Bir zamanlar kadınların işi çok zordu… Kadınların kimisi dere kenarında, kimisi çeşme başında kova ve tahta kürekle çamaşırlarını yıkardı. Çamaşırlar kaynatılırken içine kesme şekerden biraz büyük firuze mavisi 'çivit' atılırdı. Arapsabunu veya rendelenmiş sabunla çamaşır kazanında kaynayan sararmış çamaşırlar çividin verdiği renkle hafif maviye bakan beyazlık kazanırdı… Çamaşır faslı bittikten sonra mutfak işi başlardı. Saatlerce uğraşılan bir yemek işi…

Haftada bir gün, evin çamaşır günü idi. Çamaşır günlerinde evin erkekleri ve çocukları, ayak altında dolaşmasınlar diye başka yerlere gönderilir, evden uzaklaştırılırdı. Her evin bahçesinde bir çamaşırlık vardı. Çamaşırlık, genellikle fazla rüzgâr almayan, yazın sıcağından ve kışın yağmurundan korunaklı bir yerdi. Burada bir sacayağı üzerinde su kaynatılan bir kazan ve önünde tokaç taşı bulunurdu. Ayrıca kazanın biraz ilerisinde, 'Küllü Su' denilen ikinci bir kazan veya teneke bulunurdu.

Çamaşır günü, çamaşır kazanı altında yanan odunların, fokur fokur kaynayan kirli çamaşırların dumanları arasında, evin bahçesinde bitmek tükenmek bilmeyen bir telaş başlardı. Kadınlar, ayaklarında tahta takunyalar, altlarında çamaşır yıkarken hareketlerini kısıtlamayacak kadar geniş 'üst donları' ile önce beyaz çamaşırları bir gaz tenekesi içindeki küllü suya koyar, saatlerce kaynatırlardı.

Küllü suda 'açılsın' diye kaynatılan beyaz renkli çamaşırlar daha sonra leğenlerde çitilenir, tokaçlanarak kirlerin çamaşırdan akması sağlanırdı. Küllerinden arındırılıp, durulanan beyaz çamaşırlar, bu kez de kaynar kazanlara atılırdı.

En azından 'üç su' kaynatılırdı çamaşırlar. Bazen 'dört su', hatta 'beş su'. Açılsın diye üzerlerine kireç kaymakları dökülürdü. Daha sonra çamaşırlar tekrar sabunla çitilenir, durulandıktan sonra bahçedeki çamaşır iplerine asılırdı. O günlerde bilinen tek temizleyici yeşil sabun, Arapsabunu ve Akif marka sodaydı. Çamaşırlar kaynatılırken içine hani neredeyse kesme şekerden biraz büyük firuze mavisi 'çivit' atarlardı.

Arapsabunu veya rendelenmiş sabunla çamaşır kazanında kaynayan sararmış çamaşırlar çividin verdiği renkle hafif maviye bakan beyazlık kazanırdı. Bunca yorgunluğa karşılık evin hanımı, iki gün sonra kocasına gömleğini uzattığı zaman, teşekkür yerine, "Hanım! Açılmamış bu. Çividi az gelmiş" diye bir de azar işitirdi. Hakikaten iyi açılmamış beyaz gömleklerin renkleri sarıya çalardı. Evet... O zamanlar 'çivit, çivit ayarı' diye bir şey vardı. Genellikle 'Öküz Başı' marka çivitlerle yapılırdı bu iş. Kirli çamaşırın açılıncaya kadar çitilenmesi gerekirdi. Bu işi zamanında iyi öğrenmiş kaynanalar, gelinlerini eleştirir dururlardı.