Çeşitli mallar sesi yükselirdi mahallelerde… Mahalle ahalisi toplanırdı o seyyar satıcının etrafına ve ihtiyacı olan eşyaları birer birer alırdı…  Seyyar, belli bir yeri olmayan, dolaşan insanlar ve yeri değiştirilebilecek eşyalar, araç ve gereçler için söylenen bir kelimedir. Seyyar satıcı ise; belli bir satış yerinde çalışmayan, tüketicinin ayağına giderek satışa mal ve hizmet sunan kimselerdir. Ülkemizin her yerinde eskiden seyyar olarak gerek bir yere bağlı olarak ve gerekse dolaşarak satış yapan bir çok satıcı bulunurdu. Şu an hala var olmasına rağmen sadece mahalle aralarında çok az kişi kalmıştır.

Örneğin  seyyar dondurmacılar vardı… Dondurma satıcıları iki kişinin taşıdığı dört kollu tezgahlarıyla cami köşeleri ile parkların dolaylarına yerleştikten sonra dondurmalarını satmaya başlarlardı. Hatta para yerine yün, yumurta gibi evde bulunanlarda dondurma alınırdı. O yıllarda müşterilere ayaklı camı kadeh ile sunulurdu. Dondurma çeşidi olarak kaymak ve limonlu dondurma o günlerin en geçerli dondurmaları idi.

 Dondurmalar bugünkü gibi makinalarla değil el ile yapılırdı. Bir fıçı içine yerleştirilmiş bir bakır kap, içerisine konulmuş kaynamış süt, şeker ve salebi fıçı içindeki kar etrafında döndürülerek dondurulurdu.. Ayrıca dondurma tezkeresinin bir gözünde de hali limondan yapılmış limonta ile vişne şerbeti dondurmacının elle kullandığı sifon ile haznesinden emilerek bardaklara doldurularak soğutulmuş olarak şimdiki tabirle organik içecek olarak satılırdı. O dondurmaların lezzetine doyulmazdı…

Tabii seyyar simitçi, börekçi ve lahmacuncular da vardı. Koca bir tepsiye konulan bu yiyecekler özellikle kahvehanede oturan vatandaşlara satılırdı. Sıcak havalarda ‘Soğuksu içen’diye bağıran çocuklar… Naralarıyla sokakları inletirdi adeta. Plastik termuslar  içinde satılan sular bardaklara doldurulur vatandaşlara satılırdı. Bununla birlikte aynı yöntemle ayranda büyük rağbet görürdü… Bunların yanı sıra seyyar bozacı, yoğurtçu da vardı… Bozacılar kış gününde boza satışı yaparken yoğurt satıcıları ise omuz askısının iki tarafında sallanan tabla, sini ya da tepsi diyebileceğimiz kaplardaki yoğurdu bir tür mala ile, kaymak istemiyorsanız kaymağı yana iteleyerek, verdiğiniz kaba doldururdu. Yoğurdu tartmadan önce de, düzgün taş ya da mermer parçaları ile, verilen kabın “darası”nı almayı asla ihmal etmezdi. Yoğurtçular, anımsadığım ilk yıllarında yalnız yoğurt satarken, sonraki yıllarda “mal çeşitlemesi”ne gidip, ayrı ibriklerde tahin ve pekmez ile samanlı sepetler içinde “doğal” yumurta da satmaya başladılar.

O günlerde çoğunlukla “bakır” olan mutfak sahan-kap-tencere-taslarının zaman zaman kalaylanmaları gerekir, bu sorunu da “Kalay yaparım/Kap kalaylarım/Kalayciiii” diye bağırarak dolaşan kalaycı hallederdi. Bu satıcıların çoğunun yok olması kadar, onları gören-bilenlerin çoğunluğunun da yok olduğunun farkında mıyız ?  Seyyar satıcılar da birçok değerlerimiz gibi yok oluverdi ne yazık ki…