Merhaba Abdül Bey, bugüne kadar birçok dizi filmde izledik sizi. Son olarak Amerika’da dijital bir platformda yayınlanan İnsomnia Televizyon dizisinde ve yine dijital bir platform için çekilen Mahsusa Trablus dizilerinde oynadınız. Şu an neler yapıyorsunuz?

Evet yoğun bir çekim temposunun ardından kısa bir dinlenme sürecine girdim. Yaz aylarında yine sete çıkması planlanan Selahattin Eyyubi’nin çekimine başlayacağız. Bu arada kurucularından olduğum Tiyatro BNY de sergilediğimiz “Yüzleşme” isimli oyun devam ediyor. Oyun seyirciden oldukça yoğun bir ilgi görüyor. Bu oyundaki performansım Direklerarası Seyirci Ödülleri “Küçük Salon Erkek Oyuncu” ödülüne layık görüldü. Böyle ödüller bir oyuncu için kuşkusuz çok değerli ve teşvik edici oluyor. Oyunculuğun dışında aynı zamanda Topkapı Üniversitesi Oyunculuk Bölümü’nün kurucUlarından ve hocalarındanım. Zaman zaman oyunculuk ,zaman zaman akademisyenlik hayatımda ön plana geçiyor.

Ya İstiklal ya Ölüm Kuruluş Osman gibi tarihi dizilerde oynadınız. Oyunculuk geçmişinize baktığımda da buna benzer tarihi projeler görüyorum. Sizin tercihiniz miydi?

Aslında özellikle böyle bir tercihim olmadı. Tarihi dizilerin gereklililerine uygun bir oyuncu olmam bu tarz projelerin yolunu açtı diyebiliriz. Bununla beraber tabi ki tarihi projelerde yer almayı seviyorum. Oyunculuk adına daha zorlu bir mücadele içine giriyorsunuz. Daha fazla araştırmanız, daha fazla kitap okumanız, hikayeyle daha çok boğuşmanız gerekiyor. Bedensel olarak da aksiyon sahneleri ve taşıdığınız kostüm, çekim yaptığınız mekanlar dolayısıyla daha yorucu bir çalışma içinde oluyorsunuz. Günümüzü anlatan işleri de seviyorum. Benim için senaryo çok önemli. Karakterin hikayesiyle uğraşmayı seven bir oyuncuyum. Karakterin hangi tarihte yaşadığı çok önemli değil benim için :)

Oyunculuğa karşı ilginizi ilk ne zaman keşfettiniz?

İlkokuldayken bir gösteride şiir okumamı istemişlerdi. Sahneye çıkıp, Yunus Emre’nin bir şiirini okumuştum. İlk o gün sahne tozunu yutmamla kalbim oyunculuk için atmaya başladı. O zamanlarda Beykoz’da Beykoz Vakfı kurulmuştu. O döneme göre, birçok ilçede, devletin olanaklarıyla bile yapılamayan bir tiyatro salonu, kütüphane, yemek salonu gibi alanları içeren bir tesis yapıldı. Ragıp Yavuz ve Mehmet Çerezcioğlu gibi Şehir Tiyatrolarının çok önemli iki ismi bize eğitim vermeye başladı. Onlarla birlikte yarı profesyonel yarı amatör oyunculuk hayatım başladı. 30 Kasım 1999 gecesinden beri hep sahnedeyim. Her yıl muhakkak bir tiyatro oyunum oluyor. Umarım sahnede olma gücüm olana kadar da böyle devam eder.

Çok değerli hocalardan eğitim aldınız. Tüm bu eğitimlerden sonra oyunculuk sizin için nasıl bir anlam ifade etmeye başladı?

Öğrencilerime de hep söylerim “Ben hocalarımdan, oyunculuğu çok büyük bir yere koyup, kutsallaştırmamam gerektiğini öğrendim. Mühim olan doğru, duyarlı ve iyi bir insan olmak. Önce bunu başarmanız gerekir. Sonrasında hamurunuzu yeteneğinizle yoğurur, iyi ve başarılı bir oyuncu olursunuz..” Ben oyunculuğu diğer mesleklerden üstün görmüyorum. Benim için oyunculuk diğer meslekler gibi bir meslek. Ve ben mesleğimi çok seviyorum. Sevdiğiniz işi yapıyorsunuz ve bunun için size para ödüyorlar. Bence bu dünyada yaşanabilecek en büyük lükslerden biridir.

Aynı zamanda Topkapı Üniversitesi’nde oyunculuk üzerine bir bölüm açıp, akademisyenlik yaptığınızı söylediniz. Gençlerle bir arada olmak, ilk heveslerini paylaşmak nasıl bir duygu?

Her şeyden önce zorlu bir görevim var; onları doğru bir yolculuğa çıkarmak zorundayım. O doğru yolculuğun rotasını, benim bildiğim doğrular oluşturuyor. O yüzden çok özenli ve dikkatli olmam gerekiyor. Çok büyük sorumluluk. Bana inanan güvenen kendini bana teslim eden gencecik insanların hayatına şekil vermek yön vermek. Bu sorumluluk beni hem diri tutuyor hem de enerji olarak çok besliyor. Haldun Dormen’e bakın, 100 yaşına basacak ama hala gençlere eğitim veriyor. Bence onun beslendiği şey de bu.

Yüzleşme oyununu öğrencilerinizle birlikte mi hazırladınız?

Yüzleşme iki kişilik bir oyun. Sahne arkadaşım Ebru Soyuerdem, Mimar Sinan Devlet Konservatuarının Doçentlerindendir. Çok uzun yıllar birlikte mesai arkadaşlığı yaptık, şimdi de partner olarak aynı sahneyi paylaşıyoruz. Tiyatromuza çalışma arkadaşı olarak katılıp deneyim kazanmak isteyen öğrencilerim de ekibimize katıldı.

Yüzleşme ses getiren bir oyun oldu, sizce neden seyirciden bu kadar ilgi gördü?

Çünkü Yüzleşme günümüz dünyasına ışık tutuyor bence. Konusunu anlatıp sürprizini bozmak istemiyorum. Katillerin, suçluların toplum tarafından alkışlandığı mağdurların suçlandığı , kimin kurban kimin mağdur olduğunun tahmin edilemediği, toplumsal eleştirisi yüksek olan bir oyun.Seyircinin soluksuz izlediği, tansiyonun hiç düşmediği bir oyun oldu.

Hayatımızın birçok alanında kendinizle, sevdiklerimizle, tercihlerimizle yüzleşiriz. Kimimiz bu yüzleşmeden sağ kurtulur, kimimiz çok büyük yara alır. Sizin bu hayattaki en büyük yüzleşmeniz neydi?

Ben Beykoz’da dede evinde büyüdüm. Doğumuma 6 gün kala babamı kaybetmişim. Bazı sıkıntılardan sonra annemin babası (dedem) beni alıp, Beykoz’daki konağa getirmiş. İnsanlar çok güzel bir yerde yetiştiğimi söyler. Evet, bu benim şansımdı belki ama bir taraftan baktığınızda, doğumuna 6 gün kala babasını kaybetmiş bir çocuktum. Talihsizlikler güzellikleri, güzellikler talihsizlikleri getirdi bana. Hepsini iç içe yaşadım. Yaşadığım talihsizlikler güçlü bir insan olmamı, güzellikler iyi bir insan olmamı sağladı. Bu iki uç beni bugün ki Abdül Süsler yaptı. Ben kader dediğimiz hikayeye çok inanırım. Yıllar sonra bununla yüzleştim. Allah evlat acısı yaşatmasın, ama bundan sonra beni hiçbir şey yıkamaz.

Tüm dizi ve filmlerin yanısıra tiyatronun da sizin hayatınızda çok önemli bir yeri var. Sahne, seyirciyle nefes nefese olmak demek, hiç “yapamazsam" korkusu yaşadınız mı?

Tiyatroya yeni başladığım zamanlar çok iyi bir oyuncu olduğuma inanıyordum. Okula girdikten sonra bir şeylerin o kadar iyi olmadığını fark ettim. Futursuzca sahneye çıkarken, eğitim aldıkça, bilinçlendikçe stres yaşamaya başladım. Panik atak geçirdiğim, ya sahnede kusarsam diye kulise poşet koyduğum günler oldu. Böyle dönemleri herkes yaşıyor. Önemli roller üstlendikçe sahnedeki yükünüz daha çok artıyor. Buna sahne korkusu diyoruz. Böyle bir şey yaşamadım diyen oyuncu yalan söyler. Tecrübeniz arttıkça bununla nasıl baş etmeniz gerektiğini öğreniyorsunuz. Korku yerini tatlı bir heyecana bırakıyor. Yine kalbiniz küt küt atıyor, yüreğiniz ağzınıza geliyor ama sahneye adımınızı attığınız anda herşey duruyor, karakterinizle birlikte nefes almaya başlıyor ve onun dünyasında kendinizi kaybediyorsunuz ta ki seyircinin alkışını duyana kadar.

Son yıllarda oyunculuk popüler meslekler arasında yerini aldı. Gençler yıldız olmak, şöhret olmak gibi kelimelerin peşinden koşuyorlar. Siz gençlerle bir aradasınız. Onlara oyunculukla ilgili verdiğiniz ilk dersiniz nedir?

Bazen torunları veya çocukları oyunculuğa başlamak isteyen yakınlarımız onları bana gönderip, vazgeçirmemi istiyorlar. Ben de bana yollamayın aksine yüreklendirip, yollarım diyorum. Şaka bir yana benim oyuncu olmak isteyen gençlere ilk söylediğim şey “Bu işe girecekseniz donanımınızı arttırmanız gerekiyor” oluyor. Bunu, “bir gün farklı bir rol gelir de işime yarar” diye yapmayacaksın. Farklı tatları yakalamak için yapacaksınız. Oyunculuk bir kas hafızası gerektiriyor. Bu hafıza bir sporcunun kas hafızasına eşdeğerdir. Asıl mücadele okul bitince başlar. Ben bunu bir maratona benzetiyorum. Binlerce kişi seninle birlikte bu koşuya başlıyor. İkinci kavşakta ayakkabılarını bağlayacak vaktin yok. Bunun için eğildiğin anda yanından geçen binlerce kişi kişinin ardında kalırsın

“Ömrümün sonuna kadar bu mesleği yapmak isterim” diyebilir misin?

Evet ömrümün sonuna kadar oyunculuk yapmak isterim. Başa dönme fırsatım olsa yine aynı tercihleri yapar aynı sıkıntıları yaşar yine mesleğimi yapmak isterim.

20 yıl sonra bu röportaja baktığında kendinize nasıl bir not bırakmak istersiniz?

60 yaşına geldiğimde, hala sağlığım yerinde ve hayattaysam, “Ömrünün sonuna kadar bu mesleği yaparım diye iddia etmiştin Abdül Süsler. Hala bu meslekte misin?” yazılı bir not bırakmak isterim.