Dünyada ve ülkemizde sıklıkla çocuklara yönelik şiddet veya cinsel saldırı haberleri gündem oluyor. Toplumsal farkındalığın ve tepkinin en yüksek seviyelerde olduğu bu haberlerin benzerleri ise sürekli gözlerimizin önünde yaşanmasına rağmen kimse tepki vermiyor. Çocuk istismarının yalnızca çocuk işçilik ve cinsel istismar ile kısıtlandırılarak ele alınması birçok çocuğun geleceğinin mahvolmasına yol açıyor. Bu konuda farkındalıklarımızın aslında ne kadar eksik olduğuna, başımdan geçen bir olayı aktararak dikkat çekmek istiyorum.

Beylikdüzü E5 üzerinde bir üst geçitten geçerken köprünün üstünde oturmuş dilenen bir kadın gördüm. Önünde serili bir örtünün üzerinde bir kıpırdanma sezdim. Uzaktan ne olduğunu algılayamadım ama yaklaşınca önünde bir bebek olduğunu fark ettim. Sorun şu ki bebek en fazla 20 günlüktü, belki o kadar bile değildi. Öyle küçücüktü ki önce kedi yavrusu zannettim. Bebek olduğunu görünce inanamadım, oyuncak olmasını diledim. Çünkü bebek o örtünün üzerinde yatarken yanından geçen insanların adımlarından dolayı kalkan toz üzerine yağıyordu. Üstelik hava rüzgarlıydı ve bebeği esintiden koruyacak hiçbir örtü yoktu. İncecik kıyafetleriyle annesinin önünde yatıyordu. Amaç bebeğin minikliğini sergilemek ve duygu sömürüsü yaparak daha fazla para kazanabilmekti. O kalabalıkta, tozun dumanın içinde yeni doğmuş bir bebek, henüz güçlenmemiş ve mikroplara karşı son derece savunmasız bedeninde enfeksiyona sebebiyet verecek birçok etkenin ortasında kaderine terk edilmiş gibiydi.

Bırakıp gidemedim, öfkemi gizlemeye çalışarak annesiyle konuşmaya çalıştım. Bebeğin üşüyebileceğini, insanların ayaklarının dibinde yatıyor olmasından dolayı hasta olmasının kaçınılmaz olduğunu ve yaptığı şeyin çocuk istismarı olduğunu anlatmayı denedim fakat kadın üzerinde en ufak bir etki bile yaratamadım. Bir hışımla yerinden kalkarak “Bu benim çocuğum, ona ne olacağı seni alakadar etmez, para vereceksen ver vermeyeceksen çek git, önümüzü kapatma!” dedi. ‘Dükkânın önünü kapatma’ dedi resmen! Öfkemi daha fazla bastıramadım ve polis çağırdım ancak dilencilerle ilgili konulardan zabıta sorumlu olduğundan gelemeyeceklerini belirterek zabıta ekibi yönlendirdiler. Polisle telefonda görüşürken dilenci kadın sadece gülüyordu. Zabıta ekibinin geldiğini öğrenince bebeğini ve eşyalarını toplayarak üst geçidin altında dilenen arkadaşlarının yanına gitti. Ekip gelene kadar kadının peşinden ayrılmadım. Bölgeden ayrılma girişiminde bulunduğu anda önüne geçip engellemeye çalıştım. Ben peşinde olduğum için sürekli olarak sözlü ve fiziki saldırılarda bulunmaya devam etti. Yaklaşık 20 dakika sonunda zabıta ekibi geldiler ve ben, anneye nasihatte bulunup yaptığı hatadan caydırmalarını ya da ceza yazmalarını ümit ederken beni ikna etme konuşmasına başladılar.

Zabıta ekibi bana diyor ki; ‘Ben şimdi bunları toplayıp karakola götürsem 10 dakika sonra bırakılır. Belki ufak bir ceza kesilir ama çıkar çıkmaz kaldıkları yerden dilenmeye devam ederler. Bu sorunla ilgili kanunlarımızda bir açık var bu yüzden sen hiç canını sıkma çünkü ne senin ne bizim yapabileceğimiz hiçbir şey yok.’ Nasıl beni ilgilendiren bir şey yok?! Nasıl kafama takmayayım!? Olay yerinden beni resmen yavaş yavaş itekleyerek ve teselli ettiklerini zannederek uzaklaştırdılar. Mecburen uzaklaştım ve arkama baktığımda zafer kazandığını düşünerek sinsi sinsi gülen zalim bir anne ve merhametten nasibini almamış bir anneden dünyaya geldiğinin henüz farkında olmayan bir bebek gördüm. Bir ilçenin zabıtasını aynı ilçenin belediyesine şikâyet etmemin bir fayda sağlamayacağını bildiğimden içim acıyarak susmak zorunda kaldım. ‘Zabıtanın elinden ne gelir’ demeyin sakın, böylesi bir durumda çözüm üretme girişiminde bulunmayan aşağıdan yukarıya tüm yetkililer hatalıdır. O an belki de telefonumu çıkarıp bir milletvekilini, bakanı arasaydım eminim o zabıta memuru yapacak çok fazla şey bulur, kanun açığı oluşturmayacak şekilde prosedür uygulayarak mutlaka bir çözüm üretirdi.

Neden Dilencilik Konusunda Yasal Düzenleme Hala Yok?

Yaptırımı olmayan suçlarda insanların ne kadar ileri gidebildiklerine ilk defa şahit olmuyorum elbette ama işin içine istismar girdiğinde bile olayı hala dilenme boyutunda değerlendiren bir adalet anlayışını da aklım almıyor. Dilenen insanların birçoğunun resmen suç örgütü şeklinde çalıştığı bilinirken bu konuda hala yasal bir düzenleme yapılmaması kimin ayıbıdır?

Bir çocuğa cinsel istismarda bulunulduğunda yer yerinden oynarken (ki çok daha fazlası olmalı) istismarın bu şekline neden kimse ses etmiyor? Sırf daha fazla para kazandıracak diye dünyaya yeni gelmiş ve henüz bağışıklık sistemi kuvvetli olmayan küçücük bir bebeği hastalanması hatta ölümüne sebep olacak enfeksiyonlara yakalanması pahasına dilendirmek istismar değil midir? Sokak ortasında çocuğuna bağıran bir anne görünce sözlü linç girişiminde bulunan sevgili halkımız böylesi bir vicdansızlığa nasıl sessiz kalabiliyor? Toplumun hala bu yöntemlerle sömürülüyor olmasının tüm suçunu meclise mi yıkmalıyız yoksa gözümüzün önünde gerçekleşen bu olaylara karşı üç maymunu oynayan bizler de bir o kadar suçlu olabilir miyiz?

Özellikle çocukları kullanan dilencilerin yanından umursamayarak geçip gittiğimizde ya da arabalarımızın yanına yaklaştıkları anda kapıyı kilitleyip camları kapatıp kafamızı çevirdiğimizde sorun çözülmüyor. ‘Ben görmüyorsam sorun yoktur’ anlayışı hiçbir sosyal ve bireysel sorunu çözmeyeceği gibi bizi zamanla insanlıktan da çıkarabiliyor. Dilencilerin çocukları kullanıyor olması konusunda kamuoyu oluşmuş olsa da yargı ve yönetim birimlerinin harekete geçmesi için bir ses çıkarmak zorundayız.

Toplumsal sorunlara tepki gösteren veya hukuki yollarla hakkını arayan insanların, çoğu zaman olumlu sonuca ulaşamadıklarını görmek motivasyon kaybına ve duyarsızlaşmaya sebep olmuş olabilir. Öğrenilmiş çaresizlik yüzünden duyarlı tarafımız büyük oranda törpülenmiş olsa da bunun sadece zihinsel bir etki olduğunu ve farkındalık kazanarak bu durumu değiştirme ihtimalimizin olduğunu bilmemiz gerekiyor. Aksine inansak da umursamamak hiçbir sorunu çözmüyor. Herhangi bir problemle karşı karşıya kaldığımızda izlemekle ve şikâyet etmekle yetiniyoruz. Hatta öylesine alışmışız ki görmezden gelmeye, başkalarının başına gelen ya da bize isabet eden haksızlıklar karşısında şikâyet bile etmiyoruz. Ancak harekete geçmeden ilerleme olmaz. Bunu kaç bin defa daha tecrübe etmemiz gerekecek?