Bu aralar “Entelektüelin Kutsal Kitabı” adında bir kitap okuyorum. Bu kitap bildiğiniz kitaplardan değil, yani elime alayım da bugün 50-100 sayfa okuyayım şeklinde ilerlenecek bir eser değil. Bu muhteşem kaynak 365 günlük bir kitap olup; her gün bir sayfasını okumanız ve her gün tek bir konuya odaklanmanız sizler için çok daha verimli olacaktır. Çünkü bir sayfada Freud, bir sonraki sayfada Çaykovski ele alınmıştır veya bir sonraki sayfada ise “Suç ve Ceza” kitabı anlatılmıştır.

Şahsen ben kitaptan her gün bir sayfa okuduktan sonra, o gün öğrendiğim konu ile ilgili çeşitli başka kaynaklardan da araştırmalar yaparak, hatta gerekirse akıl hocası olarak gördüğüm birkaç büyüğüme de bu konuyu sorarak; tüm çıkardığım notları birleştirerek ajandama o günkü konu hakkında kaliteli bir araştırma yazısı yazmış oluyorum.

Bu haftaki yazımda da dünya tarihinde iz bırakan birkaç insana yer verdim ve bu yazıyı yazarken de bahsettiğim bu kaynaktan ve yaptığım diğer çeşitli araştırmalardan yararlandım.

Sigmund Freud

1856-1939 yılları arasında yaşamış olan Freud, psikolojinin önemli alt dallarından biri olan psikanaliz biliminin kurucusudur. Avusturya doğumlu Yahudi nörolog, insan zihniyle ilgili çalışmalara yön veren, 20. yüzyılın en önemli entelektüellerinden ve psikologlarındandır. Tartışmalı psikanaliz kavramı, hipnoz kullanımı ve rüya analiziyle insanların iç dünyalarına ve onların davranışlarını belirleyen derinlerindeki güdülerine ışık tutmuştur. Hastalarının zihinsel süreçlerinin bilinç dışı unsurlarla olan bağlantılarına odaklanmıştır.

Viyana Üniversitesi, nöroloji alanı doktorluk derecesi mezunudur. 1885’te habilitasyonunu tamamladıktan sonra nöropatoloji doçenti olarak atandı ve 1902’de profesörlüğe ulaştı. Histeri konusunda uzman Juan Martin Charcot ile Paris’te çalışmıştır. Buradaki hastalarla olan deneyimlerinden; akıl hastalıklarının fiziksel sorunlardan ya da doğal gelişmelerden değil de psikolojik ya da duygusal travmalardan kaynaklandığını belirtmiştir.

Paris’teki hastaları üzerinde, psikanaliz tedavisi için hipnozu kullanmıştır. Ve Freud’un teorisi tam olarak şudur: İnsan güçlü cinsel ve duygusal dürtüler yaratan bastırılmış bilinç dışı anılara sahiptir. Kimileri henüz bebeklik döneminde ortaya çıkan bu dürtüler birbiriyle mücadele eder ve insan davranışını yönlendirir.

Sigmund Freud’un diğer görüşleri ise şöyleydi: Rüyalar, bilinçaltının yansımasıdır. ID, en ilkel dürtülerin kaynağıdır. Ego, gerçeklikle temas eden bilinçli bellektir. Süperego ise sosyal normlar tarafından dayatılan kısıtlamaları tanıyıp, bunlara uygun davranışlar geliştiren bellektir.

Freud, 1938’de Naziler sebebiyle Avusturya’yı terk etti, 1939’da sürgündeyken İngiltere’de hayatını kaybetti.

Pyotr İlyiç Çaykovski

Romantik Dönem Rus klasik müzik bestecisidir, müzik tarihinin en popüler bestelerinden bazılarını bestelemiştir. 1840-1893 yılları arasında yaşayan Çaykovski, “Kuğu Gölü Balesi”, “Uyuyan Güzel” ve “Fındıkkıran” ile ün yapmıştır.

Küçük bir Rus kasabası olan Votniks’te doğdu. Beş yaşında piyano çalmaya başladı. Ailesi ilk başta müziğe olan ilgisini desteklemedi ve bu yüzden kendisi memurluğa yöneldi. Ancak memurluktan vazgeçen Çaykovski daha sonra St. Petersburg’a gitti ve burada müzik eğitimini tamamladı.

Bestelerinin yanı sıra “1812 Uvertürü” isimli eseriyle tanınır. Bu eser Rusların, Fransız Napolyon karşısında kazandıkları zaferi işler. Kendisi on bir opera yazmıştır ve en ünlüleri: “Eugene Onegin”, “Maça Kızı”

Bu iki opera da ünlü Rus şair Aleksandr Puşkin’in dramatik şiirleri üzerinde temellendirilmiştir. 1891’de Amerika’ya gitmiştir. Eserlerinden “1812 Uvertürü” ve “Fındıkkıran” Amerikan kültüründe gözde olmuştur. “1812 Uvertürü” Amerikan Bağımsızlık Günü olan 4 Temmuz’da, “Fındıkkıran” ise Noel günlerinde sahneleniyor.

Yaşamı boyunca dönem dönem depresyona girmiştir. Eşcinselliği ve bunun açığa çıkma korkusu, kötü evlilik hayatı ve hiçbir zaman yüzünü görmediği, sadece maddi destek aldığı zengin bir dul olan Nadejda von Meck ile 13 yıl süren mektuplaşmasının sona ermesi bu depresyonların sebebi olabilir. Çar tarafından yaşam boyu maaşa bağlanmış ve dünya çapında konser salonlarında eserleri takdir görmüştür. 53 yaşında ani ölümüne kolera salgınının sebep olduğu söylense de bazı kaynaklar bunun intihar olduğunu ileri sürmüştür

Lumiere Kardeşler

Fransız kardeşler Louis ve Auguste Lumiere, 1895 yılında patentini aldıkları ilkel hareketli görüntü yansıtıcıyla modern film sektörünün kurucuları oldular ve tarihteki ilk film yapıcıları arasına isimlerini yazdırdılar. Aile meslekleri, fotoğraf donanımları üretmek olan Lumiere kardeşler aynı zamanda hem kamera hem de yansıtıcı olan, hafif ve elle çalıştırılan sinematografı kullanarak kinetoskopu daha da geliştirdiler. Burada da Amerikalı mucit Thomas Edison’un çalışmalarından ilham aldılar çünkü kinetoskop üzerinde Edison da çalışmalar yapmıştı.

Yalnızca bir kişinin film izlemesine izin veren kinetoskoptan farklı olarak; sinematograf filmleri perdeye yansıtabiliyordu. Böylelikle bir kişi değil de bir topluluk filmi beraber izleyebilecekti. Hem de sinematografta filmler kaydedilip, düzenlenebiliyordu.

Lumiere kardeşler sinematografın patentini 1895 yılının şubat ayında aldılar. Pek çok tarihçi 28 Aralık 1895’i sinemanın doğuşu olarak kabul eder. 1900’lerde yaklaşık iki bin film yaptılar. Ancak bu kardeşler, sinemanın geleceği olmadığına inandılar ve kameralarını diğer film yapımcılarına satmadılar. Sadece fotoğraf üzerine yoğunlaştılar.

James Naismith

1861-1939 yılları arasında yaşamış olan Naismith, Ontario’da büyüdü, karahumma sebebiyle ebeveynlerini kendisi daha 9 yaşındayken kaybetti. McGill Üniversitesi’nden mezun oldu.

1890 yılında Springfield’taki “Young Men’s Christian Association International Training School” da çalışmaya başladı. Burada ona ve diğer arkadaşlarına, okuldaki gençlerin kış döneminde kapalı mekanda yapabilecekleri bir spor geliştirmeleri görevi verildi.

Bunun üzerine 21 Aralık 1891’de Kanadalı beden eğitimi öğretmeni Naismith, spor salonunun karşılıklı iki duvarına tahtadan şeftali sepetleri astı ve öğrencilerine bir de top verdi, görev topu bu sepetlerden içeri sokmaktı. Onlara yeni oyununun 13 kuralını da açıkladı ve böylece basketbol doğmuş oldu. Daha sonrasında Naismith oyunun gelişimine yardımcı olmaya devam etti ve kuralların bugünkü şeklini almasında önemli katkılar yaptı.

Çok okuyun, kitapla ve sevgiyle kalın.