SAHÂBÎ VE TÂBİ’Î’NDEN MEŞHÛR TÜRK’LER!.. (3)
“ İbn-i Ömer radiya’llâhu anhümâ’dan Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem: ( Kim ki haksız olarak( gayre aid) yerden (az, çok) bir şey gasb ekse kıyâmet arz-ı mağsup( gasb’edilmiş topraklar) ile yedi kata yere b.atırlır) buyurdu dediği rivayet ediylmiştir.”
Aslına bakarsanız, meâlini verdiğimiz bu Haedis-i Şeref’in işlediğimiz mevzu’u ile bir münasebeti bulunmuyor. Ancak, râvî’ler, isnad ve müsnedi bakımından yakînen alaka ve nisbeti vardır; Şöyleki, Bu hadis-i Şerif Buhârî burada olduğu gibi, Bed7-İ Halk babında da Abdullah İbn-i Mübârek vasıtasıyla Abdullah İbn-i Ömer’den rivâyet etmiştir. Şu kadar ki, burada Buhârî ile Abdullah İbn-i Mübârek arasında vâsıta Müslim İbn-i İbrahim’dir, Bed’-i Halk’da Bişr İbn-i Muhammed’dir. Sahîh-i Buhârî metnine bakılırsa burada bu hadis’ten sonra rivâyete dâir şöyle bir ibâre görülür.” Fireberî dediki, Ebû ca’fer bin Ebî Hatem, dedi ve yine, Ebû Abdullah, “ Şu hadis Mübârek’in Horasan’daki Kitabında bulunmuyordu. Bu hadisi Basra’da yazdı. Fireberi en meşhûr Buhârî râvî’lerindendir. Ebû Ca’fer Muhammed İbn-i Ebî Hatem de İmam-ı Buhârî’nin hemşehrisi ve yazıcısıdır. Bunun için “ Varrak,” diye yâd olunur. Fireberî Varrak Ebû Ca’fer’den Sahîh-i Buhârî hakkında pekçok ma’lûmât-ı Müfide almış ve müellifin sahîh’inde bunları zikritmiştir. Sahih-i Buhârî’Yİ fireberî’den okuyup, ahz edenlerden birisi de Ebû Zerr-i Herevî’-dir. Yukarıdaki ibâre’nin ilk cümlesi yalnız Ebû Zerr’in rivâyetinde vardır, öbürlerinde yoktur. Bu ibâre’ye göre, Fireberî diyor, ki: Ebû Ca’fer İbn-i Ebî Hatem’in bana bildirdiğine göjre, Ebû Abdullah ya’nî, İmam-ı Buhârî; YUKARIDA İbn-i Ömer hadisi Abdullah İbn-i Mübârek’in Horasan’dki kitabında yoktu. Onu İbn-i Mübârek Basra’da hadis tâlip ve râvî’lerine yazdırdı” demmiştir...
Bu ifadelerden anlaşılan şudur, ki : Abdullah İbn-i Mübârek Hazret’leri hadis’e dâir eserini Hosan’da iken yazmış ve orada iken tahdis ve neşr’eylemiş, kendisinden pekçok ehl-i hadis ahz’edip öğrenmiş, yalnız Abdullâh İbn-i Ömer’in yukarıdaki hadisi, Horasan’da yazıp neşr-ü tahdis ettiği, eserinde yokmuş da bunu Basra’ya geldikten sonra imla edip yazdırmıştır.
Nebevî hadis’lerin muhâfaza ve naklinde ne derece ihtimam edildiğin de şâheser bir delilidir. Bu vâkıa’nın yüksek Sîmâ’si Abdullah İbn-i Mübârek Hazret’lerinin terceme-i hâli, (Özgeçmişi) şöyledir: Abdullah İbn-i Mübârek, Hârizm Türk’lerinden “ Mübârek İbn-i Vazıh” ın oğludur.- Hârizm, Hazar Denizinin doğusunda, Hazar Deniziyle Aral Gölü ve Ceyhun ırmağı arasında geniş bir kıot’a’dır.- Vaktiyle Horasa’ın en mühim ilim ve medeniyyet merkezi olan( Merv) de doğmuştur. Velâdeti, Hicret-i Seniyye’nin 118. Tarihine müsâdiftir. Yahad da bir sene sonradır. Bütün ömrünü, hac, cihad, ticaret, ilim yolunda ifuna etmiştir. (tüketmiştir.) Bu seyahatlerinde Süleyman-i Teymî, ÂSIM-I Ehvel, Hâmid-i Tavîl, Rebi’ İbn-i Enes, Hişâm İbn-u Urve gibi pek çok alimden hadis tahsil etmiştir. Hattâ kendisinden küçük yaşraki ilim adamlyarından bile tahsil-i ilim etmekten çekinmemiştir. Bütün bunlardan istifade ettiği, hadis-i Şerif’leri yazmıştır. Bu seyahatlerinde İmam-ı Ebû Hanîfe’ye mülâkî olmuş ve onun en seçkin talebesi arasına girmiştir. Hattâ ilm-i hadis’e dair eserini Ebû Hanife’nin Ebvâb-ı Fıkh’ına göre tedvin etmiştir.
Abdullah İbn-i Mübârek Hazret’leri bütün bu seyr-ü seyahatleri esnasında her uğradığı ilim menkezindeki ulemâ kendisine müracaat eder, hadis ahz eylerdi. Bunlardan en meşhûru, İmam Ahmed İbn-i Hanbel’dir ki, bu da kendisi gibi Merv’de doğmuş, ve Bağdat’da neş’et etmiş Şeyban’lı bir Türk çocuğudur. İbn-i Maîn Ebû Bekr İbn-i Ebî Şeybe gibi pekçok hadis ve imam müellifleri vardır. Bunlar arasında yine bir Türk âlim ve muhaddisi olan Hüseyin İbn-i Hasen-i Mervezî zikre şâyandır. Zehebî ki, hadis’te, tarihte, tabakât ve terâcim-i ahval ve intikad da en yüksek ilmî pâyeyi hâiz, ve güzîde lugatiyle meşhûr olan İmam-i Hümâm Şemseddin Zehebî’ dir, Tezkiretü’l-Huffâz’ da Abdullâh İbn-i Mübârek’e aid, tezkirede müşârunileyh ‘ İmam, Hâfız, Allâme, Şeyhü’l-İslâm, Fahrü’l- Mücâhidîn, Kıdvetü’z-Zâhidîn) gibi lakaplarla sitayişle yâd ettikten sonra: “ Kendisinin İbn-i Mübârek’ten İsnâd-ı âlî ile rivâyet edilmiş hadis bulunduğunu, icâzetnâmesinde de aralarında altı râvî’lik en kısa bir vâsıta mevcud olduğunu” bildirerek bununla iftihar ve birr-ü hayır temenni ediyor ki, ilm-i rivâyet bakımından hakîkaten iftihara şâyan bir İsnâd-ı âlî’dir.
Aşağıda görüleceği üzere, Abdullah İbn-i Mübârek Hazret’lerinin vefatı (181) ve Zehebî’nin vefatı ( 748) tarihine tesadüf ettiğine göre, aralarında(567) senelik bir zaman farkı bulunmaktadır.. Beş buçuk asırlık mühim bir zaman mesafesini altı vâsıta ile kat’ eden bir isnada nâil olmak büyük bahtiyarlıktır. Bu sebeble Süyûtî eserlerinhde bunu müstesnâ kıymette bir rivâyet şâhidi olmak üzere kaydetmektedir.
Bundan daha mühim ve kayda şâyan bir cihet varsa, o da Allâme Zehebî’nin de bir Türk çocuğu olmasıdır. İslâm Tarihi’nin terceme-i hâle aid, şu ufak safhasını yazarken, Irkımıza mensup pekçok ilmî Sîmâ’ları orada toplu görmek bizler için yüksek bir iftihar zemini teşkil eder. İslâmiyeti Türk Bahâdır’larının süngüleri ilâ ettiği gibi,( yükselttiği gibi) bütün İslâmî ilim’leri de Türk Zekâ’ları yükseltmiştir. Bu hakâkat-i İlmî, İslâm cihanı’nhı dolduran büyük Türk âlimi, Curcan’lı Seyyid-i Şerîf şu kıt’a’sında pek güzel tasvîr etmiştir:
“ Hakîkaten İslâm İlimleri Arabistan ufkundan bir güneş halinde doğmuştu. Fakat o Şems-i İlim yürüye yürüye Türk diyarı’nın ortası olan Mâverâünnehr’e gelmişx ve orada Hatt-ı istivâyı bulmuştur. Bu Türk elinden diyar-ı Rûm’a intikal edip onun muhtelif örf-ü âdetiyle karışarak artık o elem diyarında nursuz ziyasız gurup edip gitmiştir.