Bu hafta kendime paydos verdim. Sadece en sevdiğim şeyleri yapma haftası ilan ettim. Size de öneririm. Evdeyiz, kafamızda bir milyon tane şey, içimizden her gün yaptığımız o ufacık şeyleri geçirirken biz her sabah bir önceki günün aynısına uyanıyoruz. Bu duyguyu ancak kendinize sürprizler yaparak atlatabilirsiniz.

Uzun zamandır okumak isteyip de işlerden dolayı ertelediğim bir kitap vardı; “20 Yaşıma Mektup” Doğan Kitap’ın 20.yılına özel, yazarlar 20 yaşına mektup yazmış. Kitabı okurken kendi 20 yaşıma döndüm. Şimdi siz de bu yazıyı okurken 20 yaşınıza dönün lütfen. Kaç yaşında olursanız olun, ister 30, ister 50, isterseniz 80 hiç fark etmez. 20 yaş öyle bir yaştır ki, artık ne çocuksundur ne de olgun bir kadın / erkek. Tam ikisinin ortasında bir yerde, doyasıya bağırıp, dilindeki sözcükleri haykırabildiğin bir sen vardır. Zamanın sadece sana ait olduğunu düşündüğün, kendini yeryüzünün en değerli varlığıymış gibi hissettiğin, dokusu hiç eskimeyecek bir yaştır.

Şimdi 20 yaşıma dönüyorum, hepi topu altı yıl geriye, ama ne altı yıl. O zamanki benle, şuan ki beni karşılıklı oturttuğumda iki farklı hayat görüyorum. 20 yaşındayken her şeyin olmasını istediğim ve daha hayalperest bir çocukmuşum. Olmayacak şeylere de çok çabuk inanabiliyormuşum. 20 yaşındayken arkamda güvenebilecek birçok dağ varmış, şimdi bakıyorum da hepsi birer birer yıkılmış.

Bu altı yıl içinde bana verdiği emeğin dünyada pay edilmeyecek kadar büyük bir yeri olan anneannemi kaybettim. Sonra dedim ki “Artık 20 yaşını çocuk zamanlarında bırakabilirsin”. O günden sonra olmayacak şeylerin peşinden değil, oldurabileceğim hayallerimin gölgesinden gittim. Bana kapılarını açan Yeni Çağrı Gazetesi ve her zaman bana inanan, çok değerli patronum Abdullah Akosman sayesinde gazeteci oldum. Hep filmlerin ardındaki o gizli kahramanı, senaristi merak etmişimdir. Sonra senarist oldum. Yaptığım röportajlar sayesinde birçok insan, birçok hayat, birçok hikayeyle tanıştım. Yeni bir yıla merhaba derken babama hoşça kal dedim. Daha çok yazarak, daha çok çalışarak, daha az kendimi dinleyerek yürümeye devam ettim. Nefeslenmek için durduğum yerde, anneannemin ölümünden sonra evlat gibi benimsediğim tavşanımı kaybettim. Onu da kalbimde hiç ölmeyecekler mezarlığına gömdüm.

Yani diyeceğim, belki 20 yaşımın ardından altı yıl geçti, ama sadece altı yıl değil. Bazı yaşlar bir daha hiç geri gelmez ya, ben 20 yaşımın ardında bıraktığım çocuğu bazen özlüyorum, ama sonra bugünkü Gizem’i ona borçlu olduğumu hissediyorum. Beni ben yapanlara, kayıplarıma, hayatımın en güçlü kadını olan, canımdan çok sevdiğim anneme ve mesleğime minnettarım. Hani size dedim ya, 20 yaşınıza bir dönün bakın diye, ona ne söylemek isterdiniz? Zaman hep ileri akar, gerimizde kalan geçmişimizdir, ama geleceğimizi var eden de geçmişimizdir. Bugünkü sen olmanı sağlayan 20 yaşına bazılarımız teşekkür eder, bazılarımız lanet, ama değişmez şu ki, 20 yaş herkes için unutamadığı bir yaştır.

Bu arada okurken bir nefeste bitirdiğim, bir kitapla 30 hayattan fazlasını öğrendiğim bir kitap oldu. Çok değerli yazarların, çakıl taşlarıyla dolu 20 yaşlarını gördüm. Kıymetli olanın, yalınayak o asfalt yollardan geçtiğini okudum. Eğer elinize kitabı alırsanız, özellikle Çağnam Erkmen’in 20 yaşına bir göz atın. Ben okurken tüm cümlelerin altını çizdim. Gözlerimi kapatıp, onun sözleriyle 20 yaşın rüzgarından geçtim.