Muskat
“Yaşar ne yaşar ne yaşamaz”
Öyle bir kadın düşünün ki, adı Yaşar ama bu hayatı kendi için hiç yaşayamamış, öyle bir kadın düşünün ki onun için dünyanın en mutlu günü annesinin öldüğü gün ve öyle bir kadın düşünün ki hayata karşı hiç kendi söylemi olmamış. Aksel Bonfil’in kaleminden dökülen Esra Dermancıoğlu’nun tek kişilik performansıyla sahnede devleştiği muhteşem bir oyun; Muskat. Dindar bir anneyle, devrimci bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelen Yaşar, hep annesinin gölgesi altında ezilmiş.
Kendi olamamış, ama çocuğuna anne olmuş, kocasına kadın olmuş, annesine evlat olmuş o kadar çok kadın var ki ülkemizde tüm bu kimlik kargaşası içinde kendi kimliğini arayan bir kadını çok güzel yansıtıyor Esra Dermancıoğlu... En güzel haliyle bile o kadar çok acı çekiyor ki, annesinin öldüğü gün bile o kadar onun için yaşıyor ki nereye giderse gitsin annesiyle kavga eden o Yaşar’ı hep içinde götürecek.
Aksel Bonfil’in Eksik oyununu izlemiştim. Bir babayla oğlun yıllar sonra yüzleşmesini konu alan özgürlüğün içinde hem acılarından hem de sorumluluktan kaçan bir babanın ve babasına yıllarca nefret beslemiş ama ona özlem dolu olan bir evladın hikayesiydi. Bu tür aile kırıklığını içeren hikayelerin altını o kadar iyi dolduran bir yazar ki oyuncusuna değil yazarına bakılarak gidilmeli bazı oyunlara... Yine bir evladın kırık bir aile hikayesi ve özenle yapılmış bir metin. Muskat; tek kişilik bir performansla, sahnede seyirciyi bir saat boyunca duygudan duyguya sürüklüyor.
Esra Dermancıoğlu sahnede dans ediyor, Paris’e gidiyor, şarkı söylüyor, ilk defa eğleniyor ama günün sonunda yine kendini annesine ispatlamaya çalışan bir çocuğun buruk tebessümünü görüyorsunuz. Yasar, Türkiye’nin %75’ini oluşturan anne kız ilişkisinin kırık parçalarını çok güzel yansıtıyor. Oyun boyunca yanımdaki teyzeye, bir de öbür yanımdaki genç kıza baktım. İkisinin de gözleri dolu dolu, hayatının bir noktasında annesiyle ya da kızıyla yaşadığı o ana gitmiş.
Bazı duygular sen ne kadar büyürsen büyü, kalbinin en derinliklerinde saklanır. Bir koku, bir an, bir cümle seni yine aynı yerden vurur. Muskat ; içinde annesiyle yüzleşmesi bitmeyen, onu kaybettiği halde onun için yaşayan, belki de kendini hiç bulamamış, isimsiz, kimliksiz bir hayat sürmüş, bunun farkına vardığındaysa hayatın peşinden koşamayacak kadar yorgun, umutsuz bir kadının hikayesi...
Mutlaka Yaşar’ın hikayesini onun ağzından dinleyin. Onun açık kalmış yaraları belki sizin merheminiz olur.
Override
“Bir gün eşinizin içinde teknolojik kalıntılar olduğunu öğrenseniz onunla sevişebilir miydiniz?”
Bu soruyu kendinize sorduğumuzda bir cevabınız var mı? Robot ve insan karışımı olan bir kadın ve teknolojiden nefret eden bunun için karısıyla birlikte doğanın içinde yaşayan bir adam. Yıllar sonra evlendiği karısının bir robotun içinden alıntılar olduğunu öğreniyor ve bu adamın bu kadından çocuğu olmak üzere, kimi seçerseniz seçin kaybeden yine siz olacaksınız.
Yıl 2025, hayatımızın tamamı teknolojinin içinde geçiyor. Sanki bir kapsülünün içindeyiz ve bizi robotik bir sistem yönetiyor. Yaptırdığımız estetikler, bir anda değişen yüz çizgilerimiz, düşüncelerimizi dile getiren chatgbt, bizi ele geçiren sosyal medyalar. Ne kadar kendimizdeysek o kadar değiliz. Bu değişen düzenin birer kuklalarıyız. Tam da böyle bir dünyanın içinde sürüklenirken Override oyunu ile transhümanizm ve teknolojik yansımaları çok daha yakından izleyebiliyoruz.
Dış dünyayı gösteren halka bir kapsül ile dizayn edilmiş sahne tasarımı, müzikleriyle hem o anın içinde kaldığımız hem de eğlendiğimiz bir oyun olmuş. Oyuncular Ceylan Odman ve Ercan Ertan kadın erkek ilişkisinin dinamitlerini seyirciye yansıtıyor.
Oyunla ilgili çok fazla done vermek istemiyorum, çünkü teknolojinin içinde kaybolduğumuz bu dünyada bir kadının ve bir erkeğin ilişkisini en derinden anlatan oyun olmuş. Küçük dokunuşlar diye bahsettiğimiz estetik hamlelerin bir kadının içinde nasıl değişimlere sebep olduğunu, bir kadın ve bir erkeğin arasındaki uçurumu bize en iyi haliyle anlatıyor. Annesinin ölümünden sonra içinde teknolojik bazı hareketlenmelerin olduğunu keşfeden genç kadın, bunu kocasıyla paylaştığı andan itibaren tüm hayatı altüst olur. Hayatından tamamen teknolojiyi çıkartmaya çalışan, bunun için doğal hayatın içinde yaşayan bir adam aşık olduğu kadının robot olma ihtimaliyle yüzleşiyor. Kolunun robotik bir sistemle takılı olduğunu öğrendiğinde onu yaşatmak ve öldürmek arasında kalıyor. İşin en kötü yanlarından biri bu kadar teknoloji düşmanıyken kendi doğumu da bir müdahale sonucu dünyaya gelmiş.
Siz olsanız kendinize rağmen karınızı hayatta tutmak için doğru bildiğiniz her şeyden vazgeçebilir miydiniz? Bu genç adam insanoğluna hem insanlıktan çıktığını hem de her seferinde duygularına yenildiğini gösteriyor. Hem çıldırmalarını hem de aşklarını aynı anda seyrettiğimiz ikili bir ilişkiyi anlatıyorlar ve bunu o kadar gerçekçi yansıtıyorlar. Oyuncuları gerçekten tebrik ediyorum.
Uçurtmanın Kuyruğu
“Siz hiç ipi kopmuş bir uçurtmanın peşinden gittiniz mi?”
Savaş Dinçel’in yazdığı, sezonlar boyunca sahnelenmeyi hak eden ölümsüz eser “Uçurtmanın Kuyruğu” oyunu hakkında ne yazsam az kalır. Sahne tasarımından dekora, oyunculuklardan yazılan metne kadar her şey muazzam oyunun tanıtım broşüründe Savaş Dinçel’in şöyle bir yazısı var “UÇURTMANIN KUYRUĞU” izlerken kendine birazcık pay çıkarıp hafifçe tebessüm eden sevgili seyircilere adanmıştır.”
Bu hafta tiyatro köşesi aile çatışmalarını anlatmakla geçti. Uçurtmanın Kuyruğu hayatı boyunca kendisini babasına yarandırmaya çalışmış ama hep mutsuz olmuş, intihar etmek üzere olan bir adamın hikayesini anlatıyor. Tam ölmek üzereyken eve gelen adamla hayati boyunca aradığı o sorunun cevabını buluyor.
Biraz önce Muskat oyunu için her kız çocuğunun annesiyle bir yarası var demiştim yine aynı şekilde erkek çocuklarının da en büyük yarası babalarıdır. Baba, hem gölge olur hem de kendi gölgesinde çocuklarını eritir. Bazen farkında olarak bazen de olmayarak bir iz bırakırlar.
Babasının ölümünün ardından sekiz yıl geçmiş ama kendi ömrümden geçip giden o kadar yıl var ki, sayamazsınız. Bir uçurtma var ortada, ama ne uçuracak ne de o ipi tutacak bir baba oğul yok. Hepimizin hayatında uçurtma var ama hangimiz o uçurtmayı gökyüzünde süzülürken izleyebildik? Bu oyunu izledikten sonra yolda giderken düşündüm. O evin içindeki kim olabilirdin? Evdeki adam mı eve gelen adam mı? Galiba olsam olsam evdeki adam olurdum. Bazen yer değiştirsek de hepimizin ruhunda o evde, babasıyla yüzleşmeyi bekleyen koca insanlar yatıyor.