bir karakterin hikayesi, filmlerin nasıl çekildiği, sinemanın mutfağında neler yapıldığı, arka planı her zaman çok ilgimi çekiyordu.Psikiyatrist olmam ise karakter analiziyle ilgili bana çok yardımcı oldu. Bir karakterin nasıl yaratılabileceği ile ilgili bir çıkış noktası oluşturdu. Karakterlerin çatışmaları, savunma mekanizmaları, gelişmesi, dönüşümünü daha iyi kavramama ve dolayısıylafilmleri daha iyi analiz edebilmeme neden oldu.

Beyazperde de, ekranlarda yayınlanan dizi ve filmlerin bireyi olumlu olumsuz nasıl etkilediğini söyler misiniz?

- Ben olumsuz örnek gibi bir durumu çok karamsar bulmuyorum. Çünkü olumsuz örneği öyle bir verirsiniz ki, kişinin yaşamında yol açabileceği, sebep olabileceği zorlukları göstermiş olursunuz. Nerede, ne şekilde sıkıştıracağını öyle bir işlerisiniz ki olumsuz örnekten çok olumlu bir model çıkarabilir kişi. Bu yüzden ekranlarda sadece olumlu, örnek davranışların tercih edilmesi gerektiğini düşünmüyorum. Olumlu örneklerin ötesinde insan yaşamında karşılaşabileceği negatif olayların da içerisinde bir anlam barındırdığını, bu yüzden o sahnelerin de çok kıymetli olduğunu, işlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Ben tüm bu ögeleri zaten sinema terapi tekniğinde kullanıyorum.

- Her dizi için geçerli…

- Evet, çünkü insan yaşantısı da böyledir. Yaşamımızda sadece olumlu örneklerden oluşmaz. Bu yüzden ekranlarda izlediğimiz hikayelerin gerçekçi olması ve insan yaşamına yakın olması da hayat gibi her türlü malzemeyi işlememizle ilgili bir şeydir.

- Ekranla aranız nasıldır? Takip eder misiniz?

- TV de dizileri takip etmem çok mümkün olmuyor, çünkü dizilerin süreleri bütün yaşamınızı durdurup dizi izlemenizi gerektiriyor. Televizyon üzerinden değil de şu anda çok daha yaygın olan, zamanını kendi iş ve özel yaşamımıza göre planlayabildiğimiz internet üzerinden takip ettiğim diziler oluyor.

- Özellikle sinema filmlerinde çok güldüren ya da çok ağlatan sahneleri bireyin hassas noktasına dokunup belki de bazılarına farkında olmadan sorunlarıyla yüzleşme şansı tanıyor. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Bunun kesinlikle böyle olduğuna katılıyorum. Sinema-terapi dediğimiz bir yöntem vardır, psikoterapi teknikleri içerisinde yürür. Kişilerin kendi sorunlarının çok benzerlerini bir başkasının da yaşadığını görüp, bunlarla nasıl baş ettiğini incelemesi, yeni çıkış noktaları oluşturması, alternatif yollar üreterek özgürleşmesi açısından önemlidir. Hem de kendi güvenli bölgesinde yani ekran karşısında ama olayların içinde olmadan, izlediği karakterler üzerinden duygusal boşalım sağlaması ve kendi yaşamışçasına çıkarımlar sağlaması mümkündür.Bir başka karakterle özdeşleşme üzerinden gelişme ve iyileşme için de sinema karakterlerinin önemli figürler olduğunu düşünüyorum. Sinema bir terapi şeklidir.