Seni youtube’a çektiğin videolarla tanıdık. Meme kanseriyle olan savaşın, duruşunla insanlar seni izlemeye, kendilerinden biri olarak görmeye başladılar. Çektiğin videolarda o kadar samimi, olduğun gibi ve o kadar güçlüydün ki, birçok insan seni tanımadığı halde merak etti, mücadelene tanıklık etti. Birçok kadının ilhamı oldun, yazdığın kitapla yüzbinlercesine ulaştın ve artık seni herkes tanıyor. Bana bugünkü Demet’in duygularından, hayatından biraz bahseder misin?

 

Bugünkü Demet tanınır olduğunu evde oturduğu ve iyileşme sürecinde olduğu için pek anlayamamıştı, hatta ilk dışarı çıkışlarımda neden herkes bana bakıyor dediğim bile oldu. Hücrelerimle, yeni saçlarımla yeni kaşlarımla beraber hayatım da değişmiş sonradan fark ettim. Memnunum, mutluyum, sevgili ekip arkadaşlarımla hep bir sözümüz var ‘Benimle bir kere sokağa çıkın’ yolda durduran, sarılan, elimi tutan, saçımı okşayan çok insan var, hepsinin hayatının bir kenarında olmak çok büyük bir şans benim için. Sevmeyi ve sevilmeyi hep çok severdim; en savunmasız, en eksik halimle beni bu kadar sevdikleri için onlara minnettarım.


İlk dışarı çıktığında böyle hissettikten sonra, bu korkunu nasıl yendin?

Bu korku değil, şaşkınlıktı. Bu kadar insanın beni nasıl tanıdığını merak ettim. Bununla ilgili komik bir anım var. Bir gün bir arkadaşımın mekanına giderken, karşısındaki otoparka arabamı bıraktım. Benim arabamın plakası da “Dmt”, içeri girdiğimde vale “hoş geldiniz Demet Hanım” dedi. “ Sizde mi beni takip ediyorsunuz?” diye bir an coşkuya kapıldım. “Ben plakanızdan anladım” deyince, herkes de beni tanımıyormuş, o kadar da değilmiş diye hissettim.

İnsanlar tarafından tanınır olmak sana nasıl hissettiriyor?

Tanınmak güzel bir şey, ama aynı zamanda çok yorucu. Her şeyi her yerde konuşmamanız lazım, ama ben tam tersi konuşmamam gereken her şeyi konuşurum. Ben her güne, bir önceki günü unutarak başlıyorum. 50 First Dates filmindeki gibi. Bununla ilgili korkuyorum; bekar bir kadınım, bir gün sevgilim olduğunda onunla gözüküp, magazin figürü olmaktan korkuyorum. Bir oğlum var ve ailem de bunu hoşgörüyle karşılayacak bir aile değil.

Magazinin hem içindesin, ama içinde olmaktan korkuyorsun…

Şimdi daha da içine girdim. Bundan sonra ne olur, bilmiyorum.

Medya sektörünün içine doğmuşsun diyebiliriz. Babanın müzik prodüktörü olması senin medya alanında var olmanı seçmende bir etken mi?

Benim çocukluğum stüdyoların deri koltuklarında geçti, babam dönemin en ünlü isimleriyle çalıştığı için benim normalim o ışıltılı hayat oldu. Bu sebeple başka bir meslek bilmedim, görmedim ama babam hiç istememişti bu bölümü okumamı; güzelliği, ışıltısı kadar zorlukları da var ama çok şükür kotarıyorum. İşimi çok severek yapıyorum, yazılarıma videolarıma çok önem veriyorum.

Biz büyüsek bile çocukluğumuz bizimle gelir, çünkü içimizde bir yerde çocuk kalmış yanımız bize hep seslenir. Sen nasıl bir çocukluk geçirdin?

Ben 2 çocuklu boşanmış bir ailenin 2. Çocuğuyum. Annemle babam ben çok küçükken boşanmışlar. Antalya’da annemle büyüdüm, bizler küçük yerin büyük adamlarıydık, eğitim hayatım hiç parlak değildi ama çok iyi okullarda okudum, hala en yakın arkadaşlarım ilkokul arkadaşlarımdır. İnanılmaz güzel, dolu dolu, imkanları iyi bir çocukluk geçirdim, oğluma da bunu yaşatmak tek isteğim. Ben annemle babamın ayrılığından hiç etkilenen bir çocuk olmadım, dilerim oğlum Emir de öyle olur.

Kanser, seni hayatının hangi evresinde yakaladı?

Her şeyimin en güzel olduğunu zannettiğim bir evrede… Saçlarım tam istediğim renk, vücudum tam istediğim kiloda, oğlumu büyütmüşüm, evin düzeni oturmuş..Hoppp 3.evre kanser.

En mutlu olduğun gün sorunlar kapını çalmaya başlar ya, seninki de biraz o misal olmuş. Kanser olduğunu oğlun Emir’le paylaştın mı?

Hemen paylaştım. Ben teşhisi aldıktan sonra hemen Gülseren Budayıcıoğlu’nun kliniğine gittim. Biz çok bilinçli bir aileyizdir, çok iyi kriz yönetiriz. Gülseren Hanım’a dedim ki “Oğlum haftanın üç günü benimle oyun parkına gidiyordu, birlikte geziyorduk. Şimdi onunla kim gezecek?” O da bana “Sizin çocuğunuzun bir anneye ihtiyacı var, arkadaşa değil. Sizin bahsettiğiniz şeyler, annelik değil. Bu durumu oğlunuza söylemeliyiz ve onu her ihtimale hazırlamalıyız.” Dedi.

Oğlunla paylaştığında ilk nasıl tepki verdi?

Emir o zaman iki buçuk yaşındaydı. İlk sorduğu şey “Gelmeyecek misin?” oldu. Emir’i hastalıktan daha çok, hastanede uzun kalışlarım sarstı. O zamanları hem babası hem anneannesi hem de bakıcısıyla çok iyi tolere ettik. Benim hastanede uzun süre kalışlarım, saçımın yok olacak olması ve sonra da tamamen yok olması Emir’i çok sarstı. Hala oynadığı oyunlarda, traktörler hastaneye gidiyor.

Kanser olduğunu öğrendin ve bir anda hayatın ikiye ayrıldı. Bu mücadelenin içinde ayakta kalmak için kendini nasıl motive ettin?

Ben hastalığı iyileştirmekten çok neden hastalandığımı anlamaya çalıştım, bunun bana bir ceza değil, bir uyarı olduğuna inandım. Ölmekten korkmadım ama genç ölmekten çok korktum, 4 elle sarıldım. Emir benim en büyük motivasyonum oldu, kendime, ona defalarca söz verdim. Bir şans daha istedim, çok şükür kazanabildim, şimdi kazanamayanlar için de yaşıyorum, hepsine sözüm var.

Bu senin ikinci hayatın diyebilir miyiz?

Bu benim gerçek hayatım diyebiliriz, diğeri pek hayat değilmiş. İnsanın kendine koyduğu sınırları kimse koyamıyor, kendine verdiği ceza kadar ağır cezayı da kimse vermiyor.

Kendine verdiğin en büyük ceza neydi?

Kendimi sınırlamak. Ben hayatınızda görebileceğiniz en sağlıklı insandım. Avakado, Süleyman Demirel’den sonra ilk bizim eve girmiştir. Yeşil çay, Ekşi mayalı ekmekler… ziyafet sofralarında çok aç kaldım; kendi sağlığımı koruduğumu düşünerek. Oradaki sıkışmışlık hissi, oradaki o eğlenceyi yaşayamamak, ertesi günkü uyanma telaşım, boşanma fobim beni kendi içimde sıkıştırdı. Yedi düvel boşanmış bir ailenin çocuğuyum, ama boşanmamak için 10 yıl kadar direndim. Geçen hafta panelde de sordular “Hasta olmasaydın boşanır mıydın?” kesinlikle boşanmazdım.

Hastalık sürecinde mi boşandın?

1 sene sonra boşandım.

Senin için bir farkındalık mı oldu? artık mutlu olacağım hayatı yaşamalıyım gibi…

Ben hastalığın en başından beri “Beni ne hasta etti?” diye düşündüm. Bu kadar iyi beslenen ve bu kadar iyi yaşayan biri neden hasta olur ki? Mental olarak hasta olma sebeplerimden biri hep yüksek tansiyonda yaşamaktı. Çok stres altında yaşadım. Beni artık trafiğin kilitlenmesi, önümdeki aracın önüme kırması, yemeğin tatsız olması beni üzemez. Ben de bu sebeplerden dolayı beni üzen, aynı çatı altında beni huzursuz eden biriyle yaşamak istemedim. Seri katil soğukluğunda “Evden gidiyorsun ve bir daha gelmiyorsun.” Dedim. Bu konuda çok cezalandırıldım, hala da cezalandırılıyorum, ama hiçbir zaman bunları anlatmadım. Yeni tanıdığım çoğu insan eski eşimin adını bilmez.

Boşanmak ölümle eş değerdir derler. Senin içinde böyle oldu mu?

Ben bir buçuk sene yas yaşadım, ama çok mutluyum çünkü dibine kadar o yası yaşadım. İlk altı ay koltukta oturup youtubedan “Bana ne oldu?” onu izledim. Bir sabah kalktım ve Amerika’ya gitmeye karar verdim. Bir buçuk sene hayatımı kimseyi sokmadım. Doya doya bu süreci yaşadım. Bir şeyin yası yaşanmadan yeni hayata başlayamıyorsun.

Bugün en çılgın hayalin nedir?

Tekrar evlenmek. Yapacağım en çılgın şey o olur

Kanseri atlattığını öğrendiğin ilk gün ne yaptın?

Davul zurna çaldırıp oynadım. Şaka yapmıyorum, instagramda videosu var. Kendime söz vermiştim hastanede, kutlanacak her şeyi kutlayacağım diye, çok şükür başardım 

Mücadeleni anlatan bu yolculukla birlikte herkesin tanıdığı, hayatına tanıklık ettiği Demet Işıl oldun. Bu zorlu süreçte medya sektörünün içinde olmak seni nasıl etkiledi?

İşimi yapmaya devam etmek bana iyi geldi. Bir gün bu noktada olacağımı hiç düşünmedim. Ben sadece çok merak ettim, süreçte neler yaşanacağını kimse yapmamıştı, ben yapayım gitsem de kalsam da birileri faydalanır diye denedim ve yapabildim.

Çektiğin videoların altına yüzlerce yorum yapıldı. Bu yorumların kimisi seni cesaretlendirirken kimisi üzdü. Medya sektörünün acımasız yüzüyle karşılaştın mı?

Karşılaşmaz mıyım, pandemi döneminde doğal seleksiyonla öleceğimi söyleyeninden tutun, aleyhime canlı yayınlar açanlar mı ararsınız. Öldü diye haber yapanlar çok gördüm, ama ben teflon gibiyimdir, akar gider. Linçler beni yıkmaz daha hızlı büyütür. Sadece beni değil tüm içerik üreticisi arkadaşlarımı.

Yotuber, İnfluencer olmak tam zamanlı bir iş demek. Uyuyana kadar sürekli aktif olmak, yeni içerikler üretmek zorundasın. Bu dünyanın içindeki Demet’in 24 saatinden bahseder misin?

İnanılmaz uykuyu seven biriyim, 24 saatin 12 saati uyuyarak geçer. Sabah uyanıyorum, Emir’i servise bırakıyorum ve bir gece öncesinden beni seven, merak eden, benimle ilgilenen 400 bin kişi ile inanılmaz güzel bir günaydınlaşma yapıyorum. Hemen arkasından kahvaltımı yapıyorum, en sevdiğim öğünlerden biridir, kendime özenle hazırlarım. Sonra Türk kahvemi içerim, benimle beraber tüm takipçilerim de içer, o bizim ritüelimiz gibidir. Ardından işlerim başlıyor, içerikler, reklam işbirlikleri, hazırlanacaksa metinler, gidilecekse çekimler vb. elimden geldiğince oğlumun okul saatlerinde halletmeye çalışıyorum ama davet ve event olunca bazı akşamlar onun yanında olamayabiliyorum. Çok kitap okurum, çok dizi izliyorum bu yeni başladı. Evimde vakit geçirmekten çok mutlu oluyorum. Yeni yeni mutfağa döndüm; yemekler yapıyorum, sıradan kendi halimde ama ışıl ışıl bir hayatım var.

Bu renkli ama yorucu dünyanın içinde olmak, Demet’in hayat yolculuğunda neleri keşfetmesini sağladı?

Başıma neler gelir bilmiyorum, ama nelerin gelmesini istemediğimi çok iyi biliyorum. Sürüklenmiyorum artık, dimdik duruyorum ama çakılı durmuyorum esnek bir diklik bu.

Mecburiyetsiz kitabını yazmaya nasıl karar verdin?

Tedavimin 10.ayı falandı, alarm kurmak için telefonumu elime aldım, o sabah emara girecektim. Alarm nereden kuruluyor unutmuşum. Hayatımda her zaman mecbur olduğum bir şeyi unutmuşum. O an aklıma Mecburiyetsizlik geldi ve dedim ki ben bu yolculuğu hastalık anlatmadan bir rehber olarak yazacağım. Şimdi ikincisi geliyor.

İkinci kitabın konusu ne olacak?

Her Pazar takipçilerimle birlikte Çağlayan Adliyesi yapıyoruz. Onlarla soru cevap olarak sohbet ediyoruz. Bu sayede birçok hayat dinledim. Onların da içinde bulunduğu, Mecburiyetsiz’in ikinci serisi gibi bir kitap olacak.

Yaşadıklarını, hayat görüşünü, yolculuğunu anlatmak, geleceğe, belki yüz yıllara bir parça bırakmak sana nasıl hissettirdi? Yazmak içinde akmayı bekleyen o nehri boşalttı mı?

Ben çocukluğumdan beri yazmayı çok severdim, benim için hayat bir anı ve ben hayallerimdeki tüm ürünleri bir anı olarak bırakabiliyorum çok mutluyum.

Seni sosyal medyada araştıran bir insan, nasıl bir Demet’le karşılaşır?

Birden çok Demet ile karşılaşabilir, bazen anne Demet, bazen Antalyalı Demet, bazen boşanmış Demet, bazen çok yorgun bazen çok enerjik Demet, çoğu zaman Galatasaraylı Demet Ama genel olarak hep gülen, komik, aslında komediyle ünlü olması gerekirken acite bir hikayeye mağruz kalmış birini görür.

Yaşadıklarına isyan ettiğin, neden ben dediğin oldu mu?

Hala diyorum.

Cevabını bulabiliyor musun?

Hayır, bulamıyorum, ama bu isyan bile çok sağlıklı bir şey. Bir insanın 30 yaşında bunları yaşayıp ayakta kalması çok zor. Her gece “Ya bir daha kanser olursam” korkusuyla uyuyorum.

Bu korkuyu her sabah uyandığında nasıl yeniyorsun?

Yenemiyorum, bu duyguyu, bu ihtimali kabulleniyorum.

Ama ben yine aynı mücadeleyi vereceğim diyorsun kendine

Bu sefer çıkamam. Kimsenin haberi olmaz. Bir daha aynı şeyleri yaşayamam, bundan çok eminim, çünkü o güçte değilim. O bir kere olur. Zaten aynı şeyleri anlatmanın bir anlamı yok. Zaten ben bir daha o kadar güçlü olmak istemiyorum. Hep aynı şeyi söylüyorum “Allah dağına göre kar verirmiş” ben artık o dağda durmak istemiyorum. Daha alçakta kalmak istiyorum. Ben de herkes gibi ertesi sabah ne giyeceğimi düşünmek istiyorum. Bir ayakkabı seçmem dört günümü aldı. Nasıl mutlu oldum anlatamam. Bu duygu harika bir şeymiş.

En son seni Pantene reklamı ile izledik. Bu beraberlik nasıl doğdu?

Geçen sene en güvenilir İnfluencer seçilmiştim. Tam o gün de Pantene ödül töreni vardı. Takipçilerim de bana “Neden bugün ödül töreninde ödül almadın?” diye sordu. Ben de kendi kendime Pantene’nin serumu vardı, onu elime alıp “Ben de evimde aldım ödülümü” diye bir paylaşım yaptım. Aradan aylar geçti ve beni aradılar. Pantene’nin bu projesinden bahsettiler ve beni istediklerini söylediler. Bu işin olmasını çok istedim. Neredeyse bir yıldır bu projenin üstünde çalışıyoruz. Çok titizlikle ilerliyoruz. Görülmek çok güzel bir şey. Kadınların kaybettikleri şeyler üzerinden yeniden doğabileceğini o kadar iyi göstermişim ki, Türkiye’de ve dünyada ilk defa saçını kaybetmiş bir kadın, şampuan markasının marka yüzü oldu. Türkiye’de ilk defa bir influencer global bir markanın reklam yüzü oldu.

Pantene ile birlikte nasıl bir yolculukta seni izleyeceğiz?

Diğer kadınlara dokunarak izleyeceksiniz. Benim yaptığım bütün işlerde mutlaka birilerine dokunurum. Burada çıkacağımız en önemli yol, Türkiye’nin en büyük peruk bağışını yapıyor olmak. Ben takipçilerime bir söz vermiştim “Ben iyileşeyim, söz sizi de iyileştireceğim” ben hiçbir zaman geldiğim yeri unutmadım. Bu hastalık benim gerçeğim ve benim gibi, insanlar iyileşebilsin diye Pantene ile yoluma devam edeceğim.

Bu süreçteki en büyük hayalin nedir? İnsanlara nasıl bir söz söylemek istersin?

Ben çok büyük kitlelere ulaşan, verdiğim sözü tutmaya çalışan ve kadınların hayatlarını değiştirmeye söz vermiş biriyim. İletişim fakültesinden mezun olup Müge Anlı’nın yanında staja başladığımdan beri tek bir hayalim var, kadınların hayatını değiştirecek bir program yapabilmek. Bunu da yaparsam, o hayatların Show için kullanılmadığını, gerçekten eriştiğimiz tüm imkanlarla değiştirebildiklerimi de gösterebilsem tamamım diye düşünüyorum.

Hayatın ne kadar değerli olduğunu, aslında anın ne kadar değerli olduğunu biliyorsun. Bir röportajında “Pişmanlıklarımı anlatmaya kalksam gazete sayfası yetmez” demişsin. Hayatına yeniden başlayan, yeniden doğan Demet’e baktığın zaman, iyikilerin, keşkelerini geçiyor mu?

Keşke bir tane, iyi ki’ler çok. Keşke bunları bu kadar çok şeyi kaybetmeden biliyor olsaydım, ben herkese kendilerinde var olan her şeyi sevmelerini, bazen çabuk yağlanan bir saç telinin bile çok önemli olduğunu, kilo aldım kalınlaştı diye kızdığım kollarımın işlevini kaybedince değerinin anlaşabileceğini anlatmaya çalışıyorum. Kirpikleriniz olmadan ışığa bakamıyorsunuz, kirpikler de bu yüzden varmış, kaybetmeden öğrenmeniz dileğimle…