Merhaba sevgili okurlarım bu haftaki yazımı bir dönemler hayatımızın vazgeçilmezi olan daktiloya ayırdım. Küçücük bir çanta içinde, portatif. Silver reed, portakal renginde iletişim aracı… Gutenberg’den sonra en büyük icat… Parmakları tuşlara dokunduğunuzda, harflerin büyüsünü kağıda döken sihirli makine. Gazetecilerin can dostu. Düşüncelerimizi, tutkularımızı dizelere döken yazarların can dostu.Daktilo ile konuşulan yıllar… Hayatımızın parçası, kader arkadaşımız, hüzünlerimizi, sevinçlerimizi, tuşlarında saklayan sırdaşımız. tek ihtiyacımız biraz kağıt ve karbon kağıdı.. Siyah, kırmızı daktilo şeridi ve makaranın takılışı… Teksir kâğıtlarını bilir misiniz?, Pelür kağıdı bilir misiniz? İncecik kopya amaçlı… Gazetecilerin en büyük meslek aleti “Daktilo”… Kendine ait bir daktilon var ise, “imtiyazlı” birisin demektir.
Arzuhalciler vardı… Tek sermayeleri daktilo ve masa, sandalye… Eskiden şehrin önemli caddelerinin köşe başlarında veya mahkeme önlerinde, Vilayet’in girişinde, sıcak sular mevkiinde bulunurlardı. Birde yanlarında, “avukatın” el kitabı veya kanun kitapları dururdu. Arzuhalcilerin birçoğu, mahkemelerde kâtiplik yapmış emekli olmuş kişilerdi. Birçoğu, yılların deneyimiyle önemli kanunları ezbere bilirlerdi. Derdin oldu mu doğru “arzuhalciye!”
Türküdeki gibi. “Kâtip arzuhalim yaz yâre böyle” işin latife kısmı. Arzuhalciler yare ne mektup yazarlardı, ne şiir… Kâtiplerin kollarında, dirseklerine kadar lastikli birer kollukları olurdu. Ceketleri veya beyaz kolalı gömleklerinin manşet kısımları, karbon kağıtlarından kirlenmesin diye onu takarlardı. Okuma yazma oranlarının düşük olduğu dönemlerde, arzuhalcilere pek itibar edilirdi.
Bazıları, daktilosunun klavyenin tuşlarına tek tek vururdu. Yanlış bir harfe basmayayım diye. Zira, yanlış bir tuşa basmanın bedeli, her şey sil baştan yeniden yazmak demekti. Böyleleri tuşlara iki parmakla yazardı. Dile kolay. Okuma ve daktilo ile dilekçe yazmanın da bedeli vardı. Ekmek parasını daktilosundan kazanan arzuhalciler.
Mekanik olarak çalışırlar. Bir mühendislik harikası. Bir klavye aracılığı ile hareket ettirilen harfler kalkar ve şeride vurur. Şerit de tamburayı kavramış, sarılı olan kâğıt üzerine, “tuş”a ait harfin izini bırakır. Harfler vurdukça “şaryo” otomatik olarak ilerler. Yazının düzgün çıkması şeride, harflere vuruşun kuvvetine, tuşlara iyi basılıp basılmamasına bağlıdır.Kısacası mürekkepli bir sistem ile kağıda yazan makine…
Her tuşa vurdukça çıkan “tık” sesi yazan için, “müzik” gibidir. Yazı yazan çevresinde gürültü istemez. Kendisini klavyeye verir. Çünkü hata yapma şansı yoktur. Bir yanlış harfe basmanın bedeli ağır olur. Her şeyi tekrara yeniden yazmak. Onun için “daktilonu” kendi sesi olan tık sesinden başka ses çıkmaz. Bu ses müzik gibidir. Eğer klasikçi iseniz size bir makam gibi gelir, alır sizleri namelerin derinliğine atar. Müziğin tek notası gibidir. Tık, Tık, tık… Tek tip ritim… Özgürlüğü yakalamak için. Hem haberi, hem de yazıyı yetiştirmek için…
Gazeteciliğe ilk başladığım yıllardı. Gazete binasına girdiğinizde her serviste ‘tak tak’daktilo sesleri yükselirdi… Yanlış yazılan haber daktilodan çıkarılıp çöpe atılırdı ve yenisini yazmak için yeniden kağıt geçirildi… 10 parmak daktilo bilen arkadaşların işi daha kolaydı. Daktilo başına oturup kalkmaları bir olurdu. 2 parmak yazanlar onlar kadar şanslı değildi. 10 dakikada yazılan haber 30 dakikada tamamlanırdı…
Devlet dairesi ve özel sektörde çalışmanın ilk şartlarından biri daktilo bilmekti… O dönemler Halk Eğitim Merkezlerinde, ya da özel daktilo kurslarına gidilirdi. 2 ay içinde daktilo yazmayı öğrenenlere bir de sertifika verilirdi. O sertifika işe girme teminatıydı. Asker ocağında bile insanın inanılmaz işine yarardı. Daktilo kullananlar gittiği bölüğün yazıcılığı görevine getirilirdi. Yani daktilo insan hayatının her yerindeydi.
Teknolojiye yenik düşen "yazma aracı" daktilolara, artık sadece antikacılarda veya bazı köşelerde "geçmişten hatıra" olarak rastlanıyor. Hatta bugün çocukluktan gençliğe adım atanlar daktiloyu tanımıyor bile. Bilgisayarın günlük hayatımıza girmeden önce neredeyse tüm ofislerde ve bazı meslek sahiplerinin evlerinde de bulunan daktilolar devrini tamamladı ve yok olup gitti.