1915 Çanakkale Savaşları’nda, ülkenin dört bir yanında tellallar vasıtası ile Çanakkale’ye gönüllü asker aranmaktadır. İstanbul sokaklarında ilanlar asılmakta, okulların ilan panolarından da yazılı “Gönüllü Aranıyor” duyurusu yapılmaktadır. Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) ilan tahtasından haberi duyan öğrenciler, neler yapabileceklerini konuşup müşterek olarak verilen kararla gönüllü asker kaydını yaptırıp, vatan savunmasına katılmak isterler. Gönüllü kaydının başlamasına bir gün kala 646 nolu Celal İbrahim eve gitmez ve askerlik şubesi önünde sabaha kadar bekler. Amacı gönüllü listesinde ilk sırayı almaktır. 

Vefa Lisesi öğretmeni Ahmet Rıfkı Bey, Mekteb-i Sultani öğrencisi Celal İbrahim gibi binlerce gönüllü vatan uğruna canlarını vermek için sıra beklemeden vatan savunmasına koşmuştur. Zira her türlü modern imkânlara sahip düşman karşısında söz vatan savunması denince sağına soluna bakmadan “Ben Varım” diyebilen bir neslin devamıyız.

Bir de Azman Mehmet Dededen dinleyelim Çanakkale’yi!.. 

Söz Çanakkale’ye geldiğinde o koca ihtiyar sarsıla sarsıla, hıçkırıklar içinde ağlamaya başlar kendi zor duyduğu için kan çanağına dönen gözleriyle etrafına duyurmak için bağıra bağıra anlatmaya başlar:

-Çam yarması babayiğitler, Taka Mehmetler, çolak Ahmetler, Topçu Halitler, Koca Seyitler, “Hey gidi o günler heyyy! Neydi o günler Ya Rab!” Diye başlardı, söze Azman dede:

-Bir hücum sırasında bölük erimişti. Yüzbaşı telefonla takviye istedi. Gece yarısı siperleri takviye için istediğimiz askerler geldi. Hepsi askere alınmış gencecik insanlardı. Ama içlerinde daha çocuk yaşta denecek üç-dört asker vardı ki hemen dikkatimizi çekti. Bölüğü düzene soktum. Yüzbaşı gelenlerle tek tek ilgileniyor, karanlıkta el yordamıyla üstlerini başlarını düzeltiyor, sabah yapılacak olan süngü hücumuna hazırlıyordu. Galatasaraylı öğrenciler bir akşam vakti yorgun, argın marş söyleyerek geldiler tabyaya. Sıra çocuklara geldiğinde, o cıvıl cıvıl şarkı söyleyerek gelen çocuklar birden çakı gibi oldular.

Yüzbaşı sordu:
-Yavrum siz kimsiniz?
İçlerinden biri:
-Galatasaray Mekteb-i Sultanisi talebeleriyiz. Vatan için ölmeye geldik, diye cevap verdi. 
Bir diğeri: Bayrağımızı, toprağımızı savunmaya geldik.
Gönlüm akıverdi o çocuklara. Bu savaş için çok küçüktüler. Daha süngü tutmasını bile bilmiyorlardı. Onlarla ilgilendim. İçim sızladı, yüreğim yandı. Daha bunlar anne kuzusu diye düşündüm. Onları bir güzel kuşandırdım. Kalın sert palaskayı, incecik beline takarken bunlar daha çelik çomak oynayan çocuklar diye hayıflandım. Tabya arkasındaki talim yerinde onlara talim yaptırdım. Kalem tutan eller silah tutmayı beceremiyordu. Kitap okuyan gözler çakmak çakmak toplara, silahlara, mermilere aval aval bakıyordu. Gece yarısı tabyanın bir köşesine yatırdım. Yatar yatmaz yorgunluktan sızıp kaldılar. Şafak sökmek üzere idi. Her zamanki gibi düşman başladı ateşe. Her taraf top sesleri ile inliyordu. Her yan toz duman. Her mermi düştüğünde minareler gibi alev yükseliyordu. Bir gün önce ölenlerin kol, bacak, el, ayak gibi parçaları havaya kalkan toprakla siperlere düşüyordu. Mermiler üzerimizden ıslık çalarak geçiyordu. Siperler doz duman içinde kalmıştı.

Bir ara yüzbaşı ‘Azman Yandık’ diye siperin köşesini işaret etti. O şarkı söyleyerek sipere gelen, sanki çiçek toplarmış gibi neşeli olan o çocuklar siperin bir köşesinde sanki bir yumak gibi birbirlerine sarılmış tir tir titriyorlardı.Çocuklar savaşın gerçeği ile ilk defa karşılaşıyorlardı. Ürkmüşlerdi. Yüzbaşı yandık demekte haklıydı. Savaşta bir ürküntü, panik meydana getirebilirdi. Tam onlara doğru yaklaşırken içlerinden biri avaz avaz bir marş söylemeye başladı! …
-Annem beni yetiştirdi bu yerlere yolladı
-Al sancağı teslim etti Allaha ısmarladı
-Boş oturma çalış dedi hizmet eyle vatana
-Sütüm sana helal olmaz saldırmazsan düşmana.

Baktım hemen biraz sonra ona bir arkadaşı daha katıldı. Biraz sonra biri daha… Marş bitiyor yeniden başlıyorlar, bitiyor bir daha söylüyorlar. Avaz avaz!.. Gözler çakmak çakmak… Hücum anı geldiğinde hepsi süngü takmış, tüfeklerine sımsıkı sarılmış gözleri yuvalarından fırlamış, dişler kenetlenmiş bekliyorlardı. O anda birden yüzbaşı ‘hücum’ diye bağırdı. Bütün bölük, bütün tabur, bütün alay cephenin her yerinden fırladık. İşte tam o anda, o çocuklar kurulmuş yay gibi siperlerinden fırlayıverdiler.İşte o an. Tam o anda bir makinalı yavruları biçiverdi. Hepsi sipere geri düştüler. Kucağıma dökülüverdiler. O toz ve alev bulutu içinde kaybolup gittiler. Hepsi şahadete erdiler.Onların o gül gibi yüzleri gözümün önünden gitmiyor... Hiç gitmiyor. İşte ben ona ağlıyorum, o çocuklara ağılıyorum…

Azman Dede ağlıyordu. Bu anısını anlattığı köyün kahvesinde kim varsa ağlıyordu. Misafirlerine çay getiren kahveci gözyaşları içinde şunları açıklamak zorunda kaldı;

-Azman Dede hep ağlar, niye ağladığını bugün ilk defa anlattı.
Azman dedenin anlattıkları işte böyle sayın dostlar…  

Azman Dede Balıkesir’in, İvrindi ilçesinin Mallıca köyünden 104 yaşında vefat eden Çanakkale Savaşı’na katılmış gazilerimizdendi. Gençliğinde 2 metreyi aşkın boyu, dev görünümüyle insan azmanı sayılmış, herkes ona Azman demeye başlamış, soyadı kanununu çıkınca da Azman soyadını almış. Esas ismi adeta unutulmuştu. Gazi Hacı Mehmet Azman Çavuş, kendisine bağlanmak istenen Gazilik Maaşı’nı:

-Ben vatanım için savaştım, o parayı alamam, o para devletime kalsın. Diyerek kabul etmemiştir. 1992 yılında doğduğu köyde vefat etmiştir. Mezarı köy mezarlığında kendisi için yapılan anıt mezardadır.