Osmanlı Devleti’nin 1792 yılında Rus İmparatorluğu ile imzaladığı Yaş Antlaşması ile dağılma dönemi başlamıştı. Bundan sonraki dönemde devlet büyük toprak kayıpları yaşayacaktı. Birinci Dünya Savaşı’nın sonrasında, 30 Ekim 1918 tarihinde İtilaf Devletleri ile imzalanan Mondros Mütarekesi ise altı asırlık Osmanlı Devleti’nin sonunu hazırlayacaktı.
İtilaf Devletleri, 13 Kasım 1918’de İstanbul’u işgal etmişti. Topraklarımızı aralarında paylaşmak istiyorlardı ve yeni haritayı bile çizmişlerdi. Devletimizi planlarına göre Anadolu’ya sıkıştıracaklardı, Batı kısmında ve boğazlarda Yunanlıların gözü vardı, Fatih’in 1453’te ellerinden aldığı Konstantinopolis’in acısını hiç unutamıyorlardı. Ege Bölgesi’nde İtalyanlar ve Yunanlılar, Kıbrıs’ta İngilizler, Doğu’da Gürcistan ve Ermenistan, Güney Doğu’da ise İngilizler ve Fransızlar toprak sahibi olmak istiyorlardı. Amerika ve İngiltere’nin üzerimizde mandalık hayali bile vardı.
Bu emperyalist ülkelerin birçok planına rağmen hesaba katamadıkları tek bir şey vardı. Sarı saçlı, mavi gözlü paşam. Anafartalar’da kendisini kanıtlamış, 1915 yılında Çanakkale’nin geçilemeyeceğini İngiliz ve Fransızlara gösteren Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşında son ve en büyük tokadını atacaktı bu devletlere.
Hemen ilk adımını Samsun’a çıkarak yapacaktı, paşaya göre Anadolu’da birlik ve beraberlik sağlanmalıydı. Ve 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Atatürk ülkenin durumunu şu sözleriyle özetliyordu:
“Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu grup, Dünya Savaşı’nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, ağır şartları olan bir ateşkes antlaşması imzalanmış. Dünya Savaşı’nın uzun yılları boyunca ulus fakir ve yorgun bir durumda. Ulusu ve ülkeyi Dünya Savaşı’na sokanlar, kendi hayatlarının derdine düşerek, ülkeden kaçmışlar. Saltanat ve hilafet makamında bulunan Vahdettin soysuzlaşmış, kendini ve yalnızca tahtını güvenceye alabileceği alçakça önlemler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükümet zavallı, beceriksiz, onursuz ve korkak; yalnızca padişahın buyruğuna bağlı ve onunla beraber kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma razı. Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta. İtilaf devletleri, ateşkes hükümlerine uymaya gerek görmüyorlar. Birer bahaneyle, İtilaf donanmaları ve askerleri İstanbul’da.”
İşte ülke bu haldeyken kurtuluşun yalnızca Anadolu’da yaratılacak birlik ve beraberlikle geleceğini düşünen Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkmasının hemen ardından, temmuz ve eylül aylarında gelen Erzurum ve Sivas kongreleri ile Kuva-yi Milliye ateşi yakılıyor ve düzenli ordunun kurulması için zaman yaratılıyordu. Arkasından gelen I. İnönü zaferi itilaf devletlerini panikletmiş ve Londra Konferansı’nı yaratmıştı ancak bu konferansa Sevr’i asla kabul etmeyen ve Misak-ı Milli’yi yaratan Kuva-yi Milliye katılacaktı ve bu sayede İtilaf devletleri artık TBMM’yi tanıyor olacaktı.
Ardından sırasıyla gelen II. İnönü zaferi, Venizelos hükümetinin düşüşü, Sakarya Meydan Muharebesi tünelin aydınlık tarafını gösterecek ve 30 Ağustos 1922 günü kazanılan Başkomutanlık Meydan Muharebesi, İstiklal Savaşı’nın kesin zaferini getirecekti. 9 Eylül 1922 günü İzmir’de denize dökülen Yunanlıların ardından, Mudanya Mütarekesi ile savaş fiilen bitmişti.
24 Temmuz 1923 günü imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile tam bağımsızlıktan, sınırlarımıza kadar, kapitülasyonlar, savaş tazminatı ve azınlıkların durumuna kadar hemen her şey belirlenmişti.
Ve tarih 28 Ekim 1923 gününü gösteriyordu, çalışma odasında koltuğunda dinleniyordu paşa ve kapısı çalındı. Yaveri “herkes hazır paşam” dedi. Çankaya’ya dönerken bazı arkadaşlarını akşam yemeğine davet etmişti. Merdivenleri yavaş yavaş indi ve başıyla herkesi selamladı, lafı da çok uzatmadı:
“EFENDİLER YARIN CUMHURİYET’İ İLAN EDECEĞİZ” dedi.
Tünelin ucunun bile görünmediği karanlık günlerden, bu aydınlık ve Cumhuriyetli günlere gelirken, gerçekleşen dönemin kısa bir özetiydi tüm bu anlattıklarım. Ve tüm bunlar gerçekleşirken de o günleri yaşayan, Kurtuluş Savaşı’nda bizzat cephede bulunan, her koşulda mücadelesini veren bir kadınımız vardı, Onbaşı Halide Edib Adıvar. Cephenin içinden gelen bu kahraman kadınımız o yılları bir de kaleme almıştı.
“Türk’ün Ateşle İmtihanı” kitabı, Halide Edib’in 1918-1923 yılları arasında yaşadıklarından, o yıllardaki gözlemlerinden ve verilen Kurtuluş Savaşı mücadelemizden oluşuyor. Ülkemizin işgali, Anadolu’da oluşturulan birlik ve beraberlik, Kuva-yi Milliye’nin sağlanması, Kurtuluş Savaşı’nda yaşanılanlar ve Cumhuriyet’in kurulmasına giden evre, hepsi cephenin bizzat içinden gelen Halide Edib Adıvar’ın kaleminden. Hem kendi yaşadıkları hem de o yıllarda yaşanılanlardan gözlemlediği anıları bu kitapta toplanmış.
Duygulanacağınız, vatan sevgisini sonuna kadar hissedeceğiniz harika bir kitap olmuş. Kurtuluş Savaşımızı her tarihçi kaleme alabilir ve bu konuda çok da güzel eserlerimiz var ancak bu hikâyeyi savaşın içinden gelen birisinin kaleme alması, gözlemleri ve anlatımı gerçekten çok daha etkileyici ve aydınlatıcı. Okurken kendinizi bazen bir cephede savaşırken, bazen bir hastanede yaralıya pansuman yaparken, bazen de Ankara’ya cephane taşırken bulabilirsiniz.
Kitap üç ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Millî Mücadele’yi hazırlayan durumlar, İzmir’in işgali ve birlik beraberlik için Anadolu’da sağlanacak adımlar yer alıyor. İkinci bölümde Ankara’da yaşanılanlar, iç savaşın da önemli safhaları, yeni ordunun kurulması gibi konulara değiniliyor. Üçüncü ve son bölümde ise Halide Edib’in cepheye katılması ve onbaşı oluşu, Sakarya anıları, Cumhuriyet’in ilanına uzanan yolculuk kaleme alınıyor. Herkese kesinlikle tavsiyemdir. Özellikle de genç kuşaklarımıza.
İngiliz General Long, 1918 sonlarında vatanımıza karşı emperyalist ülkelerce başlattıkları bu savaştan gereken dersi denize dökülünce almıştı. Bir daha böyle bir şeye kalkışamayacaklarını anlamıştı çünkü kalkışırlarsa boyunlarının kırılacağını fark etmiş ve şu sözleri dile getirmiştir:
“We have bitten off more than we can chew already.”
Evet, boyunlarından büyük bir işe kalkışmışlardı. Evet, Türkiye çiğnenemeyecek kadar büyük bir lokmaydı. Ancak bunu boyunları kırılınca anladılar.
Yaşa Mustafa Kemal Paşa Yaşa.
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti.
Ne Mutlu Türküm Diyene.