Ben sözün büyüsüne inanırım. Kendimize kurduğumuz cümlenin kainatta dönüp dolaşıp yine bize teslim edileceğini bilirim. Madem cümlelerimiz bizim gölgelerimiz. Kendi hayatımız dahil bütün hayatları aydınlatsın isterim. Bugün söyleyecek bir söz, yazacak bir cümle bulmakta zorlanıyorum. İsimlerin değiştiği, ama dertlerin aynı kaldığı, aynı acıya ağladığımız, cümlelerin hep aynı kahredici sonla noktalandığı “Bir genç kızın” ölüm haberini daha yazmaya elim gitmiyor.

Başak Cengiz, 28 yaşında, Ankara’dan eğitim almak için İstanbul’a gelen, kendine güzel bir hayat kurmak için çabalayan, mimar, sevdiği adamın yüzüğünü parmağında taşıyan, mutlu yarınların olacağına inanan, hayalleri olan, gelecekteki çocuklarını nasıl büyüteceğini düşünen, kariyerinde nerede olacağını planlayan genç bir kız, genç bir kadın. Bir kadın öldürüldüğünde “Ama o saatte dışarı ne işi vardı. Mini etek giyip tahrik etmiştir. Meğerse adam seviyormuş” gibi kirli cümlelerin arkasına sığınan ses kalabalığı böyle bir caniliğin arkasından ne diyecek?

İfadesinde “Savunmasız olduğu için kadın öldürmeyi tercih ettim” demiş. Kadınları savunmasızlaştıran güçsüzlükleri değil, baltayla, kılıçla kuşanıp kendini güçlü zanneden ruh hastalarının serbest bir şekilde sokakta dolaşmasıdır. Şüpheler ve korkular içinde yaşayan bir topluluk haline geldik. Anneler çocuklarının sokakta oynamasına izin vermiyor, gencecik kızlar okullarından eve dönerken sürekli arkalarına bakmak zorunda kalıyor. Özgürlük; bizim için kısıtlandıkça, katiller için yayılıyor. 

Başak Cengiz, sadece evine dönmeye çalışırken, nedensizce sokakta öldürüldü. Geride yarım kalmış bir aşk, feryat eden bir anne, zorla ayakta kalmaya çalışan bir baba, gazetelerde, “Bir kadın cinayeti daha” haberleri, kinini, öfkesini çaresizliğini twitterdan yazarak kusan bir çeşit topluluk kaldı. Başak’ın 28 yıllık bedenini, heveslerini, hayallerini, umutlarını toprağa gömdük. Herkes ayağındaki çamurla birlikte evine döndü. Bugün ben yazıyorum, yarın başka biri yazacak sonra herkes kendi hayatına devam edecek. Ceren Özdemir, Münevver Karabulut, Özgecan Aslan, Emine Bulut, Şule Çet, ve isimleri değişip, sonları değişmeyen diğer kadınlar gibi sadece insanlardan korktuğumuzda birbirimize anlattığımız birer isim olarak konuşulacaklar. Onların katilleri de ya akıl hastanesinde ya da hapishanede yedikleri önünde yattıkları arkasında çaldıkları nefeslerin yerine kendileri nefes almaya devam edecek. 

Anneannem “Şimdiki dünyada hastalanarak ölmek bir şans” derdi. Artık ölümden değil de nasıl öldürüleceğinden korkan bir millet haline geldik. Çok yazık!