Hayatla ölüm arasındaki o yolculuğa yaşam deriz. Bizim için bir nefeste geçip giden, acısıyla tatlısıyla, kahkahasıyla gözyaşıyla koca bir ömür dediğimiz, ama şöyle baktığımızda, ufak bir an gibi gelen bir hayat. Sabrıyla, inadıyla, umuduyla, direnişiyle, gücüyle hayran kaldığım bir kadın tanıdım. Hatta önümüzdeki hafta röportajımız çıkacak; Demet Işıl İlhan. 4.evre meme kanserini atlatıp, Türkiye’de ve dünyada ilk defa saçını kaybetmiş bir kadın, şampuan markasının yüzü oldu. Böyle ilkleri duymak, cesur kadınlarla karşılaşmak çok güzel. İnsanın umudu tazeleniyor, yaşama olan inancı artıyor, içinde hissettiği gücü keşfediyor. Yoksa hayat ne ki, yaşadıklarımız olmasa; güzel anılar, güzel tanışmalar, güzel dostluklar kazanmasak… Hayat, bugün yarın derken koca bir ömre sığan bir yolculuk. Bu yolun seni nereye götüreceği aşikar, ama bu yolu nasıl yürüyeceğin, bu yolda neler biriktireceğin, işte o insanın ta içindeki çekirdektedir.

Bir gün başlıyor ve biz bir koşturma içerisine giriyoruz. Çoğu zaman kahvaltı etmeye, bir nefeslenip kahve içmeye vakit ayıramıyoruz. Oradan oraya giderken aklımızdaki tek şey; programımıza sadık kalmak. Gün arasında yemek yiyebilmek bile lüks haline geliyor. Sonra büyük bir yorgunlukla evimizin kapısını açıyoruz ve kendimizi koltuğa bırakıyoruz. Biraz dinlendikten sonra yarının planını hazırlıyoruz. Çoğumuz böyle makineleşmiş, otomatik ilerleyen bir hayatın parçası değil miyiz? Sadece bunlardan ibaret olmadığımızı; büyük bir acı kapımızı çaldığı zaman mı anlamalıyız? Sevdiğimiz birini kaybetmekle yüzleştiğimiz, yarının bir daha hiç olamayacağını acı bir şekilde fark ettiğimiz, dakikaların kıymetini öğrendiğimiz zaman mı, aynada kendimize bakmayı hatırlayacağız?

Hepimizin öyle bir rüzgara savrulduğu zamanlardan geçtiğini biliyorum. Ben de o rüzgarın yolcusuydum; hayatın sadece bir sonraki günü kurtarmak olduğunu düşünüyordum, Demet’ten, Ayşe’den Nuray’dan, Kerem’den; ismi farklı ama aynı rüzgarın uğultusuyla uyuyup uyandığımız binlerce insandan bahsediyorum. Ben bu yolculukta, kendi payıma düşeni anneannem öldüğünde anladım. İlk kez o zaman bir birey olduğumu, benim de bir hayatım olduğunu, hayallerimi yaşatarak aslında en sevdiğim insanı da yaşatabileceğimi öğrendim. Hep başkaları için yaşamışım, yaşamışız, bunu ancak sakin bir meltem estiği zaman anlıyorsunuz. Çünkü yanlış yaşanmış bir hayat yoktur. Herkes kendi doğrusunu bir gün bulur, kendini hatırlar, aradığı şeyin aslında önce kendini bulmak olduğunu anlar.

Demet’in (Işıl İlhan) yanından ayrıldıktan sonra bir yüzleşme daha yaşadım. Zamanın ne kadar kıymetli olduğunu ve kasetin sürekli ileriye saracağını anladım. Dünün pişmanlığı, yarının endişesi arasında kaybolan bugünü hatırladım. Bugün gerçekten hayatımızın ne kadarında var? Mecburiyetlerimiz, kendimizi hapsettiğimiz demir parmaklıklar olmadan bugünü ne kadar yaşayabiliyoruz? Her farkındalıkta, aynaya her baktığımızda, bizi bizden uzaklaştıran bir zincirin halkası daha kırılır. Ben onun sesini duyarım; kendi sesimi duymaya başladıktan sonra… Öldükten sonra vereceğimiz hesaptan korkarız ya; günaha bulaşmış ellerimizi, dilimizi, gözümüzü arındırmak isteriz, yaşarken kendimize veremediğimiz hesaptan niye korkmuyoruz? En büyük günah, kendi hayatını harcamak değilmiş gibi…

Her gün yeni bir ders, her güneş yeni bir umut, içimize çektiğimiz hava bizim inadımız, çocuğunuz, anneniz, babanız, kardeşiniz, dostunuz bizim hediyemiz. Birinin hayatına değdiğini görmek, onda bir şeyleri değiştirmek ya da fark ettirmek en büyük hediyedir. Mutluluk dalga dalga çoğalır; tıpkı denize attığımız, seke seke giden o taş gibi. Büyüyen her halka, mutluluğu büyütür.

Mecburiyetsiz kitabında Demet’in yazdığı bir söz var “Hayat koskoca bir hatıra ve ben ne olursa olsun, en kötü anımda bile, hep en güzel hatıraları yanıma koydum”. Gücünü anılarından, mutlu hatıralarından, yarının umudundan alan bir kadının sözleri. Her ağaç, meyvesini kendi gölgesinde dinlenene verir. Umudun, inadın, yaşamın ağacında dinlenenler, meyvesini en tatlı şekilde alır. Yaşadığımız hiçbir şey boşuna değil, acı, gözyaşı, mutsuzluk boşuna değil. Biriken kötü günler; bize güneşli bir yarın sunabilmek içindir. Yeter ki, o yarının geleceğine inanabilelim.

Ben her gün yeni bir şey öğreniyorum. Birinin hayatına dokundukça nasıl çiçek açtığını görüyorum, bir kelimenin ne anlama geldiğinden çok, nasıl söylendiğinin önemli olduğunu, gökteki karanlığa değil, yıldızların aydınlığına bakmanın kıymetini, güldeki dikene değil, sırrının güzelliğinde olduğunu öğreniyorum.

Böyle şeyleri fark etmek güzel, böyle güzel insanlarla karşılaşıp, sonra da aynada kendine bakmak, yanındakine bakmak, güneşe bakmak, buluta bakmak ve iyi ki demek çok güzel…