Mahalle bakkalı aileden biri gibiydi… Bakkallardaki o güzel kokular insanı kendinden alıyordu adeta… Üzerinizde para olmadığı zaman hemen yazılırdı veresiye defterine. Yani cebinizde paranız olmadığı zaman çekinmeden veresiye alabiliyordun bakkal amcadan…Ah ah nerede o temiz kalpli güzel bakkal amcalar… Hiper marketlerle birlikte kayboldular birer birer… Ne kasap kasaplığını yapabildi, ne manav, ne de bakkal…

Bakkallar mahallenin veya semtlerin alışverişlerinin mihenk noktalarıydı. 2000’li yıllardan sonra büyük marketlerin boy göstermeye başlaması, 2010 yılından itibaren yerel market zincirinin tüm ülkeye yayılması bakkal sektörüne önemli darbe vurdu. Bu büyük marketler işi o kadar ileriye götürdü ki yok yok dedirtecek pazarlama stratejileri ile tam manasıyla tüketiciye saldıran bir yapıya büründü. Ne satarsam satayım kar mantığı ile hareket eden bu market zincirinin hızla yayılması, onlarla rekabet etme yeteneğini kaybeden bakkal sektörünü öldürme noktasına getirdi. Kendi ürün desenini oluşturan marketler, tüketicinin de alışverişte kolaya kaçma fırsatı doğurdu. Artık indirim sayılabilecek günlerde önlerinde uzun kuyrukların oluştuğu bu marketler, maalesef rekabet kültürünü de ortadan kaldırdı…

 Sadece yok oluveren bakkal amcalar değil tabi ki… Öyle bir dönemi yaşıyoruz ki bir çiçeğe bile dokunamıyoruz, bir gülü bile koklayamıyoruz, bir hayvanı bile okşayamıyoruz. Tıpkı; “Doğal ortamından alınarak, kafese konulan bir aslan” gibiyiz. Eş-dost ve akraba ziyaretlerinin yerini, garip ilişki türleri aldı. Gerçek anlamda,  canlı- canlı yaşamış olduğumuz o eski ilişkilerle  artık; “Telefon”,mesajlaşma”, “facebook, vs” gibi araçlar yer değiştirdi. Hele hele pandemiden sonra bu ilişkiler iyice bozuludu… Düşünsenize  sarılıp hasret giderdiğimiz, tokalaştığımız dost akrabalarımızla uzaktan yumruk tokuşturuyoruz…

Kısacası ilişkilerimiz “Mekanikleşerek” ve “Ruhsuzlaşarak” içerikten yoksun hale geldi. Artık işlerimizi halletmek için yüz yüze gelmemize gerek yok. Birbirimizin kahrını çekmemize ise hiç gerek yok. Birkaç “tuşla” işlem tamam. Hele hele gençlerimiz, saatlerce “facebook,tiktok vs” gibi bilgisayar programlarının başında günlerini geçiriyorlar. Adeta gönüllü esirler gibiyiz. En önemli iletişim aracımız olan “güzel Türkçemizin kullanım şekli de değişti.

Canlı olarak yaşanan ilişkiler, insanı “geliştirirken”, “doyururken” ve “özgürleştirirken”; diğer “mekanik” ve “sanal” ilişkiler, insanda, manevi anlamda “duygusal donukluğa” neden olmaktadır. Çünkü duygularımızın dışa yansıyan yüzü “mimiklerin” kullanılmasına ihtiyaç yok bu tür sanal ilişkilerde. Zamanla bağımlı hale gelinmesi bir “ceza” olarak karşımıza çıkıyor tabii ki. Doktorlarımız, bu bağımlılığı, tedavi edilmesi gereken “gerçek bir bağımlılık” olarak değerlendirmektedirler.

 İlişkilerimizde, ruh ve içerikten yoksun yöntemleri değil; hep, doğal yöntemleri tercih edersek eğer; gerçek anlamda bir ilişki kurmuş oluyoruz. İçimizdeki var olan güzellikler, işte o zaman hayat bulur, görünür hale gelir, bizi ve karşımızdakini de doyuran bir ilişki olur. Değişen; bizim özlem duyduğumuz günlere yüklediğimiz anlamlardır.“Modernizm”in karşısında eriyen manevi değerlerimizi hatırlıyor ve nostalji yapma gereğini duyuyoruz. Bilinçaltımızdaki halen kaybolmamış geçmiş güzel hatıralara bir projeksiyon yaparak, ruhumuzdaki “özlem dolu” serzenişi dindirmeye çalışıyoruz.

Büyüklerin ellerini öpmek’ “şeker toplamak, ağaçtaki eriği dalından koparmak” hayal ediyor, içinden. Topladığı şekerleri sayarak arkadaşına: “ben, senden daha çok şeker topladım, ben senden daha çok erik doldurdum sepetime...” dediği günleri hatırlıyor. Babasının, kendisine aldığı “bayramlıkları” giyebilmek için sabaha kadar sevinçten uyuyamadığı günler aklına geliyor. Ve o günleri hatırladıkça Ah çekmek geliyor içimizden…