Osmanlı İmparatorluğu'nun erken dönem zaferlerinde süvari kuvvetinin büyük bir önemi vardı. Ancak Çanakkale üzerinden Trakya'ya yapılan seferlerde ve bundan sonraki operasyonlarda piyade gücü büyük rol oynadı. Osmanlı ordusu kendine has çok başarılı bir stratejik planlama, hazırlık ve hareket sistemi geliştirmişti.

Operasyonlar kış aylarında planlanıyordu ve Ağustos-Eylül döneminde icra ediliyorlardı. Askeri planlama heyeti eski askerlere ve operasyon kayıtlarına başvuruyorlardı. Operasyon öncesi harekât bölgesine yüksek miktarda erzak yığınağı yapılıyordu. Yeniçerilerin kendi yedek erzakları olan peksimetleri vardı. (Peksimet Osmanlı ordusu tarafından 1.Dünya Savaşı'nın sonuna kadar kullanılacaktı.) Ayrıca seferde taze ekmek, pilav ve pastırma yiyorlardı. Aralık ayında sefer emri her yere gönderiliyordu. Avrupa'ya yapılacak seferlerde ordu Davutpaşa'da toplanıyordu. Asya'ya yapılacak seferlerde ise Üsküdar'da toplanılıyordu.

Sefer öncesi ayrıntılı planlamalar yapılıyordu. Sultanın altı atkuyruğu olan sancağı veya vezirin üç atkuyruğu olan sancağı Topkapı Sarayı'nın bahçesine dikiliyordu. Sonra da ordunun gelişini haber vermek üzere gönderiliyordu. Yol üzerindeki bozuk yollar ve köprüler onarılıyordu. Köprü olmayan yerlere ise yapay köprüler kuruluyordu. Yol olmayan yerlerde ise güzergâhı belirlemek üzere taşlardan yol işaretleri yapılıyordu. Ordu şafakta hareket ediyor ve öğle vakti belirlediği bir yere ordugâh kuruyordu.

Önden hafif süvari keşif birliği olarak ilerliyor, onu seçkin süvari birlikleri takip ediyor, onları da piyade ve istihkâm birlikleri takip ediyordu. İlerleyen ordunun kanatlarını ise çok sayıda süvari koruyordu. Ayrıca geriden gelen ağırlıkları koruyan süvari birlikleri vardı. Ordugâh da ise her Yeniçeri ortasının kendine ait üzerinde birlik amblemi bulunan büyük bir otağı vardı. Ama orta içerisindeki her takımın kendi uyudukları çadırları vardı. Kışın bu çadırların kurulması çok zor oluyordu. Donan toprağa kazık çakmak oldukça güçtü. Tecrübeli askerler acemilere donan toprağın kazık çakılacak yerini kaynar suyla nasıl eritileceğini öğretiyorlardı ve çadırlar kuruluyordu. Ancak sabah donan topraktan bu kazıkları sökmek çok büyük bir sorun oluyordu.

Kampta topluca sabah namazı kılındıktan sonra işaret topu atılırdı. Askerler sultana, kumandalara ve subaylara dua ederdi. Keşif kolları gönderilirdi. Mehter çalmaya başlar ve askerler mehtere savaş çığlıklarıyla eşlik ederlerdi. Bertrandonde la Broquiére XV. Yüzyılda yeniçerilerin düşmanla çarpışmak üzere kamptan ayrılmalarını şöyle tasvir eder:

"Hazır olduklarında, Hıristiyanların nereden geldiklerini ve nerede olduklarını öğrendiklerinde kampı çok hızlı bir şekilde ve öyle bir sessizlikte terk ederlerdi ki, yüz adet Hıristiyan askeri bin adet Türk'den daha çok gürültü çıkarırdı. Tek yaptıkları büyük bir davul çalmaktı. Gidecek olanlar öne çıkarlardı. Diğerleri ise sıraya geçerlerdi. Düzen asla bozulmazdı" XV. Yüzyılda yeniçeriler, Hıristiyan ordularının aksine geri çekilirken düzenlerini bozmaz ve dağılmazlardı. Hıristiyanlar ise dağılır ve evlerinin yolunu tutmaya başlarlardı.

Osmanlı savaş taktikleri yıllar boyunca değişime uğradı. Ancak belli başlı özelliklerini hep muhafaza etti. 1389'da Karamanoğulları Beyliği'ne karşı Konya'da yapılan savaş, Yeniçerilerin katıldığı ilk büyük savaştı. Burada piyade merkeze yerleştirilmişken, kanatlara ve geriye süvariler yerleştirilmişti. 1402 yılındaki Ankara Savaşı'nda ise piyade daha koruyucu bir rol üstlenmiş ve birkaç tepeyi tutmuştu. Bu savaş kaybedilmiş olsa da Yeniçeri ve Azap piyade okçuları kendilerini kanıtladılar. Kanatlarına süvari desteği gelene dek, Timur'un amansız süvari saldırılarını geri püskürttüler.

1444 yılındaki Varna Savaşı'nda ise Yeniçeri savunmasının sol kanadı tüfekli birliklerce tutulmuştu. Süvari, düşman kuvvetini azap piyadesinin üzerine çekmişti. Onlar da düşmanı topların ve Yeniçerilerin menziline çekmeye çalışmıştı. Bu sırada süvari de kanatlara hücum yapmıştı.

Osmanlı ordusunun hücumunda başlıca rol süvariye aitti. Süvari düşman hattını yarıyordu. Sonra yeniçeriler tüm toplarını ateşleyerek kama düzeninde kılıçlarıyla ve diğer silahlarıyla hücuma kalkıyorlardı. Arkalarında çalan Mehter ile daha da coşan Yeniçerilerin bu saldırıları genelde durdurulamıyordu. Bunda bir diğer önemli sebep de düşmanın bir piyade disiplinine sahip olmamasıydı. Bir diğer önemli nokta da Yeniçerilerin, tüfekleri ile batılı ordular gibi toplu halde yaylım ateşi açmayıp genelde bireysel vaziyette kullanmalarıydı. Seçkin hücum müfrezelerine Serdengeçtiler denirdi. Bunlar ortalama 100 kişiden oluşurdu. Osmanlı ordusu, at arabalarını birleştirerek savunma pozisyonları oluştururdu. Bu taktik Vahşi Batı'da uygulanan taktiğin aynısıydı. Bu pozisyonlar tekerlekli kaleler gibiydi. Ancak XVI. Yüzyıl’dan itibaren Avrupa topçularına karşı etkisiz kalmaya başladı.

Osmanlı ordusu, kuşatma savaşlarında ustaydı. Osmanlı ordusunun savaş strateji ve savaş taktiklerinin en unutulmazı ve de en önemlisi İstanbul'un 1453'deki fethindeki kuşatma idi.