Merhaba Selahattin Bey, şuan Balkan Ninnisi yönetmen koltuğunda oturuyorsunuz. Çekimler nasıl ilerliyor?

Çekimler gayet keyifli ve güzel gidiyor. Tabi artık sonbahar geldiği için bazen havalardan ötürü biraz zorlandığımız anlar da oluyor. Onun dışında her şey yolunda.

Uzun zamandır Makedonya’dasınız. Burada nasıl bir hayat kurdunuz?

Ben yaklaşık 2 aydır Üsküp’teyim. Oldukça merkezi ve iyi bir otelde kalıyoruz. Ben ve oyuncu arkadaşlarımızla beraber odalarımızı kendi evlerimizin birer minyatürü gibi dizayn ettik. Senaryolarımız, kitaplarımız, kişisel eşyalarımız ile boş zamanlarımızda keyif alacağımız hale getirdik. Gerçi çalışma esnasında sadece dinlenme amacı ile kullandığımız için bana yeterli gelen bir alan yarattım. Boş zamanlarımda da insanları gözlemliyorum, çarşıyı, kafeleri, parkları gezip hem kendime biraz zaman ayırıyor ve işim olan insanlara odaklanıyorum.

Bu dizinin yönetmen koltuğuna otururken sizi heyecanlandıran done neydi?

Bu hikaye yaklaşık 2 yıl öncesine dayanıyor. Uğur Uzunok ile uzun zamanlı bir dostluğumuz var bu hikayeyi anlattığında -ki o zamanlar yine bir senaryo çalışması için Balkanlardaydık çok hoşuma gitmişti. Romeo – Juliet hikayesinin Balkanlara adapte edilmiş bir tadı vardı, kendimde bir Balkan göçmeni aileden gelmem hasebiyle senaryoda çocukluğumda dedemlerden, ninemden duyduğum hikayeleri gördüm. Balkanlarda böyle imkansız aşklarla ilgili çok hikaye vardır. Hatta Sevdalinka’lar bu hikayelerin müziğidir.. Biz de belki biraz unutulmuş bir ninnin masalını anlatıyoruz. Bu durum ve duygu bile burada olmam için yeterli bir motivasyondu.

Akıllardan çıkmayan Kurtlar Vadisi Pusu dizisinin yönetmeni koltuğunda oturuyordunuz. Birçok Romantik Komedi filmi ve dizisi de çektiniz. En çok hangi türü çekerken mutlu oluyorsunuz?

Benim için öyle bir ayrım yok. Aldığımız eğitim de zaten bunu reddediyor. Zira yönetmenlik sadece bir türün yapılacağı bir iş değil. Biz insan hikayeleri çekiyoruz. Bu sebeple bu bazen aksiyonla, bazen komedi bazen de drama ile seyirciye anlatmak istediğimiz insanı aktarıyoruz. Hepsinden de keyif aldım. Böyle bir kategorizasyona inanmıyorum. Hepsi de benim için kıymetli işlerdi.

Yönetmenlik; bir filmin arkasındaki görünmez kahraman... Sizi cezbeden, yönetmenliğe iten hissin adı nedir?

İnsana dair hikayeler anlatma isteği. Senaryo ile beraber bir dünya yaratıyorsunuz ve bu yarattığınız, kurduğunuz dünyada oyuncularınız ve ekibinizle beraber kurduğunuz dünyayı izleyicilere en iyi şekilde anlatabilme heyecanı yaşıyorsunuz. İşte bu duygu yönetmen olmamdaki en önemli kriter. Olabildiğince çok insana ulaşma hissi.

Sinemanın çocukluğunuzda yeri var mı?

İlk sinemaya gittiğimde bir salona girdik, kocaman bir perde, katlanır koltuklar ve bir gong, ardından bir gong daha sonra kararan ışkılar ve projeksiyon makinasının tıkırtısı ile bir yönetmenin kurduğu eğlenceli, aksiyonlu, ağlamalı, kahkahalı bir dünyaya dalıyorsun. 110 dakika o kurulan dünyaya hayran kalarak o salondan çıkıyorsun. Her çocuk için inanılmaz bir macera ve unutulmaz hatıralardır ilk sinema deneyimi. Benim şansım ise ben bu gördüğüm filmlerin nasıl yapıldığını öğrenip başta anlattığım o hayal ve kurmaca perdesinde eserlerini gösterebilme fırsatını yakalamış bir çocuğun mutluluğunu ve onurunu yaşıyor olmam.

Gecesi gündüzü olmayan bir işin içindesiniz. Hiç pişmanlığın yaşadınız mı?

Hiç. Dünyaya yüz kere gelsem yine bu işi yapmak isterim.

Bir filmi sadece seyirci olarak “Şunun bir keyfini çıkarayım.” Diyerek kariyerinizi bir kenara bırakıp izleyebiliyor musunuz yoksa ister istemez filmin detaylarına takılıyor musunuz?

Zaman zaman denesem de şimdiye kadar beceremedim  mesleki deformasyon diyelim. Çünkü her film bizler gibi bu işi yapanlar için yeni bir kitap, yeni bir ders gibidir. Kendinizde eksik gördüğünüz veya doğru, yanlış şeyleri mukayese edebilme dersleridir. Sinema televizyon işlerinde “ben oldum bu bana yeter” diye bir fikir olamaz. Her yeni iş yeni bir öğrenme aşamasıdır benim için.

Görüntü yönetmenliği yaparken Altın Portakal ödülüne aday olmuştunuz. Mesleğinde her dönemi yaşamış bir yönetmen olarak şuan sinema sektörünü ve televizyon sektörünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sektörel bazda sinema ve TV olarak ayırmadan çok kaliteli işlerle karşılaşıyoruz zaten yaklaşık 100 yıllık bir sinema ve de 30 yıllık bir TV birikimimiz var. Bununla beraber teknik alt yapı olarak da çok iyi bir durumdayız yetişmiş insan kalitemizde iyi seviyelerde yaptığımız birçok iş dünyada beğeni ve takdir topluyor. Yaşadığımız coğrafyanın hikayeleri her yerden talep görüyor. Benim başladığım zamana oranla çok fazla iş imkânı var. Ancak bazen fazla iş olması bazı durumlarda kaliteyi de etkileyen durumlara evrilebiliyor. Bazen yapılan işin ne olduğundan bile bi haber iş arkadaşları ile de karşılaşılabiliyoruz. Bunu da ben usta çırak ilişkisinin bozulmasına bağlıyorum. Tam pişmeden tam olmadan sete çıkmak o iş için en büyük tehlike. Biz okulda sinema eğitimi aldığımız dönemlerde bize ilk söylenen “Bu iş pahalı bir iştir, sete çıktığınızda taksimetre çalışmaya başlar hatta gece tarifesi üzerinden.” Duygu Sağıroğlu hocamın dediği gibi “ Yönetmen sette doğabilecek, çıkabilecek bir sorunu en alttan en üste kadar çözebilecek bilgi ve donanıma sahip değilse yönetmen olarak sete çıkmasın” benim hayat mottom olmuştur. Şimdilerde yabancı platformlar ve yapımcılar ülkemize geldikçe sektörün daha da ilerleyeceğine inanıyorum ama gelen yeni teknolojilere ayak uydurmayanların da hızla sektörden uzaklaşacaklarını da göreceğimiz kesin. HDR sistemi ile tanışmayan ya da onun şartlarını, disiplinini almayanlar maalesef bu sistemin dışına atılacaklar.

Bir diziye başlarken sizin süreciniz nasıl ilerler? Senaristle ve oyuncularla nasıl bir ön çalışma izlersiniz?

Öncelik tabi ki senaryo ve hikaye, bu gerçekleştikten sonra senaryodaki karakterlerin karakter analizleri çıkar. Bu analiz yapıldıktan sonra o karakteri canlandırılacak oyuncular seçilir. Bu seçim yapıldıktan sonra önce ( kendimden örnek vererek ) tek tek bir görüşme ve karakter yorumu sonra topluca karakterlerin birbirleriyle olan uyumu, uyumsuzluğu üzerine çalışmalar yaparız. Sonra kostüm, ışık, renk, dekor ve sanat işleri ile beraber provalar. En sonunda her şeye hâkim bir vaziyette sete çıkış. Masa başı çalışması çok önemlidir benim için tüm olasılıklar masada konuşulmuş, çözülmüş olarak sete çıkma en temel durumdur her proje için.

Sizin hayatınızdaki kült filmleriniz nelerdir?

BABA filmi serisi, Rıhtımlar Üzerinde, Yüzüklerin Efendisi serisi, Canım Kardeşim, tüm Ertem Eğilmez filmleri, Kiyeslovski 3 renk üçlemesi, Fellinin tüm filmleri ve yakın zamandan Manchester by the Sea, The Father.

Sizin için çok özel olan, en iyinizi vermeye çalıştığınız proje bittikten sonra nasıl hissediyorsunuz? Proje sonrası sizde kalan bir şeyler oluyor mu?

Yaptığım her işimde kendimi yüzde yüzümü veririm. İkna olduğum her işimde geriye kalan bir mutluluk ve gurur olur. İyi veya kötü Sinema ve Tv tarihine kendi notumu bırakmanın mutluluğu. Bu da benim için yeterli.

Bu keyifli sohbet için teşekkür ederim. Bir gün kendi hikayenizi çekmeyi düşünüyor musunuz? Bir gün çekerseniz Selahattin Sancaklı farkını nasıl koyarsınız?

Ben teşekkür ederim vakit ayırdığınız için. Yazdığım bir hikayem var. Umarım bir gün onu da çekerim. Fark olarak ne olur onu bilemem seyircinin takdiridir ama ben onu çekene kadar öğrenmeye, biriktirmeye devam edeceğim o gün geldiğinde hazır olmak için.