Kurban denince akla genellikle bir ritüel gelir. Bıçaklar, dualar, beyaz örtüler, donduruculara yerleştirilen et poşetleri… Ama kelimenin kalbine indiğimizde bambaşka bir anlam saklıdır: yakınlaşmak.
Kurban, uzaklaşanların yakınlaşma çağrısıdır aslında. Küslerin barıştığı, daralan gönüllerin yeniden açıldığı, insanların birbirine bir adım daha yaklaştığı bir bayramdır. Bir hayvandan önce, bir kibri, bir kırgınlığı, bir uzaklığı kurban etme zamanıdır.
Tarihte Habil ile Kabil’in hikâyesi tam da bu inceliği fısıldar. Rab, onlardan kurban istiyor. İki kardeş de ellerindekini sunuyor: biri, yetiştirdiği en güzel ürünleri… diğeri ise elinin kiriyle, işe yaramaz samanları. Gökyüzünden bir ateş iniyor. Habil’inkini alıyor, Kabil’inkini almıyor. Çünkü mesele sadece sunmak değil; kalpten sunmak. Çünkü kurban, değer verdiğini bırakabilmek; elindekinin en iyisini, içinde taşıdığın niyetle birleştirip paylaşabilmek demektir.
Bugün de benzer bir çağrı var aslında. Herkes cebinde ne varsa—bir parça çikolata, bir kutu kolonya, belki de yalnızca bir zaman dilimi—onu yanındakine hediye etme niyetiyle yaklaşabilir. Çünkü kurbanın özü hediyeleşmekten geçer. Ve bazen en kıymetli hediye, içten gelen bir tebessüm ya da kırık bir “affet” cümlesidir.
Kurban Bayramı, aslında kalbin yumuşadığı bir yerdir. O yüzden bayram sofraları hep geniştir. Çünkü insanlar oraya yalnızca yemek için değil, affetmek için, konuşmak için, yakınlaşmak için oturur. Bayramdan geriye kalan sadece et değil, yeniden kurulan bağlardır.
“Kurban, kesmek değil; yaklaşmaktır.”
Haftaya görüşmek dileğiyle, hoşçakalın. Sevdiklerinizle mutlu bayramlar diliyorum.