Alışılagelmiş bir hayatın ortasından çıkmak kolay değildir. İnsanlar ağaç gibidir; yapraklar dallara, dallar gövdeye, gövde de köke dayanır, ama

Alışılagelmiş bir hayatın ortasından çıkmak kolay değildir. İnsanlar ağaç gibidir; yapraklar dallara, dallar gövdeye, gövde de köke dayanır, ama hepsinden önce bir ağaç olmak için, kök salmak için bir avuç toprağının olması gerekir. İnsanların da nefes almak için, güçlü olmayı öğrenmek için, örnek alabileceği bir hayat için bir aileye ihtiyacı vardır. Eğer ağacın içine bir kurt girerse, onu içinden çürütmeye başlar. Dışarıdan bakıldığında, yanındaki neyse, o ağaçta öyledir işte; güçlü, geniş, eğilmez... Zamanla o kurt bütün ağacı ele geçirir, en son büyük darbeyi köklere verir, dalların yapraklara ulaştığı damarlardaki suyu emer, tek bir darbede, o son darbede ağacı çürütür, gölgesini söker atar. Koca ağacı küçücük bir kurt bir anda öldürüverir, bunu ağaç bile anlamaz. Sonra dalları bükülmüş, yaprakları dökülmüş, gövdesi çürümüş, kökleri kurumuş zavallı bir dev kalır karşınızda. Kadın erkek ayırt etmeksizin insanlarda böyle, en güçlülerini bile yıkmak için tek bir kurt yeter.
Bazen o kurdun adı aşk olur, bazen güven, bazen tutku, bazen çaresizlik, bazen zayıflık, esaret... İsimler değişir, duygular dönüşür, ama sonuç hiç değişmez. Eğer içinize sizi çürütmek için bir kurt girdiyse, farkında olmadan içten içe, kalpten kalbe kurutur ruhunuzu. Son bir tabu darbesiyle yer ayağınızın altından kayar gider. Havada gördüğünüz suliet kimdi? Nasıl bir anda kayboluverdiniz? Ne ara tüm bunlar yaşandı? Hiç anlamazsınız.
Ona da öyle olmuştu. Bir anda göklerdeydi, bulutların üzerinde... Hiç bitmeyecek bir rüya yaptılar zannetmişti. “Sandım” bütün cümlelerinin öznesi oldu şimdi. Birine güvenmek, onu sevmekten önce gelir, çünkü her kadın önce yaslanacak bir omuz, gözyaşlarını silecek bir el, üşüdüğünde sarılacak kollar arar. Bir nefes olsun ister, kapısını çaldığında gözlerindeki nemden gözyaşlarını anlamış olmasını ister, bir tane damla için avuçlarını açıp, düşmesini engellemesini ister. Kadın, çok şey ister dersiniz, oysa bunların hepsinin toplamı güvenmektir.
Güçlü olmak için, zayıf olmayı tatmak gerekir. Eğer karanlığın en dibine, çalkantının en güçlüsüne, sonu gelmeyen dipsiz bir kuyuya düştüysen tek çaren aydınlığı aramaktır. Ona da öyle olmuştu. Birine güvenmişti, en güzel zamanlarını hiç düşünmeden heba etmişti. Sonra o kişinin yanlış biri olduğunu anladı. Evliliğe atılacak son bir haftası kalmışken, dünyaevi dedikleri yere atılacak bir adımı kalmışken eşikten geri döndü. Kaderim dedi, böyle olması gerekiyormuş dedi, bitmesi yaşanmış dedi 8 yılını 8 günde unuttu gitti.
Seher, hayatın nasıl bir melet olduğunu, aşkın nasıl bir çıkmaz olduğunu terk etmediği 8 yılın ardından, 8 dakikada verdiği ayrılık kararında ve 8 günlük acısında anlamıştı. 8 gün dediğime bakmayın 8 asır gibi geçmişti onun için. Yağmurlar, camına her vurduğunda yüreğinden bir damla yaş akıyordu. Ne annesi, ne babası ne de dostları onun içinde attığı sessiz hıçkırıkları duymuyordu. Kırılması gerekiyordu güveni, ama o daha çok inandı aşka. İnadına sevmek istedi, kaderine çelme takmak istedi. Hayat bir ringde hayatta kalmaya çalışmaktır. Yediğin yumrukların sayısı, attığın yumrukların sayısını geçiyorsa inadın çoğalır, umudun ayakta kalır. Kaybedecek hiçbir şeyin kalmadıysa, inadına yaşarsın. Kalbin kırıklarıyla doluysa o kırıkların üstüne basa basa seversin.
Seher de, inadına mutluluk demek için bir kez daha o ringlerdeydi. Buz tutmuşsanız, üzerine dökülen sıcak su bir anda buzu buhara dönüştürür. Ortaya anlamsız duman çıkar. Sonra o buzun kalıp şeklinde eridiğini görürsünüz. Bir kez daha sıcak su döktüğünüzde artık buhar çıkmaz. Buz, kenarlarından sıkışa sıkışa kendini salıverir, ama her şey de bir anda olmaz. İşte Seher de, korka korka, bir yandan ayağındaki ipleri salarak aşka doğru koşmak istiyordu. O buz tutmuş kalbine dökülecek bir avuç kaynar su arıyordu. Her ne kadar içindeki kristale dönüşmüş o buz kütlesinin erimeye başladığını hissetse de, bir anda çıkan o buhardan önünü göremiyordu. Acaba doğru kişi o muydu? Gerçekten bu sefer sarılmak için kollarını açacağı kalbi bulmuş muydu?
Seher, sorularının cevabını araya araya, doğru insanın o olduğuna kendini kendine inandıra inandıra bir karar verdi. Parçaları bir hurdaya dökülmüş ruhunu tamir edecek bir ikinci el arıyordu. Bu kişi ona iyi gelecekti, ona tekrar değer verip, ruhunu besleyecekti. Eğer, eskimiş bir parçayı yeniden parlatıp, güzelleştirirseniz o sizin içinizden bir parça olmuştur. Benliğinizden kolay kolay vazgeçemezsiniz. Seher’in arzuladığı, parçaları hala içinde kıymık gibi batan cam kırıklarını toplayacak bir el bulmaktı. Ya da bunun böyle olmasını diliyordu?
8 yılını verdiği adam ise başka biriyle evlenmek için harekete geçmişti bile. İşte bu, Seher’in aşka attığı en büyük yanlış adım oldu. İçindeki hasret, intikam, hala soğumamış yüreği 8 yılın bedelini istiyordu. Kuru bir hoşça kal, terk edilmişliğin çaresizliği, geçmişine yapışan pişmanlıklar onun yakasını bırakmıyordu. Karşısına çıkan adamı aşk sandı ve kendi içinde yarattığı pişmanlık duygusuyla, hayalini kurduğu adama aşık oldu. Oysa Selim Bukalemun gibiydi, çok kolay değişebiliyor, çok kolay yalan söyleyebiliyordu. Seher ‘in ise kalbinin mührü, vicdanının muhbirliğiyle bozuldu. Kader bir kez daha seher için aynı sonu yazıyordu. Bu sefer dolmakalemle, hayatında izi geçmeyecek bir mürekkeple.
Doğru yanlış demeden, sırf yaralarının sızısıyla sevdiğini zannettiğini sandığı adamla evlendi. Bir kez o eşikten dönmüştü, bu kez o eşikten adımını atabilmek için sisin içinde gördüğü ne varsa kabulüm dedi. Çünkü onun aradığı doğru biri değildi, en azından o gün değildi. O gün Seher’in istediği tek şey, o imzayı atıp, bekarlıkla olan bütün bağlarını koparmaktı.
Seher önce aşkı aradı, güvenmek istedi, bağlanmak için savaştı. Sonra önceki ilişkisin verdiği keşkeler, kendindeki hatalar, döndüremediği gerçekleri ağır bastı. Aslında o Selim’i sevmedi, görmek istediği Selim’e aşıktı. Bir balon ne kadar yükseğe çıkarsa o kadar tehlikededir. Yükseldikçe görünmez ve patlama ihtimali daha çok yükselir. Çünkü ipleri artık doğru kişinin elinde değildir. Havada savrulan ipler, onu tutan ilk eli kahramanı zanneder. Oysa zalimin merhameti, avına duyduğu hazdan azdır. Her şey onu elde edene kadardır.
Seher mutsuz geçen 1 yılın sonunda anladı ki, onun içine düşen kurdun adı; aşktı. Bunu kendi elleriyle yarattığını, kendini inandırmak için savaştığını dönüştürdüğü canavarla anladı. Oysa Selim hep aynı Selim’di. Hep aynı yalanın içinde yuvarlanıyordu, hep aynı kandırmacayla kalbe giriyordu, hep kendinden kaçıyordu; başka birinin gölgesinde söğüt ağacı olmak için, ama Seher onu dev bir ağaç sanmıştı, gördüğü gölgenin koca bir enkazdan ibaret olduğunu anladığındaysa çoktan kaybolmuştu.
Çevresindeki herkes boşanamayacağına, bu ağacın gövdesinden kurtulamayacağına, o son adım için gücünün kalmadığına o kadar çok inanmıştı ki, bir an kendi bile şüpheye düştü, ama çok acıyan yeri vardı. Bu sefer yeniden aşka inanmak için çok yaralıydı. Önündeki tek seçenek, anladığı hatadan dönmekti. Tüm o yara bereye rağmen, çıkmazların sokağında kaybolmalarına rağmen son adımı atmak için miğferini kuşandı ve boşandı.
Seher çok şey kaybetti bu hayatta; aşkını, inancını, mutluluğunu, yüreğini, ruhunu, kendini, ama gücünü, umudunu, kendine olan güvenini, gururunu geri kazanmıştı. Her insan aşka attığı adımda kendine bir kiralık katil tutmuş olur. Ne zaman onun senin öldüreceği ya da elini tetikten çekeceği celladının vicdanına ve kalbine kalmış bir kumardır. Bu kumarı oynayacak kadar her kadın biraz deli biraz aptal biraz da cesurdur. Kimileri tam kalbinden kurşunu yer kimileri ise tam zalimliğinden vurur celladını.
Seher kaybettiği yerden kazanacak kadar güçlü bir kadın doğurmuştu. Şimdi geriye dönüp baktığında gördüğü yanlışlara rağmen kendi doğrusunu bulmasına seviniyordu. Aslında ona inanmayan herkes, Selim bile düşüşündeki uğultuyu, çok sonra gördü. Ve seher tüm hayatına dönüp dedi ki “Çok teşekkür ederim sana, tüm yanlış kişilerim, tüm yanlış aşklarım, tüm hain dostlarım için. Hepsinden kendimi kazandım.”