Merhaba Nazlı Hanım, şu an “Üç Kız Kardeş” dizisinde “Mine” karakteriyle izliyoruz sizi. Kitabını zevkle okuduğumuz, başladığı günden beri herkesi ekrana kilitleyen bir hikaye... Mine ile nasıl tanıştınız?

- Annem İclal Aydın hayranıdır. Dolayısıyla çocukluğumdan bu yana sayesinde çoğu kitabını okumuşumdur. Annemin çok tavsiye etmesine rağmen nedense “Üç kız kardeş” romanını okumamıştım. Projeden gelen teklifi menajerim Tümay Özokur ilettiği an da ilk işim "Üç Kız Kardeş" ve "Kalbimin Can Mayası" romanlarını okumak oldu. Böylece romanın sayfalarında Mine ile buluştuk. Aslında bu karakter romanda çok ağırlıklı değildi. “Kalbimin Can Mayası’nda” Mineyi daha çok sevip, keşfettim.

Mine; herkesin nefret ettiği, sosyal medyada linçlenen bir karakter oldu. Mine’nin seyirci tarafından bu kadar konuşulması bir oyuncu olarak size neler hissettiriyor?

- Sonuçta ben oyunculuk eğitimi aldım, projenin bütünü güzel ve bana verilen rol, beni geliştirecekse seçimimde bu parametreler etkin olur. Şimdiye kadar böylesi bir rol oynamamıştım ve dağarcığım için faydalı olacağını düşündüm. Üstelik Mine başlangıçta bu kadar nefret uyandırabilecek bir karakter değildi; bekar ve kendisine aşık olan bir adama aşık ve masum bir kadındı. Yaşadıkları her geçen gün onu öfkelendirip, tercih edilme noktasında da kötü kalpli bir insan haline getirdi. Yorumlar da rolle beraber şekillenmeye başladı. Öncelerde gerçekten çok üzülüyor ve dert ediyordum ama süreç ilerledikçe ben de, bana değil Mine’ye duyulan öfkeyi bazen haklı gördüm bazen de ona hak verilmesinin gerektiğini düşündüm. Diğer taraftan izleyiciye böylesi ulaşabildiysem demek ki bana verilen görevi yerine getirmişim diye içten içe mutlu oldum, çünkü bana düşen, oynadığım rolün hakkını verebilmek. Seyircinin Nazlı’yı sevip, Mine’ye kızgın olduğunu biliyorum ve bunun için herkese teşekkür ediyorum.

Nazlı Senem olarak Mine senin arkadaşın olsaydı ona neler söylerdiniz?

- Başlangıcı itibariyle Mine’nin yaşadığı zor bir durum… Öncelikle, böylesi kötülükleri yapabilecek bir arkadaşım olsun istemezdim. Fakat arkadaşım olsaydı o zaman “artık hırslarına yenik düşmemesini, vazgeçmesini, Somer’i unutup kızıyla yeni bir hayata başlamasını, başta kızı ve kendisi olmak üzere etrafındakilere zarar vermemesini” söylerdim.

Kitabın kapağını kapattıktan sonra ilk ne hissettin?

- İki romanı da bir nefeste okudum ve çok etkilendim. Böylesi bir hikayenin içinde olma duygusu beni çok heyecanlandırdı. Romandaki tüm kahramanların hikayesi özenle yazılmıştı. Okuyup etkilenmeyen bir okurun olduğunu sanmıyorum.

Mine; aşk için sonuna kadar savaşan, kirlenmekten, zarar vermekten korkmayan, gözü kara bir kadın. Aşk için onun kadar gözünü karartabilir miydiniz?

- Hayatta hiçbir zaman büyük hırslarım olmadı. Ben yaşanan her başarının, her sevginin ve aşkın karşılıklı olduğuna inanıyorum. Eğer denge bozulursa aşık olsam da, çok sevsem de gerekli şansları verdiğime inanıyorsam, vazgeçebilirim. Aşkın kavuşulmayan, sevginin de saygı ile büyütülüp yaşatılan duygular olduğunu düşünüyorum. Aşk, heyecan; sevgi, huzur… Hayat her ne olursa olsun gözünü karartıp, kendi varlığını unutacak kadar uzun değil bence.

Mine’yi haklı bulduğunuz, onu anladığın yanlar var mı?

- Mine; sevdiği erkeğe sahip çıkmaya çalışan, sevilmek için daha önce de yara almış, mutluluğu yakalama derdinde olan bir kadın. Sonrası olaylar istediği gibi gelişmeyince yanlış çözümlerle, doğruyu bulmaya çalışıyor. Üstelik onun yaşadığı dönem şimdiki dönemden çok farklı değer yargılarının olduğu bir dönem. Değersizlik duygusu ve hırs insanın gözünü kör edebiliyor. Onu anlayabiliyorum ama hak vermek ya da yaptıklarını onaylamak başka.

Mine karakterine kendinizden eklediğiniz bir parça var mı yoksa senaryoya sadık mısınız?

- Mine, gerçekten çok farklı ruh durumları yaşayan, arızalarıyla, sağ gösterip sol vuran vuruşlarıyla, yaşadıkları ve yaşattıklarıyla oyuncuyu zorlayan bir karakter. Bu konuda özellikle yönetmenimiz Eda Teksöz ile çok araflarda kaldık. Başından beri kötü olmaya meyilli Mine’ye, yaptıklarına sebep olarak Somer’e olan aşkını ve inancını da sorgulatmak istedik. Bu kadın neden bu kadar kötü oldu, durduk yere mi, Somer’in hiç mi payı yok? Bu soruların cevapları önemliydi benim için… Kendinizden ekleyebildiğiniz bu sorulara bulduğunuz cevaplara bağlı, onun haricinde senaryo bizim kılavuzumuz…

Henüz lisedeyken oyuncu olmanın hayallerini kurmaya başlamışsınız. Konservatuvarı bitirdikten sonra neden mesleğe ara verdiniz?

- Konservatuvar okurken inandıklarımız ile gerçeklerimiz arasında bazen ikilemlere düşebiliyoruz. Ben de oyunculuğu çok sevmeme rağmen, karasız, özgüvensiz, inançsız bir dönem yaşadım ve ara verdim. Daha sonra başka bir meslek grubunda çalışmaya başladım işte o zaman da aslında benim oyunculuktan başka bir meslek de mutlu olamayacağımı görüp tekrar dört elle sarıldım. İlk olarak İstanbul’a gelmem gerekiyordu ve ilk adımımı attım.

BKM Mutfak’ta “Çok Güzel Hareketler Bunlar” skeçleriyle televizyona bir adım attınız. Tiyatrodan sonra sahnede ama aynı zamanda ekranda olmak nasıldı?

- Dönüşüm için inanılmaz heyecan verici bir tecrübeydi. Sahnede insanların seni izlemesi, yanı sıra kameraların da olması ve Yılmaz Erdoğan hocanın karşısında oynamak hem eğlenceli hem bir o kadar stresliydi. İyi ki yaşamışım dediğim bir tecrübe.

İngiltere’ye gitmeye nasıl karar verdiniz? Yurtdışında bir hayat kurmaya çalışmak zor muydu?

- Ben konservatuvardan sonra reklamcılık okudum ve o dönem oyunculuk yapmayı düşünmediğim için İngilizcemi de geliştirip, döndüğümde kurumsal bir firmada çalışmak niyetindeydim. Başlangıçta ailemden uzak olmak bana çok zor geldi, daha sonra ortama alıştım. Bu seferde dönmek zor geldi. Ama sonuçta ailem ağır bastı.


Bir röportajınızda “Bir film senaryosu yazmak çok istiyorum” demişsiniz. Yazmaya başladınız mı?

- Kafamda sürekli fikirler var. Minik minik karalıyorum, şimdi çekmeye kalksak kısa film olarak çekilebilir, ama daha zamanı var

Dışarıdan sizi sanatla iç içe, çok yönlü, öğrenmeye açık, hayatı renkli yaşayan biri olarak tanımlarım. Siz kendinizi hangi renklerle anlatırsınız?

- Duygularını uçlarda yaşayan, ufacık bir şeyden mutlu olup bir o kadar da mutsuz olabilen, sevgisine ve sevdiklerine sahip çıkan, kendini geliştirmek için gerçekten emek harcayan, tüm renklerin enerjisini dışarıya yansıtabilen, içine bazen de siyah katan ama her koşulda gülümsemek ve mutlu olmak için hayata sımsıkı sarılan bir kadınım.​​​​​​​​​​​​​​

Çocukluk hepimizin içinde gökyüzünde dolaşan özgür bir uçurtma gibidir. Siz nasıl bir çocuktunuz?

- Ben sevgi dolu bir yuvaya doğan şanslı bir çocuktum, halen de kendimi öyle hissediyorum. Okuldan gelir gelmez formamı bile çıkarmadan apartmanımızdaki arkadaşlarımla oynamaya koyulurdum. Mutlu ve sevgi dolu bir ailede büyüdüm. En çok yaptığım şey, sahiplenmek için sokak hayvanlarını eve getirmekti☺ Annemler de bana, “sokakta daha mutlu onlar” diyerek hemen bahçeye bırakırlardı, kalbimi kırmazlardı. Çok güzel ve köklü arkadaşlıklar kurdum halen Bursa’ya gittiğimde bir araya geliriz.

Hayatınızda yeni başlangıçlara kapılarınızı açarken o çocuk heyecanını içinizde hissediyor musunuz?

- Benim içimdeki çocuk heyecanı son nefesime kadar devam edecek. Eskiden çok fazla gelecek kaygım vardı, şimdi isem kaygımın belirsizlikten kaynaklandığını keşfettim. O belirsizliklerin her zaman geçerli olduğunu kabul ettim. Şimdi her yeni başlangıç yeni bir oyuncak gibi, bana heyecan ve keyif vermesini seçiyorum artık.

“Menajerimi Ara” dizisi sizin için ilk set tecrübesiydi. İlk set günü nasıl geçmişti?

- Heyecanımı tarif edemem, inanılmaz bir gündü benim için, ama şans benden yanaydı ve rejideki arkadaşlar sahne programını o kadar güzel hazırlamıştı ki, en kolay sahnem ile başlamıştı ilk günüm. Bu da heyecanımı yönetebilmeme sebep oldu. Yönetmenimiz Ali Bilgin ve ekip arkadaşlarım çok destekleyici ve kollayıcıydı. Çok güzel günler yaşadım o sette. Her şeye rağmen ilk sahnemde çatal bıçak kullanırken ellerimin titrediğini ve titrememin belli olmaması için az yemek yediğimi çok net hatırlıyorum.

Tiyatro sahnesinden ekranlara uzanan bir yolculuk... Oyunculuk sizin için ne ifade ediyor?

- Çok uzun yıllar ne yapmak istediğim, hangi şehir ya da ülkede yaşamak istediğim ile ilgili gelgitler yaşadım. Kendi keşif yolculuğumda hiçbir şeye ait hissetmediğim anlarım oldu. Oyuncuk her daim hayran olduğum bir meslekti. Doğru bir seçim yaptığıma inanıyorum; zira bana kendimi, sınırlarımı, nerede olmam gerektiğini, ne yapmak istemediğimi keşfettirdi. Oyunculuk, vazgeçilmezim.

Emin adımlarla ve hızla yükselen bir kariyer çizginiz var. Bu parıltılı dünya size neler kattı?

- Kariyerimle ilgili doğru kararlar almak, kendimi her geçen gün geliştirmek ve mesleğimi en doğru şekilde yaşayabilmek istiyorum. Yaşadığımız sektör evet parıltılı, cazibeli ve bir o kadar da riskli. Oyunculuğa meslek olarak bakarsanız kariyerinize yönelirsiniz, parıltılı taraftan bakarsanız sadece şöhret olmaya yönelirsiniz. Oyunculuğumun her daim yükselen bir ivmesi olması, Nazlı’nın da her daim Nazlı olarak kalması benim için önemli.

Kendinizle baş başa kaldığınızda iç sesiniz size neler söyler?

- Benim iç sesim hiç susmaz sürekli bana fısıldar. Kendimle çok konuşurum. Bazen susmak bilmez şimdilerde onu bastırmayı öğrendim. Son zamanlarda bana, kendimle gurur duymam gerektiğini, kendime güvenmem ve inanmam gerektiğini, seçimlerimin doğru olduğunu hatırlatıyor.


 

19) Bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederim. Nazlı Senem olarak değil, başka bir dünyada gelecekle ilgili bir senaryo yazsaydınız. Kendinize hangi rol düşerdi?

- Kendimi oynamak isterdim sanırım, çünkü bence başkasını oynamak daha kolay. Kendini oynamak, kendinle yüzleşmen için mükemmel bir fırsat.