Trump-Musk ikilisinin devlet anlayışı, büyük güçlerin iradesini zayıf olanlara dayatma şeklindedir. Vance danışmanlığında Trump ve Musk, “Önce Amerika” mottosuyla çıktıkları yolda diğer ulusların iradesini görmezden gelerek uluslararası düzenin temellerini zayıflatacaktır. Zira diğer ülkelerin topraklarının ve haklarının ilhakını meşrulaştırarak bu niyetlerini ortaya koymuş oldular. Kanada’yı 51. devlet yapma ve Grönland ile Panama Kanalı’nı ele geçirme fikri de cabası… Ukrayna’yı düşürdüğü durumu anlatmaya gerek yok sanırım. Trump şimdiden, 80 yıldan uzun süredir sarsılmayan ABD ile Avrupa arasındaki ittifaka zarar verdi.

Asıl konuya gelecek olursak…

Trump, Filistin-İsrail çatışmasını, ekonomi ve güvenlik projesinin bir parçası olarak tanımlıyor, bu savaşın varoluşsal doğasını inkâr ediyor.

Trump’ın, Orta Doğu’ya yönelik yeni planları “yine” sadece ABD’nin çıkarlarını içeriyor. Trump’ın vizyonu, Orta Doğu ülkelerinin siyasi tavizler vermeleri karşılığında bu tavizi veren devletlere yönelik büyük yatırımlar ve teşvikler sunmak üzerine kurulu. Bu durum, ABD’nin maddi ve manevi desteği karşılığında ülkeyi komple teslim etmeleri anlamına geliyor. Kısaca çözüm olarak sunulan bu tehlikeli plan, Orta Doğu halklarının taleplerini karşılamayı ya da o devletlerin ilerlemesine, özgürleşmesine katkıda bulunmayı içermiyor. Tamamen ABD ve İsrail’in ekonomik ve siyasi çıkarlarını korumayı ve artırmayı hedefliyor.

Hepsi bir kenarda dursun, Trump Orta Doğu’nun gerçeklerini ve karmaşasını aşırı basite indirgiyor. Ekonomik yardımların, kökleşmiş siyasi krizleri çözebileceğine inanıyor. Filistin davasını bile iyileştirilmiş yaşam koşulları ile düzelecek bir mesele zannediyor. Filistin’e yapılacak hiçbir yatırım ya da maddi yardım, Filistinlilerin siyasi, dini ve sosyal haklarının yerine geçemez. Milyonlarca Filistinlinin mücadelesi, varoluşsal bir siyasi çatışma değil bir insan hakları meselesidir. Filistinlilerin ve Filistin meselesine destek veren milyonlarca insanın davası, pazarlık konusu edilemeyecek kutsal bir davadır.

Trump başkanlığındaki yeni ABD yönetimi de bu konuyu algılamak ve çözmek istemiyor. Hatta Trump, geçmişteki hamlelerini geliştirerek aynı şekilde uygulamaya sokmaya çalışıyor. Klasik Trump yönetimi, ekonomik çıkarlarının peşinden koşan, siyasi ilkelere ve insan haklarına aldırış etmeden işgal temelli politika yürüten bir yönetim olacak. Yıllarca küresel çatışmalarda tarafsız bir arabulucu zannedilen ve 7 Ekim itibarıyla bu konumu sarsılan ABD’nin güvenilirliğini kökten yok edecek.

Hatırlatmakta fayda var, 4 Şubat’ta Beyaz Saray’da Netanyahu ile yaptığı basın toplantısında ABD’nin Gazze Şeridi’nin devralmasını ve sahiplenmesini önermişti. Toplantıda Gazze’nin geleceğine yönelik yeni bir yaklaşıma ihtiyaç olduğunu vurgulayıp “yeni” dediği yaklaşımda yine Filistin halkına söz hakkı tanınmadığı geçmiş planına benzer fikirler ortaya attı.

Bu “güya yeni olan” planda Gazzelilerin yerlerinden edilmesinin ‘geçici’ olacağı ve Gazze’ye hiçbir ABD askerinin girmeyeceğinin güvencesi verildi. 4 Şubat’ta bu sözü veren Trump, 10 Şubat’ta ise Filistinlilerin Gazze’ye geri dönmeyeceklerini çünkü ‘çok daha iyi konutlara ve daha iyi yaşam koşullarına sahip olacakları kalıcı bir yere’ sahip olacaklarını söyledi. Her zamanki gibi kendi kendini yalanladı. Sahi, ne zaman sözlerini tutmuşlardı?

Madem Trump Gazze halkının daha iyi konutlarda ve daha iyi şartlarda yaşamasını önemsiyor, o halde neden Arap liderlerin, Filistinleri yerinden etmeden bölgeyi yeniden inşa etme planına karşı çıktı? Mısır, Gazze’yi yeniden inşa planına 53 milyar dolar yatıracaktı ve Arap liderler bu plana destek verecekti. Hamas bu planı memnuniyetle karşılarken İsrail ve ABD reddetti. İkisi de Filistinlilerin kendi topraklarında kalmalarını istemediklerini açıkça dile getirerek 2,2 milyon Gazze sakinini zorla yerlerinden edeceklerini açıkladılar. İsrail ve ABD, Filistin adına ne karar verirse versinler bu karar hiçbir zaman Filistin halkını memnun edecek nitelikte olmayacaktır.

Trump yeni planıyla, Filistin’in siyasi ve sosyal haklardan kopuk bir gayrimenkul projesine dönüştürülmesine onay veriyor. Sadece Filistin de değil, Suriye ve Lübnan’ın istikrarsızlaştırılması ve güvenliğinin satın alınması için destek vereceğini açıklıyor.

Bu noktada akla ilk olarak 2020 yılında, Trump’ın başkanlığı garantilemek adına yaptığı hamlelerden biri olan “Yüzyılın Anlaşması” dediği Trump Barış Planı geliyor. Yüzyılın Anlaşması olarak adlandırılsa da aslında Filistinlilerin geleceğine dair tasarlanmış Yüzyılın İhaneti olan bu plan, gerçekte Trump’ın değil İsrail’in planıydı. Trump sadece bu planı tümüyle onaylamıştı.

Bu “sahte” barış planı kamuoyuna açıklandıktan sonra ABD yönetimi, bölgede bulunan vatandaşlarını olası saldırılara karşı uyarmıştı. Kudüs ve Batı Şeria’da bu plana tepki olarak şiddet olaylarının gerçekleşme ihtimalinin bulunduğu açıklanmıştı.

ABD’nin bu uyarısı bile “Yüzyılın Anlaşması” denilen ihanetin aslında hiçbir hukuki ya da ahlaki bir temeli olmadığını ispatlamıştı. ABD aslında İsrail’in tasarladığı bu barış safsatasının Filistin’i imha planı olduğu konusunda şüphesinin olmadığını ortaya koymuştu.

Uluslararası anlaşmaların nasıl yapıldığına bakıldığında gerçek anlaşılabilir. Kendilerini ilah gibi gören ABD-İsrail ikilisi, sorunun asıl muhatabı olan Filistinlilere hiçbir söz hakkı vermemiş, İsrail ile Filistin arasında tek bir müzakere bile yapmamışlardı. Aksine Filistinlilerin bu alçakça “teslim anlaşmasını” koşulsuz kabul etmeleri beklenmişti.

Onlara sunulan şart, Kudüs’ü tamamen İsrail’e teslim etmeleri, egemen olmayan ve İsrail tarafından kuşatılmış bir devlet kurmaları idi. Hatta ordu kurmaları da yasak olacaktı. Başka ülkelerdeki Filistinli mültecilerin, Filistin’e geri dönmeleri de imkânsız hale gelecekti. Bunu hangi mantık kabul edebilirdi? Bilgisayar oyununda bile böyle bir devlet kurulmaz! Her şeyi bir kenara bırakalım, sadece Kudüs’ün İsrail’e teslim edilmesi şartı bile Filistin halkı için kabul edilemez! Hatta biraz idraki olan hiçbir Müslüman için bu kabul edilemez olmalıdır.

Bu arada anlaşmadaki maddelerden biri, Filistinlilerin yerlerinden edilmeyeceği sözüydü. Ancak Trump’ın bugün 2 milyonluk Gazze nüfusunu sürekli farklı bir ülkeye gönderme çabası referans alındığında, 2020 yılında o anlaşmaya da uymayacakları ispatlanmış oldu. Yukarda yazmıştım ama yine sorayım: Sahi, ABD ve İsrail ne zaman verdikleri sözde durdular ki?

Kısaca ABD ve İsrail her zaman şu mesajı veriyorlar: “Bizim savaşmaya cesaretimiz yok. Parasını verelim, siz ülkenizi bize teslim edin”. Bu hamleyi zamanında Türkiye’ye de yapmışlardı. Marshall Yardımlarını hatırlayın. Etkisinden 80 yıl kurtulamadığımız, bugün bile tam manasıyla etkisinden çıkamadığımız sözde yardım yüzünden…

ABD, İsrail ve İngiltere’nin işgal mantığı her zaman o ülkenin topraklarına sahip olmak değildir. Hatta bu en son arzuları bile olabilir. Onlar, siyasi ve ekonomik olarak işgal ettikleri zaman ülkenin tamamını ele geçirmiş gibi olurlar zaten.

Hatırlayın ne demişti Mayer Amschel Rothschild?

-       “Bana bir ülkenin ekonomisini verin, kanunları kimin koyduğu önemli değil.”

Trump’ın mantığı da aynen bu şekilde işliyor. Orta Doğu başta olmak üzere gözünü diktiği tüm ülkeleri ekonomi üzerinden zapt altına almayı, yönetmeyi ve sömürmeyi hedefliyor.

Diğer ülkeler açısından konuşursak bu yazının sonu gelmez, bu yüzden sadece Filistin ve İsrail açısından bir yorum ile konuyu sonlandırmak istiyorum.

Filistin halkına, kendi kaderini tayin hakkı tanınmadığı sürece Filistin davası, İran ve müttefikleri tarafından istismar edilmeye devam edecektir. Batı ise ABD ve İsrail’in aymazlıklarını sessiz kaldıkları sürece eninde sonunda sıra kendilerine gelecektir.

Eğer ABD ve İsrail, bunca masumun kanını döktükten sonra, bunca hukuk dışı hamlesinden sonra, bunca vahşetten sonra ve hatta Batı’nın sözde değerlerinin altını oyduğu tüm eylemlerinden sonra bu işten sıyrılmayı becerebilirlerse bu işin sonunda asıl korkması gereken Batı olmalı. Zira İsrail, Trump döneminde daha saldırgan ve cüretkâr olacak.