“70 senedir bu ülkeyi din bağımlısı hükümetler yönetiyor. Ona rağmen 70 senedir inadına tiyatro yapıyoruz. Ferhan da inadına tiyatro yaptı. Ferhan başka bir insandı yazdıklarıyla çizdikleriyle. Şimdi o Rasim'ine kavuştu. Münir Ağabey'ine, Erol Ağabey'ine kavuştu. Hep birlikte orada bir meyhanede kafayı çekiyorlardır. Unutulmayacaksın Ferhan." işte Cihat Tamer bu sözlerle veda etti Ferhan Şensoy’a… Öyle bir hafta geçirdik ki, kalbimizden sevdiğimiz kim varsa, bir bir döküldü gönül ağacımızdan. Metin Çekmez, Ferhan Şensoy, Nusret Çetinel kendilerinden sonraki bir nesle tadamayacakları bir sanat, o neslin öncesine ise kapanmayacak bir boşluk bıraktılar. 

Bu öylesine bir gidiş değil, sanki bavullar dolusu insanlık, kucaklar dolusu sevgi, merhamet, en çok da sanat götürüyorlar gittikleri yere, biz geride kalanlar ise gün geçtikçe verdiğimiz kayıplarla daha da eksiliyoruz. Bir kez daha Ferhan Şensoy’un selamıyla o tiyatro sahnesini alkışlayamayacak olmak, Metin Çekmez’in oyunculuğuna doyamayacağını bilmek, Nusret Çetinel’in seslendirdiği karakterlerin hafızamızdan silinmemesi, ama devamının gelemeyeceği gerçeğiyle artık yaşamak zorundayız. 

Sanatçı sanatı anlatmaz, onu yaşatır. O yüzden bir oyun izlediğimizde gözümüzdeki bir perde daha iner, o yüzden güzel bir filmden çıktığımızda oyuncunun replikleri dilimizden eksilmez, bir gün bir şiir dinleriz ya da sesli bir kitapla o sesin büyüsüne kapılır, yazarın dünyasına gireriz. Hissetmeyi, sorgulamayı, soru sormayı, cevap bulmayı, hayatla kıyasıya mücadele etmeyi, yorulduğumuzda da o gücü bulmayı sanatçının sanatıyla öğreniriz. Şimdi kaybettiğimiz her sanatçı insanın kendini bulma gücünden azaltıyor. 

Ferhan Şensoy, Rasim Öztekin öldüğünde bir veda mektubu yazmıştı; “Orta oyuncuların amatör konu nöbetçi tiyatrodan yetişti Rasim. Kısa sürede Orta oyunculara katıldı. Kavuğumu ona devrettim. Orta oyuncularda çok başarılı bir dönem yaşadı. Kimi rahatsızlıklarından dolayı sahneyi bıraktı. Kavuğu Şevket Çoruh'a devretti. Günü geldi, uçtu gitti gökyüzüne, kavuklu fotoğrafı asılı durur Ses 1885'te. Bir gün ben de uçup geleceğim gökyüzüne, buluşuruz gökyüzünde, neşeli bir meyhanede." İşte böyle veda etmişti yakın arkadaşı Rasim Öztekin’e. 

Şimdi onlar gökyüzünün sonsuzluğunda, büyük uzun bir masa kurup, birbirlerine kavuşmanın neşesiyle kadehlerini tokuşturuyorlar. Güldürmeyi de, ağlatmayı da, yaşamayı da, doğrunun yolculuğunu da bize gösteren en güzel öğretmenlerdi. 

Küçücük bir çocukken, ilk kez tiyatroya gittiğimde çok şaşırmıştım. Gözüme görünen ilk görüntü boş bir platformdu. Karanlık, büyük, ıssız… Sonra bir anda seyirciler koltukları doldurdu. O karanlık aydınlandı. Issız platforma oyuncular girer girmez bir anda o boşluk sahneye dönüştü. O an anladım; oyuncular o sahneyle, sahne de oyuncularla bir bütün oluyor. O oyunu yazan, yöneten, dekore eden, oynayan ve izleyenlerle nefes alıyor. O zaman tiyatronun ne kadar büyülü bir gerçek, ama gerçek olamayacak kadar büyülü olduğunu gördüm. Hala bir oyun izlemeye gittiğimde o büyünün verdiği heyecanla nefesim kesilir. 

Bir hafta içinde yaşadığımız tarifsiz acının, kaybettiğimiz üç değerli oyuncunun yokluğunu tarif edecek, boşluğunu anlatabilecek bir cümle kuramıyorum. Ama en güzel cümleyi yıllar evvel Yaşar Kemal kurmuş “ O iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık”