Öncelikle bu muhteşem kitaba geçmeden önce, Amin Maalouf’un bu kitabında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk hakkında yazdıklarından bir kısmını alıntı olarak paylaşmak istiyorum.
“Özel hem de çok özel, hatta belki de İslam âleminde bir eşine daha rastlanmamış bir örnekten, halkını yıkımdan kurtarmayı başarmış, bu yüzden de savaşçı meşruiyetini hak etmiş, böylesi bir kozun ne kadar güçlü olabileceğini ve ondan nasıl yararlanılabileceğini açıkça göstermiş bir önderden hareketle yapacağım bunu. Atatürk’ten söz etmek istiyorum. Birinci Dünya Savaşı’nın ertesinde, bugünkü Türkiye toprakları çeşitli İtilaf orduları arasında paylaşılırken, Batılı güçler duygusuz biçimde insanlara ve topraklara sahip olurken, Osmanlı ordusunun bu subayı galiplere hayır deme cesaretini göstermiştir. Ulusunu kurtaran bu subay, Osmanlı’ya son verir, halifeliği kaldırır, din ve devlet işlerini birbirinden ayırır, sıkı bir laik sistem kurar, halkından Avrupalılaşmasını ister, Arap alfabesinin yerine Latin alfabesini koyar, erkeklerin sakal tıraşı olmasını, kadınlarınsa peçelerini çıkarmasını zorunlu kılar, kendi başındaki geleneksel başlık yerine Batı tarzı şık bir şapka kullanmaya başlar. Halkını gururlandırmıştır. O herhangi bir tarafa karşı savaş vermemiştir, bir yerli olarak değil, diğer herkesle eşit bir insan olarak saygı görmek adına mücadele etmiştir. Mustafa Kemal ve halkı haysiyetlerini kurtardıktan sonra, modernlik yolunda çok ilerilere gitmeye hazırlardır artık. Bugün de Türkiye onun adına yönetilmektedir.”
İçimizden bile olmayan birisi, bazı içimizden olmasına rağmen atasına sahip çıkmayanlara ders verecek bir şekilde anlatmış Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü. Kalemine, yüreğine sağlık Amin Maalouf. Bu alıntıyı kitabın 80, 81 ve 82. sayfalarından seçtim. Aslında çok daha fazlası var ve okuduğunuzda göreceksiniz.
Şimdi biraz da Amin Maalouf hakkında yazmak isterim, Mustafa Kemal Atatürk’ü bu kadar güzel anlatan bir yazar hakkında bahsetmemek olmaz. Kendisi 1949’da Lübnan’da doğdu. Ekonomi ve toplumbilim okuduktan sonra gazeteciliğe başladı. 1976’dan beri de Paris’te yaşıyor. Bazı yayın organlarında yöneticilik ve köşe yazarlığı yapan Maalouf, bugün vaktinin çoğunu kitap yazmakla geçiriyor. Asya ve Akdeniz çevresi kültürlerinin söylencelerini eserlerine konu eden Maalouf, ilk kitabı olan “Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri” ile tanındı. İkinci kitabı ve ilk romanı olan “Afrikalı Leo” ise Fransız-Arap dostluk ödülünü kazandı. Finlandiyalı müzisyen Kaija Saariaho’nun bestelediği opera için yazdığı “Uzaktan Aşk” ise yazarın ilk librettosudur. Bugün yer verdiğim “Çivisi Çıkmış Dünya” ise yazarın ikinci deneme çalışmasıdır. Yazar 2011 yılında Fransız Akademisi’ne seçilmiştir. Maalouf diğer kitaplarıyla da daha saymakla bitmeyen birçok ödül kazanmıştır.
“Çivisi Çıkmış Dünya” içinde yaşadığımız horgörü çağında, her şeye rağmen birbirimize saygı duymayı ve birlikte yaşamayı başarmak isteyenler için bir tür pusula. Çünkü Aydınlanma Çağı geriye doğru gitmeye başladı, bocalıyor ve belki de son çırpınışları. Hatta bazı ülkelerde sona ermek üzere. Şiddet doğarken, özgürlük ölmek üzere, buna bağlı olarak da umutsuzluk çok fazla. Bölünmelerin temel olarak ideolojik olduğu ve tartışmanın hiç eksik olmadığı bir çağdan; bölünmelerin temel olarak kimliğe ilişkin olduğu bir dünya evresine geçmiş bulunmaktayız diyor kıymetli Amin Maalouf.
Neden mi? Doğal kaynaklar üstündeki baskı. Petrol, tatlı su ve hammadde üretim alanlarında artan tansiyon, bazı ülkelerin bu kaynaklara sahip olmak istemesi, sahip olanların ise koruma mücadelesi. Bazı emperyalist ülkelerin tek dünya devleti olma hırsı, bazı emperyalist ülkelerin de Arap ülkelerine yaptığı sömürgeler, hatta bu konuda arada maşa ülkeler kullanması. Uzak Doğu’nun kendi içindeki huzursuz ve tansiyonu yüksek ortamı. Aslında Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla bittiği düşünülen soğuk savaşın daha da yayılarak devam ettiğinin ve edeceğinin kanıtları.
Amin Maalouf ise bu kitabında tüm bu problemleri en çarpıcı şekilde gözler önüne sererken, evet geç kalındığını ancak çok da geç kalınmadığını söylüyor. Şiddeti, bozulmayı ve çöküşü önlemek için harekete geçilmesi gerektiğini vurguluyor. Dünyada insanca yaşayabilmek için insanlığı özgürlük ve hoşgörü çağına davet ediyor. Dünya tarihinden iyi liderlerin yaptığı işlerden, ülkelerini nasıl kalkındırdıklarından bahsediyor. Mustafa Kemal Atatürk ile baştan yarattığı Türkiye Cumhuriyeti’ni ve atamızın başarılarını, Deng Xiaoping ile Çin’in kalkınmasını, Manmohan Singh ile Hindistan’ın atılımını ve Atatürk’ün izinden gitmek isteyen Afganistan’ın kralı Emanullah’ı anlatıyor. İngilizlerin Araplara oynadığı oyunu, Amerika’nın ise kendi yazıp, kendi oynadığı senaryolarını bir bir anlatıyor. Meşhurdur Amerika bu yönüyle, önce bir kurguyla kötü çocuğu yaratır, ondan faydalanır, kasasını doldurur, işi bittiğinde de onu dünya basınında kötü çocuk yaratarak, üzerine bir de kendisi o kötü çocuğu öldürerek kendisini kahraman yaratır. Hatırlayın Pablo Escobar’ı, Amerika’nın gücünü arkasına alarak uyuşturucu baronu oldu ama o zamanlar para akışını ve kazancını ABD bankalarında tutuyordu ve CIA arkasındaydı. Ne zaman ki kazancını ABD bankalarından çekerek kendi ülke bankalarında tutmaya başladı, işte o gün üstü çizildi ABD tarafından ve ardından da uyuşturucu baronu ilan edilerek ABD tarafından öldürüldü. Kitapta Mısır lideri Nasır’a da oldukça fazla yer veriliyor. Ve kitabın sonuna doğru gelirken de yazar çözüm önerilerinde önceliği kültür olarak belirliyor. Yazara göre ilim ve kültür aracılığıyla kurtuluşu temel alan bir değer ölçeğinin benimsenmesi gerekiyor. Öncelikler ölçeğimizi yeniden oluşturmamız gerektiğini üzerine basa basa anlatıyor Maalouf. Ve iklim krizi konusuna da inanılması gerektiğini ancak körü körüne de inanılmaması gerektiğini, sadece bu konuyla ilgili harekete geçilmesi gerektiğini savunuyor. Ve en önemlisi de insanlığın çevresini saran birçok tehlikeye karşı koymak için dayanışmaya ve birlikte hareket etmeye ilk kez bu kadar büyük önemde ihtiyacı olduğunu anlatıyor. Nükleer silahlarla oluşacak küresel savaş felaketleri, doğal kaynakların nüfus artışı ile tükenmesi ve büyük kıtlıklar yaşanması yazarın en büyük korkuları. Gerilemeyi önlememizi sağlayacak bir dünya anlayışı icat etmemiz gerektiği ise yazarın olmazsa olmazı.
Gelelim kitaptan aldığım güzel bir alıntıya:
"Avrupa için başka, Afrika, Asya ya da İslam âlemi için başka insan hakları yoktur. Yeryüzündeki hiçbir halk kölelik, despotluk, zorbalık, cahillik, karanlıkçılık için ya da kadınların köle olması için yaratılmamıştır. Bu temel gerçeklik ne zaman yadsınsa, insanlığa ihanet edilmiş olur, kendine ihanet edilmiş olur."
Kitap kesinlikle ama kesinlikle tavsiyemdir. Mutlaka okuyun, hatta ilk okumanızdan bir süre sonra tekrar okuyun. Oldukça fazla not alacaksınız ve inanılmaz bilgilere ulaşacaksınız.
Çok okuyun, kitapla ve sevgiyle kalın…