Osmanlı dünyanın bir numaralı devleti olduğu yıllar da; Şam’da yaşayan Bağdatlı Abdurrahman Efendi, 1865 yılında Sultan Abdülaziz döneminde padişahın emriyle Amerika kıtasına doğru yola çıkan gemide imam olarak görevlendirilmiştir. Padişahın emri üzerine Basra’ya gider ve göreve başlar. Yani bu yolculuk Abdurrahman için hiçbir zaman Basra'da bitmeyecek bir seyahatin başlangıcı olacaktır. Osmanlı ve Brezilyalılar arasında alışılmamış bir ilk karşılaşmanın hikâyesine dönüşecekti. Bağdatlı Abdurrahman'ın Seyahati Diyanet İşleri Başkanlığı'nın hazırladığı “Brezilya'da İlk Müslümanlar- Brezilya Seyahatnamesi” isimli eser ile tanınmıştır. Olumsuz hava şartları yüzünden yolunu şaşıran gemi, ilk bulduğu karaya demirleme kararı alıyor. Brezilya'nın başkenti Rio de Janeiro'ya ulaşmışlardır. Mürettebattakiler, nihayet sağ salim bir kara parçasına ayak bastıklarında ise Brezilya halkı ile karşılaşıyorlar. Brezilya, Osmanlılar için farklı bir dünyadır. Ne dilleri ne de dinleri hakkında en ufak bir bilgiye sahip değillerdi. Portekiz dili ile konuşan beyaz tenli subaylar birkaç kez kıyıya yanaşan Osmanlı gemilerini yoklamış ve gemiye müsaade etmiştir. Bağdatlı Abdurrahman bu olayı şöyle anlatacaktı: ”…. Daha sonra, yine birtakım adamlar geldiler. Bunlar da öncekilerin sözlerini tekrar ederek öğleye kadar yanımızda oturdular. Biz öğle namazını eda etmek için kalkınca, onlar da kalktılar. Hepsi birden abdest alarak bizimle namaz kıldılar. Bunu üzerine Müslüman olduklarını anladık. Kendilerine saygı gösterdik, ikramlarda bulunduk. Akşam üzeri izin alarak ayrıldılar. Son derece memnun kalmışlardı. Ertesi günü, daha kalabalık olarak yeniden geldiler. Bu kez yanlarında Arapça’dan ve Portekiz dilinden anlayan bir de tercüman getirmişlerdi. Bulunduğum kamaraya, bana saygı amacıyla, başlarını açarak girdiler, oturdular. Tercüman aracılığıyla, saygı amacıyla başı açmanın İslâm'a aykırı olduğunu söyledim. Kendilerine güler yüz göstererek gereken saygıyı yerine getirdim.”

Müslümanlar’ın korku sebebiyle dinlerini gizlediğini öğrenen gemi komutanı, imam için endişelenmiştir. Onun daha fazla bölge halkı ile konuşmasını istememiştir. Ancak imamın tek gayesi, İslam'ı tebliğ için Rio de Janeiro'da kalmaktır. Daha önce beyaz bir Müslüman görmemiş, yıllar önce küçük yaşta memleketlerinden ve dinlerinden ayrılıp esir olarak yaşamış ve şimdi dinlerini öğrenmeye gayret gösteren bu halkı Abdurrahman Efendi yalnız bırakmamıştır. Allah'a tevekkül ederek gemiden ayrılmıştır. …Brezilya'da bulunan köle siyahîler ve özgürlüğünü kazananların çoğu Afrika'dan kaçırıldıklarında İslamiyet dinine mensuplardı; ama bu uzak coğrafya getirildiklerinde önemli bir kısmı henüz çocuk olmaları sebebiyle İslam dininin esaslarını bilmiyor yahut unutmuşlardı. Bu sebeple, biraz da kimlik arayışıyla, Brezilyalı siyahîler Bağdatlı Abdurrahman'dan İslam'ı öğrenmek isteyeceklerdi: Amerika'daki siyahîlerin içinde Müslüman olanların sayısı çok azdır. Müslüman olanlar da memleketlerinden küçük yaşlarda ayrıldıkları için, cehalet hastalığına yakalanmışlardır. Bu Müslümanlar’dan bazıları, beni görünce son derece memnun oldular. Beni, kendilerine İslâm'ın buyruklarını öğretmem için evlerine dâvet ettiler.” Kendisi için hazırlanan evde kalan Abdurrahman, halkın çok itina ile evlerinde sakladıkları Kur'an-ı Kerim'i onlara öğreterek görevine başlar. Abdest, namaz, oruç, hac, zekât vb. konularda onların dillerinde kitapçıklar hazırlar. Burada bulunduğu süreçte pek çok kişi Müslüman olur. Halk, imamla karşılaşmadan önce Müslüman olmak için belirli bir miktar para/altın karşılığında bir belge almayı doğru zannettikleri halde imam onlara bu uygulamanın haram olduğunu ve Müslüman olmak için ne yapmak gerektiğini anlatır, böylece kısa sürede binlerce kişi Müslüman olur.

Bağdatlı Abdurrahman, Brezilyalı Müslümanlar’ın dinlerini büyük bir yanlışlık içerisinde yaşadığını üzüntüyle tespit eder: “Mesela, saygı duydukları kişilerin önünde rükuya varıyor, sonra yüzlerini yere sürüyor ve izin verilmedikçe başlarını yerden kaldırmıyorlardı. Tamamen yanlış kıldıkları namaz sırasında tükürüklerini yutmuyor, hazır bulundurdukları kâselere tükürüyorlardı. Orucu Ramazan ayı yerine Şaban ayında tutuyorlardı. İçlerinden birisi ölünce, kiliseye gidip ölenin ruhu için İncil okutuyorlardı. Evlenmek isteyen erkekler seçtikleri kadınları tecrübe maksadıyla nikahlamadan yanlarına alıyor, onlarla beraber oluyor, çocuk yapıyor ve memnun kalmamaları halinde kadınları çocuklarıyla beraber ailelerine iade ediyorlardı. …Namazı yanlış kılıyor, duaları bilmiyor ve en önemlisi de Kuran’ın bilgilerinden yoksun durumdaydılar. İçlerinden birini tek başına namaz kılarken gördüm. İftitah tekbirini aldıktan sonra, bir kez sağına, bir kez de soluna eğildi, rükûya gitmeden secdeye varıp yeri öptü. Bunu birkaç kez tekrar etti. Sonra da aklına geleni söyleyip selâm vermeden namazdan çıktı.” Brezilyalı Müslümanlar’ın içerisinde yaklaşık 15 gün kalan Bağdatlı Abdurrahman tüm çabalarına rağmen buradaki Müslümanlar’ın İslami yaşantılarında bir değişiklik meydana gelmemesinin nedenini sonraları anlayacak ve şu sözlerle aktaracaktı: “Ne var ki, bu süre içinde harcadığım nefes ve emeğin hiçbir etkisini göremedim. Bunun, tercümanın Portekiz dilini yeterince bilmemesinden ileri geldiğini sanıyordum. Ama daha sonra, kısa zaman da Portekiz dilini öğrenince, nedenin yalnız bu olmadığını anladım. Meğer tercüman, mayasındaki habâset(kötü niyet) gereğince, ifadelerimi başka şekillerde yani yanlış anlatırmış.”

Abdurrahman'ın iddiasına göre kendisini Müslüman olarak tanıtan tercüman esasen Yahudi idi ve tercümeyi bilinçli şekilde çarpıtıyordu. Abdurrahman'ın faaliyetleri Müslüman olmayan diğer Brezilyalılar’ın da ilgisini çekecekti ve siyahîlerden birkaç kişi gemiye gelirler. Komutan İngilizce bildiği için, yanlarında İngilizceyi ve Portekiz dilini bilen bir tercüman da getirmişlerdi. Komutanın yanına girip, Osmanlı amiralinden şu ricada bulunacaktılar: “Biz şimdiye kadar dünyada mevcut beyaz insanların tümünün Hristiyan ve yalnız siyahîlerin Müslüman olduğunu sanıyorduk. Sizleri görünce, diğer ülkelerde de Müslümanlar olduğunu anladık. Bundan dolayı çok memnun olduk,” diyerek kendilerine İslâm'ı öğretecek bir adam bırakılmasını rica ettiler. Bağdatlı Abdurrahman bu vazifeyi üstlendi ve Brezilya'da bilhassa siyahilerin İslam'ı doğru öğrenmesine vesile olurken birçoğunu da Müslüman yapmayı başardı. Bununla da yetinmedi ve Arap harfleri kullanarak Portekiz lisanında birçok hadis, ayet ve İslami öğreti içeren tercüme eserler yazarak öğrencilerine ezberletti. Bağdatlı Abdurrahman bireysel gayretleri ile Brezilya'daki Müslümanlar’ın sayısı kısa sürede 19 bine ulamıştı (Bu Bağdatlı Abdurrahman'ın iddiasıdır).“…Müslüman kabilelerin her birinin bir reisi var. Reislerden kimilerine Fa, kimilerine de İmam diyorlar. Kabile bireyleri, bütün işlerinde, bütün sorunlarında reislerine başvuruyorlar. Kabile reisleri, nüfuz ve itibar bakımından bir üstünlük yarışı içinde bulunduklarından, aralarında sürekli bir düşmanlık var. Kalplerini ısındırmaya, aralarını bulmaya çok çalıştım. Ama bir yararı olmadı. Kabile reisleri remil1 ve simya ilimlerine büyük ilgi duyuyorlar. Bunların İslâm'ın yasakladığı şeylerden olduğunu söyleyerek terk ettirmeye çalıştım. Ama terk etmeleri mümkün olmadı.” Öte taraftan Abdurrahman'ı en zorlayan konu Brezilya Müslümanları’nın içkiyi mubah saymalarıydı. Tütün içmek ve sakal kesmek gibi hususlarda son derece hassas olan Brezilyalı Müslümanlar’ın içki konusundaki tutumu Abdurrahman’ı çok uğraştırmış; ama yine de değiştirmelerine ikna edememiştir. “…Burada bütün Müslümanlar bıyıklarını tıraş ediyorlardı. Bıyıklarını kesmeyenlere kâfir gözüyle bakıyor, Allah'ın selâmını kesiyor, kız alıp vermiyorlardı. Tütünü haram sayıyor, buna karşılık içkinin mubah olduğuna inanıyor ve açıktan açığa içiyorlardı. Bir gün, kabile reislerinden birisi beni yemeğe dâvet etti. Sofrada şarap görünce, bunun haram olduğunu bildirdim. Allah'a hamd olsun, hepsi içmeyi bırakarak tövbe ettiler. Ama bazıları, şarap yerine tütün içmeye başladılar.” (Kaynak: Brezilya Seyahatnamesi, Bağdatlı Abdurrahman Efendi / Yayına hazırlayan: N. Ahmet Özalp / Kitabevi, İstanbul 1995)

Bağdatlı Abdurrahman'ın en büyük sorunu bu da değildi. Brezilya'da İslamiyet resmen yasaktı. Dolayısıyla yaptığı ölümüne neden olacak bir suçtu. Brezilyalı Müslümanlar da merkezi otoriteye kendilerini Hıristiyan gibi takdim ederek varlığını sürdürebiliyordu: Bir zamanlar siyahîlerle Hristiyanlar arasında büyük bir savaş olmuş. Hristiyanlar savaştan galip çıkmışlar. Bu savaşa Müslümanlar neden olduklarından, daha sonra korkularından inançlarını gizlemek zorunda kalmışlar. Çünkü birisinin Müslüman olduğu anlaşılınca ya hemen öldürülüyor ya sürülüyor ya da ömür boyu hapsediliyordu. Bu durumu gördükçe kahroluyordum. Dini meseleler bir kenara bırakıldığında Bağdatlı Abdurrahman seyahatnamesinden birbirinden sıra dışı bilgilere yer verir. Brezilya'nın tropik meyveleri, ilginç tutileri (papağanları) Amerikalı yerlileri, Amazon Ormanları ve Brezilya memleketinin sayısız özelliğini Türkler’in dikkatine sunar. Bağdatlı Abdurrahman tehlikeli görevini uzun süre devam ettiremez. Brezilyalı Müslümanlar’ın kendi aralarındaki husumetleri, merkezi otoritenin baskısı, İslamiyet'in yanlış yorumu ve elbette memleket hasreti dönüş yolculuğunu mecbur kılar.

Abdurrahman, birçok Brezilyalı Müslüman'ın dinini doğru öğrenmesini sağlarken o zamana kadar; Osmanlıları insan eti yiyen yamyam topluluklar olarak bilen pek çok Brezilyalı’nın da Osmanlıları tanımasına vesile olacaktı. Brezilya'da seyahat ettiği bazı şehirlerin ardından Tanca'ya, oradan Cebelitarık, Cezayir, Malta ve Mısır vasıtasıyla Mekke'ye ulaşmıştır. Mekke’ye gidip Hac fârizasını yaptıktan sonra “Brezilya’da bir Osmanlı misyoneri” olarak İstanbul’a dönmüştür.