Gitmekle kalmak arasında, durmakla geçmek yaşamak arasında, başlamakla bitirmek arasında, gülmekle ağlamak arasında bir nefes alışverişi tanımlar ömür dediğimiz bir insan hayatı. Bitmez gibi görünür, ama hiç başlamamışsın gibi yaşanır tükenir. Aslında önemli olan hayatta kalmak değildir, sonuçta ilk inga sesinden sonra hayat başlar. Artık iradenin dışındadır. Doğmak istediğine karar veremediğin gibi bundan sonraki olgularında bir parçası olursun. Zorunlu bir merhaba ve mecburi bir hoşça kal arasında sıkıştığımız yerdir dünya. İşte önemli olan bu olguların bir parçası olmak, hayatın içinde kalmak, nefes almak, bir şekilde günün sonunu getirmek ve sonunda ömrünün son noktasını koymak sadece alışılagelmiş rutin bir düzendir. Benim için hayatın başladığı yer hayatta kalmaktan vazgeçip ayakta kalmayı tercih ettiğin ve bu ikilinin arasındaki farkı anladığın gündür.



O gün renkler değişir, aslında renkler değil, renklerin tonları değişir. Pencerenin değil de, perdenin kirli olduğunu fark edersiniz. Bir değnek olmadığı zaman kendi ayaklarınızın üstüne basabileceğinizi fark edersiniz. Gün doğusu ve akşam sefasının gülümsettiğini fark edersiniz. Küçük mutlulukların küçük olmalarının güzelliğini fark edersiniz, çok yaşarsınız, ne kadar çok yaşarsanız da o kadar az ölürsünüz. İşte ayakta kalmanın ne demek olduğunu anladığınız zaman hayatın sadece sizin benliğinizin içinde küçük bir ayrıntı olduğunu görürsünüz. Aslında hayatı anlamlı kılan içinde var oluşumuz, benliğimiz değil midir?



Bugün 4 Şubat Dünya Kanser Günü; birçoğumuzun ikinci hayata attığı ilk adım olan, ister bir son olsun ister yeni bir başlangıç kaderimizin dönüm noktası olan, yerdir. Yaptığım röportajlar sayesinde görmediğim, duymadığım birçok hayatın hikayesini dinleme şansım oldu. Bir hayatın bitti denildiği yerden nasıl başladığını, insan bedeninin umudundan önce öldüğünü, hayata tırnaklarını geçiren o inatçı insanlarda gördüm. Nuray Güvendi Azeri, Ayşe Yılmaz, Zeynep Yazıcı, İyilik Melekleri Derneği, Bir Hayatta Sen Ver kuruluşu, KAÇUV (Kanserli Çocuklara Umut Vakfı) Derneği, 10 Amazon Kadınları, LÖSEV ve ismini unutup yazamadığım birçok kişiyle, kuruluşla tanıştım, onların yaşadıkları ünlemleri, virgülleri, soru işaretlerini, üç noktayı dinledim. Bir tek kanser değil, ama hayatını zor şartlar altında bile olsa ayakta tutmayı başarmış birçok hayat daha vardı. Aşk Engel Tanımaz dediğim Aysun&Ercan – Aslı&Barış çiftleri, Ayça Akın, Gamze Elibol, doktorların bile umudu kestiği annesine can olan Erdem Candar’ın, 21 yaşındayken geçirdiği talihsiz bir kaza sonucu boyundan aşağısı felç kalan ve kendi çabalarıyla okçuluk alanında madalya kazanan Yiğit Caner Aydın’ın ayakta alkışlanacak ‘Ben hayattayım! Ayaktayım!’ diyen duruşunu asla unutmuyorum. Bir de yüz yüze konuşma fırsatı bulamadığım ama her zaman takip ettiğim, tebrik ettiğim, şimdilerden 4.kez kanserle savaşan Neslican Tay’ın hayat mücadelesini, köklerinden güçlü olan, gün ışığıyla küçük bir tomurcukken filizlenen muhteşem enerjisine hayranım. İnanıyorum ki, 4.kez de kanser değil, ben güçlüyüm diyecek.



Onlar başardı, onlar gibi milyonlarcası başardı, evet bazen kanser hayatımızda kapanmayan yaralar da bıraktı, ama nefes aldığımız müddetçe kapanmaz yaralarımız olmayacak mıydı? Yara bedeninin veya ruhunun sende açtığı bir acıysa, kabuğu da ancak sen olabilirsin. Ve bir gün yara kapanır, kabuk düşer, artık kaşınmaz, hatta acımaz... Ama yeniden hayata devam ettiğin bir anda, yine rutininde bir hayatın telaşesinde kaybolduğun günlerde bir zamanlar senden olduğunu hatırlatır. Yarası kapansa da izi kalır, sızısı dinse de anısı kalır...



Zorlu fırtınalarda yelken açmayı sevin, açık denizlerde azgın dalgalarla boğuşmaktan korkmayın. Her bulut arkasında güneşi gizler. Ağladığınız gecelerin acısını güleceğiniz günlerin hatırasıyla kapatarak ‘Hayatın içinde ayaktayım!’ demeye devam edin.



Unutmayın hayatta hep olduğun kadar varsındır yağmurda mendil satan bir çocuğun gülümsemesiyle hayata bakarsanız, o da size en fırtınalı günlerde güneşin varlığını hatırlatarak bakar.